İnsan neden korkmak ister, neden korku filmi izleyip kendini gerim gerim germek ister anlamış değilim ama bende o şekilde hem korkup hemde tek başına korku filmi seyredenlerdenim. Öyleki çeşme damlasa aklıma fena şeyler gelir. Yanlızken aynaya bakmam çünkü birisi bakar arkadan yansır felan. Gece yolculuğa çıksak ana yoldan asla sapmam, kestirmeleri sevmem. Otostopçulara güvenmem. Bu korku filmleri bizi paranoyak mı yapıyor dersiniz?
30. What Lies Beneath (2000)
Listemizin 30 numarasında Robert Zemeckis’ten bir hayalet öyküsü var. Çok gergin olmayan, hoş, klasik tarzda bir filmdir bu. Önce hayaletler evi basar, sonra kimse kahramanımıza inanmaz, araştırmalar neticesinde hayaletin derdi öğrenilir, çözülür. Bildik bir formül, evet ama yine de her seferinde seyrediyorum ben bu tarz filmleri. Bu da usta bir yönetmen elinden çıkma, merak uyandıran, saran, nadir de olsa yer yer zıplatan hoş bir seyirlik.
29. Silent Hill (2006)
Bunun bilgisayar ve PS oyunu senelerce insanları ellerinde joystick ile tir tir tittretti. E sonunda da filmi geldi tabi. Film, oyun kadar korkunç olmamakla birlikte genel atmosferi ve görsel gücü ile belli bir gerginlik sağladı yine de bünyede.
28. Evil Dead (1981)
Ben korkmamıştım çünkü ben bu kadar kör gözüm parmağıma tipi canavarlardan çok, fazla görünmeyen şeylerde korkarım ama bir dönemin çocukları bu filmi anlata anlata bitiremedi. Ormanların ortasında bir kulübe ve şeytani bir takım güçler. Özellikle de o ağaç ve tecavüz sahnesi hepimizn hafızasına kazındı. Zamanının korkutucu bugün bir kült film.
27. Fragiles (2005)
İspanya-ABD işbirliği. Yoksa aceba Güney Amerikalı mı? Neyse işte, Amerikalı olmayan bir yönetmen ve Ally McBeal, korkulu bir hastanede ve tabi yetim çocuklar ve tabi garip sesler. Kırılan kemikler de bonus’u. Fena değil. Ama nedense cok daha iyi bi film olabilirdi gibi geliyor bana bu film. Bir şey aksıyor, tam ne bilemiyorum. Yine de hos, gergin kısımları var.
26. A Nightmare on Elm Street (1984)
Bir iki, geliyor almaya seniiii... Üç, dört kapını örrrttt...! Olmazsa olmaz. Ne çektik çocukken. Daha üst sıraları hak etmekle birlikte sonradan geldiği korku/komedi kıvamı ve çizdirdiği karizması nedeniyle çocuk katili, kabusların efendisi Freddy Krueger abi. Yine de serinin bu ilk filminin hakkı yenemez tabi.
25. Carrie (1976)
Konu korku ise Stephen King bu işin piridir. Ve Brian de Palma ile baş oyuncu Sissy Spacek, bu romanın adaptasyonunda harikalar yaratır. Esasen bir teenage draması olan Carrie, okulda dalga geçilen tele-kinetik güçlere sahip bir kızın sonunda patlamasını anlatır. Ama ne patlamadır o! Esasında, yer yer korkutucu da olsa, bana sorarsanız yalnızlığa dair, baya baya hüzünlü bir filmdir bu çoğu Stephen King eseri gibi (bkz. Misery ve Dolores Claiborne).
24. Poltergeist (1982)
“Anmamak olmaz” tabir edeceğim bir film, Spielberg’den. Evdeki eşyaların hareketlenmesi türü paranormal aktivitelere verilen isim olan poltergeist, adından anlaşılacağı üzere, bu tip olayların olduğu bir evde geçiyor. Hayaletler filan. Lakin bana sorarsanız biraz zaman aşımına uğramış bir filmdir bu, bugün eskiden yaptığı etkiyi yapmaz, hayli naif kaçar. Yine de ayıp olmasın dedik, aldık tabi listeye, ne de olsa korku kulvarında bir mihenk taşı kendisi.
23. Devil’s Backbone (Espinazo del Diablo) (2001)
Korku olayına, kan manyağı Amerikalılar ve uzun saçlı küçük kız manyağı Japonlardan sonra, daha klasik tarzda hayalet hikayeleriyle İspanyollar da yavaş yavaş girmeye başlıyor. Guillermo del Toro’nun bu hüzünlü hayalet hikayesi, Franco zamanının İspanya’sında bir yatılı okulda geçiyor. Çocuklar, hayaletler, savaş… Güzel bir film kendisi.
22. It (1990)
Buyrun yine bir Stephen King. Üstelik de çocukluğumuzun popüler romanı It (O) adaptasyonu ile. İşbu film/roman yüzünden bir nesil palyaçolardan korkar oldu, sayın arkadaşlar! Kesinlikle romanı çok çok daha korkunçtur ama romanın hatırına TV filmi olarak çekilen bu filmi listeye almak zorundaydım. Konusu ne mi? Ee şey, konusu bir grup çocuğa musallat olan bir “şey” diyeyim ben size. Adından belli zaten o şeyin çok net bi şey olmadığı, öyle değil mi?
21. The Others (2001)
İspanyol yönetmen Amenebar’ın harikalar yarattığı ve Sixth Sense filmine 10 basacak bir şahanelik. Çok korkunç sayılmamakla birlikte, klasik tarzda bir hayalet hikayesi… Ağır akan bir film olması nedeniyle, gerginliğe de ortam sağlıyor, sağolsun. Ayrıca, süper finaliyle, hüzünlü hikayesiyle, atmosferiyle, mooduyla bu listede yer almayı herkes kadar hak ediyor işte efendiler!
20. The Orphanage (El Orfanato) (2007)
Son dönemde seyrettiğim iyi korkulardan biri bu da, tabi eğer kendisine korku denebilirse. Yine İspanyollardan geliyor ve yine çocuklar var, yine hayaletler var ve yine hüzünlü bir film… Bu vesileyle, İspanyolların korku trendini de yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz sanırım. Neyse efenim, yetimhanede geçen bu filmimiz bence hayli sarsıcı bir finale sahip. Seyrediniz, görünüz.
19. Shutter (Thai versiyonu: 2004 ve abd versiyonu: 2008)
Efenim, klasik bir “aa güzel bir uzak doğu filmi ama bizimkiler altyazı sevmez” vakası ile karşı karşıyayız. Ben Uzak Doğu versiyonunu tavsiye edeceğim ama siz bilirsiniz, tabii yine de. Gerçi ilginçtir ki Amerikan versiyonunu da Uzak Doğulu bir yönetmen çekmiş. Neyse efenim, konumuz bir fotoğrafçının çektiği fotolarda görülen garip figürler ve olayların derinine inilmesi. Klasik bir konu gibi ama geriyor mu, geriyor.
18. Stir of Echoes (1999)
Hayaletlerden kurtulamadık gitti. Yine bir hayalet filmi ile karşınızdayız. Bu filmimizde değişik bir bakış açısı yok değil ama, zira kahramanımız Kevin Bacon, normal bir hayat sürerken, bir gün hipnotize edilir ve garip vizyonlar görmeye başlar. Sonrası taii, bildiğiniz gibi bu vizyonların ne olduğunu anlama çabaları vs…
17. The Fly (1986)
David Cronenberg’ten klasikleşmiş bir bilim kurgu/gerilim/korku. Bir bilim adamı genetik deneyler yaparken, bir kazaya kurban gider de genlerini bir sineğinkiyle karıştırırsa neler olur? Sinek deyip geçmememek lazim, sineğin o boyutta olanı hiç de hoş bir şey değil. Evet, söylenecek çok bir şey yok bu film hakkında. İkincisini seyretmedim ama birincisi hakkaten de güzel filmdir.
16. Jacob’s Ladder (1990)
İşte en favori filmlerimden bir tanesi daha. Bu filme her ne kadar “korku”dan çok, psikolojik gerilim denmesi gerektiğini düşünsem de, bazı insanları baya bir korkuttuğunu bildiğimden listede. Benim içinse, korkutucu bir film değil, çok ama çok güzel bir film. Vietnam sonrası evine dönen bir askerin, gördüğü vizyonlar ve yaşadığı paranoyaları anlatan Jacob’s Ladder, şaşırtıcı son ile biten film furyasını bence başlatan filmlerden biridir. Dumur dumur dumurdur. Gerçi belki bu filmi bugün seyretsem o kadar dumur olmazdım ama zamanında çok şaşırmış ve etkilenmiş idim. Yine de dumur etkisini kaybetse dahi, güzelliğinden heç bir şey kaybetmeyen bir film bu kesinlikle.
15. 28 Days Later (2002)
Zombilik kurumu da hayaletler kadar popüler bir kavram korku piyasasında. Her ne kadar ben şahsi olarak hayaletleri daha çok sevsem de bu gerçeği yadsımak mümkün değil. E konu zombimsi insanlar olunca da, bu filmlerin bence en iyisi işbu maddemizdeki filmimizdir. Kötü bir virüs tüm şehri silip süpürünce, daha doğrusu zombileştirince, sağlam kalanlar ne yapar? Bunun devamı (28 weeks later) da iyiymiş diye duydum ama henüz seyretmedim.
14. Audition (1999)
Korku diyince, Uzak Doğu dememek olmaz. Hollywood’un bol efektli, kan-revan çorbası stili filmlerine son yıllarda Uzak Doğu daha yumuşak, gösterip de vermeyen tarzda filmlerle cevap veriyor ve bana sorarsanız, Amerikalılardan çok daha pis bir şekilde geriyor. Üstelik de “gore” yapacaksak, onda da kendi stilimizle sizi mahvederiz diyorlar. İşte bu film de bir Uzak Doğu gore’u diyebiliriz. Bir kere baştan uyarayım, Takeshi Miike’nin bu filmini pek anlamıyorsunuz. İlk yarı romantik komedi kıvamında. İkinci yarı başlayınca, “ulen aceba yanlış filme girdim” dedirtecek kadar, sert bir şekilde bambaşka bir filme dönüşüyor. Ve öyle işkence sahneleri gösteriyor ki, Hostel’deki gibi kofan kapalar görmemenize rağmen, sadece bir tek ses efekti ile mesela, ömrünüzden bir 10 yıl alıp gidiyor, gözleri kapamak yetmiyor, kulakları da tıkamak istiyorsunuz. İşin açıkçası bu filmi sevdim mi bilmiyorum ama gerildiğim kesin.
13. Cujo (1983)
Yahu bir köpek ne kadar korkutucu olabilir diyenler, Stephen King ile tanışmamış demektir. King’in elinde en sevimli köpek bile ruh darlayıcı bir varlığa dönüşebilir. Filmin konusu basit: Köpeğimiz Cujo bir yarasa tarafından ısırılır ve kuduz olur, olaylar gelişir. Lakin bu basit konudan dünyanın en klostrofobik, en daraltıcı, en gergin filmi çıkar mı, çıkar. Buyrun bakalım.
12. Alien (1979 -1982)
Biraz bilim-kurgu, biraz korku, bence bilim-korku. Üstelik de teker teker değil, seri halinde saldıran filmlerden. Uzayda içine ruh değil de yaratık kaçan insanlar. Yaratık da hayli yapış yapış, hayli iğrenç, bir de ne zaman nerden çıkacağı belli olmuyor. Bir bakıyorsunuz bir köşe başında, bir bakıyorsunuz birilerinin karnında… Tabii ki nerde olursa olsun, hep aniden fırlıyor ve seyirciyi zıp zıp zıplatıyor.
11. Psycho (1960)
Korku dedik, Hitchcock’suz olur mu? Ve tabii ki de listemize bu filmin yeniden çevrimini değil, ustasının elinden çıkmış olanını aldık. Konuyu bilmeyen var mıdır bilmem ama özetleyeyim. Issız bir otel, otelde çalışan bi adam ve annesi ve müşteriler ve cinayetler… Korku değil, gerilim dediğinizi duyar gibiyim. Sadece o kadar değil derim ben de, o Norman Bates’ten korkmamak mümkün mü?
10. A Tale of Two Sisters (Janghwa, Hongryeon) (2003)
Listemize Uzak Doğu’dan bir giriş daha… Ülkemizde “Karanlık Sırlar” adıyla gösterilmiş bu film (Bir başka Uzak Doğu korku filmi olan Karanlık Sular ile karıştırmayalım!), genelde hayalet çocukları işleyen ve tam anlayamasanız da sizi korkutan, klasik Uzak Doğu korkularından farklı. Daha çok psikolojik gerilim kategorisine girebilecek bu film, şaşırtıcı ve bir o kadar da hüzünlü sonu ve film boyunca yaşattığı “ne oluyor lan!” duygusuyla insanın içini feci şekilde darlayan bir yapıya sahip. Söylemeliyim ki, Uzak Doğu korkuları içinde bence en iyilerden ve hatta en farklılardan. Meraklıysanız, kaçırmayın.
9. Pet Semetary (1989)
Stephen King yazar da korkunç olmaz mı? Üstelik de gelmiş geçmiş, en bebek suratlı ve en şeytan çocuk burda! Nasıl korkmayalım. Kendisi 4 yaşında, melek yüzlü, şirinlik abidesi bişey almış eline bıçağı “Anneciiim seninle oynayalım mıııı?” diyip, hiç gözünü kırpmadan annesini kesebiliyor. Bana sorarsanız zaten bu filmin en korkunç yanı da zaten bu. Bu film, insanı hem evlat acısı gibi korkunç bir acıyla yüzleştirip, nerdeyse ağlatıyor, sonra da “vay sen misin çocuk öldü diye üzülen!”. Tokat etkisinde derler ya, işte da ondan. Sağ gösterip, sol vuran bi enteresan bi film bence.
8. The Omen (1976 – 2006)
Zannederim çocuk milleti, insanların gözünde zaman zaman sevimli olmakla birlikte, zaman zaman da korkutucu bir hal alıyor olmalı ki pek çok korku filminin korku objesi olarak, çocuklar öne çıkıyor. Bu çocuklardan en korkuncusu ise tabii ki 5 filmli ve bir 2006 remake’li Omen serimizdeki Damian’dır. Kafasına 666 kazılı, şeytanın çocuğu, şirin suratlı Damian, seri boyunca türlü türlü şeytanlık yapar, dur durak tanımadan çeşit çeşit insan öldürür, eh bize de ekran karşısında kasılmak düşer tabii. Sanıyorum, senarist kardeş, çocuğunun yaramazlıklarından çok bunalmış olmalı…
7. Rosemary’s Baby (1968)
İşte yılların eskitemediği bir Polanski klasiği. Korkutmak için kan, revan, iğrençlik veya özel efektlere ihtiyaç olmadığının kanıtı. Polanski’nin hamile karısı Sharon Tate’in Charles Manson klanı tarafından öldürülmesinden kısa bir süre önce trajik bir tesadüf olarak gösterime girmiş, gergin mi gergin bir film. Filmde hamile Rosemary, etrafındaki herkesin şeytanın emrinde olduğuna ve bebeğini çalmak istediklerine dair şiddetli paranoyalar yaşar ve sizi de ekran başında başka türlü paranoyalara gark eder.
6. Ring (2002) / Ringu (1998)
Hollywood – Japon farketmez, Ring bizi öyle böyle germez. Dediğim gibi hangi versiyonunu seyredeyseniz seyredin, adı isterse Samara olsun, isterse de Sadako, Japonların korkulu rüyası uzun saçlı kız çocuğu, dünyadaki herkesin evrensel bir güdüsüne seslenir: Tırsss tırssss tırsss! Arkasında esasında kapsamlı bir literatür olan Ring serisinin birinci halkasında, Samara / Sadako kuyulardan çıkıp gelerek, bizi apansız çalan telefonlara paranoyakça bakmaya iter. He kızımızı bu yollara esasında hayat koşulları itmiştir ve bu, kısmen bu filmde, daha detaylı olarak ise serinin diğer filmlerinde açıklanır ama yine de bu kadar da kötü olunmaz ki be kızım. Ayrıyeten Samara’nın daha detaylı görülebildiği Ring 2, asla gerginlikte Ring ile yarışamaz!
5. The Exorcism of Emily Rose (2005)
Valla bir sürü insan bu mahkeme ve şeytan harmanlaması filmde gerilmedi, ben ki kolay kolay korkmam, bu filmde baya bi sarsıldım. nedenini ise çok tecrübeli bir oyuncu olmayan baş kızımızın, oyunculuk yeteneğine bağlayacağım sanırım. Bu kızımız o kadar gerçekçi o kadar gerçekçi oynamaktadır ki, o çarpılmalar, o çığlıklar o kadar içtendir ki, “hakkaten lan kızın içine bi şey kaçtı galiba” dememek zordur. Ayrıca enteresan bir detay ise şudur ki, kız kamera arkası röportajlarında heç efekt kullanılmadığını, tüm o garip çarpılma hareketleri kendisinin yaptığını ifade etmektedir. Bence hakkaten içine ruh kaçmış o kızın filmde. Bir başka hoş detay ise filmin Alman kızın gerçek hayat öyküsüne dayanmasıdır. O olayda da kızımıza ruhlar musalat olmuş ve kız yemek yemeyi reddeder, Latince konuşur hale gelmiştir. Kız açlıktan ölünce de anne ve babası ihmalden suçlu bulunmuştur. Kilisenin onay verdiği ilk exorcism ritüeli de budur, teyp kayıtları falan dinlenmiştir mahkemede. Bu film de işte bu olayı anlatır.
Buyrun gerçek ses kayıtları ve fotoğraflar kullanılarak hazırlanmış video, ki bana bi kalp çarpıntısı geldi şu anda:
http://www.youtube.com/watch?v=q9SoRRZsPAk
4. Candyman (1992) ve Candyman 2: Farewell to the Flesh (1995)
Bir ve iki ama asla serinin üçüncüsü değil. Neden? Çünkü şahane gergin bir korku filmler serisi olan Candyman’in üçüncüsü kötüdür. Ama bir ve iki iyidir. Hele ki, bir numaralı Candyman, pek akıllı, pek gergin, pek korkunç bir filmdir. İkincisi de olayların nedenlerine eğilmesi açısından hoştur, izlenir. Özetle, korkarım ben şeker adamdan, mesela bugun bile aynaya bakıp 5 kere Candyman demem, etrafıma da dedirtmem. Neme gerek.
3. Event Horizon (1997)
İşte hayatımda gördüğüm en korkunç ve bir o kadar da tabiri caiz ise “underrated” filmlerden biri. Nedense seyredeni sever ama seyretmiş olanı azdır. Bana sorarsanız ise şu hayatta cehennem konspetini bu kadar az göstererek, bu kadar etkili anlatabilen nadir filmlerdendir. O yanlış yere giden ekibin kasetini seyrettikleri anda gördükleri kesik kesik görüntüler ve yardım çığlıkları senelerce aklımdan çıkmamıştır: “Liberate me… Ex inferis.” Tüyleri diken diken eden bir güzel filmdir bu. Çok severim. Bir o kadar da korkarım kendisinden.
2. Exorcist (1973)
Tüm “içine ruh kaçmış” filmlerinin şahı huzurlarınızda efenim. Üstelik de bu filmin gerçek birkaç hikayeden esinlendiği söylenir. Ve hayır efendim, yeni çevrimi değil, eskisi, efektlerin bu kadar gelişmediği bir zamanda yapılmış olanı. Ve yine hayır, serisi değil, bir numaralı exorcist, her şeyi başlatan exorcist. Bildiğiniz hani kafanın 180 derece döndüğü, yeşil yeşil kusmukların havada uçuştuğu, masum küçük kızımızın birden latince konuşmaya “f*** f*** f***” diye bağırmaya başladığı o meşhur film işte. Klişe mlişe demeyin, bunca yıl sonra hala korkunç diye izlenir kendisi.
1. Shining (1980)
İşte listemizin bir numarası. Stephen King ve Stanley Kubrick işbirliğinin neticesi, bizi gerim gerim geren Shining. Her ne kadar King, bu filmi hiç beğenmemiş olsa ve sonradan kitabının daha sadık bir adaptasyonu olarak pek uyduruk bir film yapılsa da, Kubrick bu filmde Stephen King’in kitapta yarattığı gerilimi vermeyi çok iyi becerir. Bitmeyen otel koridorları, garip odalar, tar tar tar diye bisikletiyle giden çocuk, korkunç bir Jack Nicholson, ay yarappim çocuğun garip sesiyle yaptığı Redrum teranesi… Bak düşününce bile içim sıkışıyor. Daha da geren bir film bence henüz yapılmadı.
Kaynak: İnternet
Sizde kendi favori korku filmlerinizi ekleyebilirsiniz arkadaşlar.