"Ey vücudumuzun padişahı; ey bize acıyarak bizi neşelendiren, güldüren aziz varlık; ey gözlerimize görüş kabiliyeti veren, ey can gözümüze tûtiyâ çeken, parlatan Rabbimiz; canı parlattın lâkin ona cefalar verdin. Onu deliye, divaneye çevirdin. Bazen onu yalnızlığa âşık ettin, bazen bir güzel yüzlünün peşinden koşturdun, üryan düşürdün. Ey zavallı, ne vakte kadar dünya dikenliğin de yalın ayak koşturup duracaksın? Biz öteki âlemde gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık. Sana kapılarını açtığım gül bahçesi öyle bir bahçedir ki oradaki ağaçların dalları da yaprakları da canlıdır, birbirleriyle konuşup dururlar. Şunu iyi bil ki, her şey canlıdır. Canı olmayan bahçe insanın hoşuna gitmez, insanın canına can katmaz. Hayat ne acayip bir ırmak... Bazen su olur, bazen kan. Bazen la'l renkli şarap kesilir, bazen süt. Bazen acayip bir ağaç gibi elma verir, bazen kabak yetiştirir. Bazen zehir verir, bazen şükür. Bazen dert verir, bazen derman. Kâh diken olur, kâh gül. Bazen sirke olur, bazen şarap. Hz. Âdem bir yılan yüzünden cennetten kovuldu. Sen bu dünyada insan şeklinde yılanların, akreplerin içinde kalmışsın, onlarla beraber yaşıyorsun. Sana kurtuluş nerede, aman nerede? sen dört kanatlı bir kuşsun. İstersen ta göklere kadar uçar gidersin. Sen nereden geldin, bunu hiç aklına getiriyor musun? Ötelere gitmek, göklere divan kurmak, göklere yücelmek elindeyken sen evinin damına çıkmak için merdiven telaşına kapılmışsın. Ömrünün, yaşamın ölümle sona ereceğini sanma. Vücudun ölür; fakat sende bulunan hakiki ben, ilâhî emanet ölmez. Çünkü sen Hakk'ın sıfatlarında yaratılmışsın Allah'a ne son vardır, ne hudut.
Divan-ı Kebir