Vampirler Olsaydı Biz Bilirdik Elbet. İnsan Vampir Doğmuyor Ya ?
Fastastik teorilere göre vampirlik kalıtsal değil ve zaten üreme becerileri de yok. O nedenle vampir olarak doğmak şu ana dek ki bilgilerimize göre pek mümkün görünmüyor . Vampirlik üzerine ileri sürülen tüm kurgular ve aynı şekilde ilgili halk hikayeleri ve efsaneler (en azından benim bildiklerim) ısırılmak ve ardından vampir kanı içmek fantazisi üzerine. Ama bunların hiç birisi ilk vampirin nasıl oluştuğu sorusuna yanıt vermemektedir.
Ek olarak bir tür hastalığın (porfiria) bilmezlikten kaynaklı söylencelerle abartılmış olduğunu fikrini savunanlar var aynı şekilde porfirianın tek başına bu söylentileri destekleyecek kadar büyük bir etki bırakmadığını söyleyenler de.
Okuduğum yazıyı burada aktarmak istiyorum. Umarım sıkılmazsınız.
Vampir kültürü Babil’den kalan örneklere dayanır ve yüzyıllar boyunca değişimini inceleyen kapsamlı folklorik tarihsel araştırmalara konu teşkil eder. Kan emme ve öldükten sonra dirilme efsaneleri Orta Çağ’da yayıldı. 1200’lerde İngiltere’de Galli bir din adamı olan Walter Map bir vampirin bütün bir köy ahalisinin kanlarını emmek suretiyle öldürdüğünü iddia etti. Map’ın iddasına göre köyde sağ kalan son kişi kılıcını çekip kana susamış cehennem yaratığının kafasını ensesine kadar ikiye bölmüş ve tehlikeyi sona erdirmişti.
Vampir varlığına inanan bilim adamları vampirlerin kendilerince belirlenen özelliklerini şöyle özetlemişlerdir ; Acıyı en az düzeyde hissederler, vücutlarında özelliklede yüzlerinde çürüğe dayalı hafif çukurluklar ve izler bulunur, göz renkleri sürekli değişim içindedir ve iki göz asla aynı renkte bulunmaz. Beklenmedik zamanda, fark edemeyeceğiniz kadar hızlı ve bir o kadarda güçlü tepkiler verebilirler. Ten ısıları sürekli değişiklik içindedir. Gün ışığından etkilenmezler.(Vampirlerin güneş ışığında yok olduğu fikri Friederich Wilhelm Murnau'nun Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi filminde ortaya atılmış, Popüler kültür 'e ait modern bir düşüncedir.)Düşünce okuyabilirler bu nedenle onlara karsı koymak imkânsız gibidir. Zekalarını ve güçlerini asla bir kitlenin anlayıcağı bir şekilde dışarıya vurmazlar. Bahsedildiği gibi köpek dişleri ilgi çekici büyüklükte değildir.
Sadece Hıristiyan Avrupada değil çeşitli toplumlarda vampir efsaneleri yaratıldı. Hindistan’da kimi kadınlar , uyurken kana susamış cinlerin saldırısına uğradıklarına inanırlar. 1001 Gece Masalları’nda dişi vampirlerle ilgili öyküler yer almaktadır. Yeni Gine’nin Camma kabilesinde Ovengua cini ya da Borneo adasındaki Dayak kabilesinde Buau adlı varlık da benzer inanışlara dayanan yaratıklardır
California Devlet Üniversitesi araştırmacılarından kimya profesörü Wayne Tikkanen’in yaptığı araştırmaya göre vampirliğin asıl sebebinin Porfiria hastalığı olduğu tespit edilmiştir. 1700’lü yıllarda hastalık hakkında bilgisi olmayan Avrupalılar, hastaları vampir olarak niteleyerek lanetlemekteydiler. Bir çeşit kan zehirlenmesi olan Porfirya hastalığının ilerlemesiyle derinin kızılötesi ışınlara karşı zayıfladığı ve bu nedenle karardığını açıklayan Tikkanen, “Hastada anormal kıllanma görülür. Dudaklar kuruyup çekildiği için dişler ortaya çıkar. Hasta çok acı çeker. Sonunda çıldırır.” diyerek hastalığı açıklamıştır.
Hastalıkla anlatılan efsaneler arasındaki bazı uyuşmazlıklar vardır. Öncelikle portifia'nın bir çok çeşidi bulunmaktadır va bunlardan sadece en az rastlananı deri bozukluklarına yol açmaktadır. Ki bu bozukluklar sadece diş etinin çekilmesi değildir,yüz derisinde çatlamalar, burnun veya parmakların düşmesi gibi belirtiler de vardır. Orta çağda mezarlıklarından çıkarılan kişilerin bu kadar aşırı görüntü bozukluklarına sahip olduklarından bahsedilmemiştir. Ayrıca bu güne kadar kayıtlı olan 200 hastalık vakası vardır, ki bu da böylesine büyük bir efsaneye yol açabilecek büyüklükte bir sayı değildir.
Vampirlerin gün ışığına çıkamadıkları ilk defa roman yazarları tarafından söylenmiştir. Oysa 18 ve 19 yy. vampirlerine gündüzleri de rastlandığına dair söylentiler vardır. Ayrıca Drakula her ne kadar bembeyaz bir cilde sahipse de, balkanlarda "al yanaklı" tasvir edilen vampir efsaneleri vardır. Queen Of The Damned filmindeki Akasha esmerdir.
İnsan vücudu, sindirim sistemine giren her besini en küçük yapı taşına ayırıp, bundan kendi moleküllerini yapar.Portifia hastalarının ihtiyaç duyulan o karmaşık molekülü kan içerek sağlayamaz. Ayrıca sarmısakta portifinın etkilerini arttıracak maddelerin varlığı kesin olarak kanıtlanamamıştır.
Orta çağda daha yaygın olan bir hastalığın daha bu inanışların kaynağı olabileceği düşünülmektedir. Bu hastalıkta kişi uzun bir süreliğine bayılır. Bilinci yerindedir ancak vücudunu kontrol edememektedir. Bir süre sonra hasta, büyük ihtimalle bir tabutta, ayılır/uyanır. Bu hastalık nadir de olsa günümüzde de görülmektedir. Discovery Channel'da bir kadın, üç defa morgda uyandığını anlatmıştır.
Türk folklorunda sık karşılaşılmasa da Batı’nın literatürlerine girmiş kayıtlar mevcuttur (Vampir-cadı bağlantısı ve kriminoloji kayıtlarına girmiş olan 1970’li yıllarda Cihangir vampiri gibi olaylar da yaşanmıştır)
1884’te Budapeşte Üniversitesi öğretim üyelerinden ve şarkiyat akademisinin kurucusu Profesör Arminius Vambery, özyaşamsal kitabı “Arminius Vambery : Yaşamı ve Maceraları”nda Türkler'deki bazı vampir inanışlarına da değinmektedir. Macar dilinin köklerini araştırmak amacı ile Orta Asya’ya kadar derviş kılığında yolculuk eden Vambery’e göre: “ Osmanlılar’da yaygın bir inanışa göre vampirler ağaç kovuklarında gizlenirler ve oralarda avlanırlarmış. Ele geçirilen vampirler kelleleri kesildikten sonra bir çuvala konup denize atılırmış.”
“Cadılar hortlayan ölülerdir” diye açıklar Prof. Pertev Naili Boratav ve ekler “Çokluk kadınların cadı olduğuna inanılır , ama erkeklerden de cadılaşanların bulunduğuna kanıt belgeler vardır. Türk geleneğindeki cadı aşağı yukarı Batı inanışlarındaki vampiri karşılar . Cadılar mezardaki taze ölüleri çıkartıp ciğerlerini yerlermiş. Bir Rumeli anlatmasından öğrendiğimize göre eskiden cadıları zararsız hale sokan uzman cadıcılar olurmuş.”
Borotav’ın vurguladığı cadı vampir ilişkisini ve cadıcıları kanıtlayan ilginç bir belgeyi Mehmet Seyda sunmaktadır: Aşağıdaki yazı 1833 yılında Tırnova kadısı Ahmet Şükrü Efendi tarafından hükümet merkezine gönderilmiş ve Takvim-i Vekayi gazetesinin 69. sayısında yayınlanmıştır:
“Tırnovada cadılar türedi . Gün battıktan sonra evlere dadanmaya başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve bazen içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde bulduğu yastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır insanların üzerine taş, toprak, çanak ve çömlek atar, hiç kimse bir şey göremez. Birkaç kadın ve erkeğin üzerine saldırmış. Bunlar çağırıldı, soruldu: “Üzerimize sanki manda çökmüş sandık“ dediler. Bu yüzden mahalle halkı evlerini başka yana taşımışlardır. Kasaba halkı bunların cadı denilen habis ruhların eseri olduğunda ittifak etti. İslimye kasabasında cadıcılık ile tanınmış Nikola adındaki adam getirildi ve kendisiyle 800 kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir resim hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki habis ruh imiş. Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi. Resimli tahtayı parmağında çevirmeye başlayınca resim sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalarından Tekinoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki şakinin mezarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. Cesetler yarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer dörder uzamış bulundu. Gözlerini kan bürümüş, gayet korkunç idi. Mezarlıktaki bütün kalabalık bunu gördü. Bu adamlar sağlıklarında her türlü pis çirkin işi yapmış, ırza, namusa, mala saldırmış, adam öldürmüş Yeniçeri ocakları kaldırıldığı zaman her nasılsa yaşlarına bakılarak cellada verilmemiş ecelleri ile ölmüş kişilerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetmezmiş gibi şimdi de halka habis ruh olarak tebelleş olmuşlardı. Cadıcı Nikola’nın tanımına göre , bu gibi habis ruhları defetmek için cesetlerin göbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar su ile haşlanırmış. Ali Alemdar ile Apti Alemdar’ın cesetleri mezardan çıkarıldı. Göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı “bu cesetleri yakmak gerek” dedi. Bu hususda şer’an da izin verildi ve iki yeniçerinin mezardan çıkarılan cesetleri mezarlıkta yakıldı. Çok şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu”
Tırnova kadısının naklettiği olay türün literatürüne uygun bir vampir olayıdır. Arada küçük farkları olsa da klasik cadıcılık yöntemlerini izlemektedir. Örneğin kazık göbeğe değilde kalbin hizasına çakılır yürekleri kaynatmak kadar cesetlerin kellelerini uçurmak da geleneğe göre etkin bir çaredir. Bu tür asılsız söylentilerin halkı disiplinsiz yeniçerilere karşı harekete geçirmek için ortaya atıldığı sanılmaktadır. [1]
Vampir araştırmacıları Dünyayı dolaşarak vampirliği araştıran Rosemary Ellen Guiley, çeşitli ülkelerdeki pek çok vampir derneği ve sayısız insanla görüşerek akademik çevrelerin ilgilendiği bir araştırma kitabı yayınlamıştır. Bu özelliği Guiley’i bir vampir araştırmacısı yapmaktadır.
Guiley araştırmasında etkileyici veriler elde etmiş ve şu sonuca ulaşmıştır :
"Gerçekten de vampir inancı Slav folklorundan doğmuştur; mezardan çıkan ölüler, kötü ruhlar, şeytani yaratıklar, kan içen doğaüstü güce sahip insanlar, kurt adamlar veya cadılar veya hayvani şekillere dönüşmeler; daha ne ararsanız arayın; tümünü Slav folklorunda bulabilirsiniz." Ama Guiley, böyle standart özelliklere sahip iddia edilen biçimde bir vampirin olmadığını söylüyor. Aksine vampirler doğal ortama kendilerini uydurmaya muktedirdirler ve gelişimleri sürekli aldatıcı görünüşler halindedir; amaç kolektif insan bilincini yanıltmaktır. Bu tanım, aslında Vampir Realitesi'nin arzuladığı tanımlamanın doğrultusundadır ve bilinçlidir. "Tanıdığım vampirler kesin ve dürüst inançlılar; bilinç düzeyinde veya altında vampir olduklarından eminler. Onlar geceye aitler, gizemi seviyorlar; gün ışığına karşı duyarlılar ve en önemlisi bireysel yaşamı seviyorlar, buna karşın sıradan insanlarla yaşamı paylaşmaktan hoşlanmıyorlar. Ancak, kendilerine benzeyenlerle zaman zaman kan içmek için bir arada oluyorlar, yaşamlarındaki değişimin kontrol dışı olduğu inancındalar. Vampire dönüşmenin onları insanlardan ve hatta kötülüklerden koruduğu düşüncesindeler. Vampir Realitesi'nde yaşayanların bazıları ruhsal çalışmalarla meşguller, bu gruba ‘Ruhsal Vampirler’ diyebiliriz, susuzluklarını kanla değil başkalarının yaşam enerjisini boşaltmakla veya emmekle gideriyorlar, Ruhsal Vampirler daha dışa dönükler çünkü çevrelerinde insanlara ihtiyaçları var, kurbanlarını bu yoldan bulabiliyorlar. Onları tanımak daha kolay, aşırı gece tipi olmaları ve musallat oldukları insanların birkaç saat içinde tüm enerjilerini yitirmeleri dikkat edilmesi gereken olaylar." ve darren shan'in ucubeler sirki serisine göre vampirler sadece beslenme alışkanlıkları değişik yaratıklardır ve vampir olmadan önce insanlardır. Fakat insanlardan daha güçlü daha hızlı daha çevik ve dayanıklılardır 10 yılda bir yaş yaşlanırlar insanlardan daha az acı hissederler kutsal su sarımsak ve benzeri şeyler zarar vermez . onları öldürebilecek şeyler çiddi bir yara ( ki çok ciddi olmalı ) kalbe saplanan kazık bıçak vs. ve vampirler insanlardan sadece yeteri kadar kan alıp onları yaşamlarına kaldığı yerden devam ettirirler
Psikiyatrinin babası Carl Gustav Jung, kolektif bilinçaltı kuramında insanlığın ortak bir ruh alanında veya frekansında bir bütün olduğunu veya iletişimde olduğunu savunur. Kolektif bilinçaltı zamanın başlangıcından beri insanlık tarafından paylaşılmakta, ilkel anıları ve örnek tavırları yani arketipleri içermektedir. İşte bu örnekler, insanları çeşitli biçimde etkiler: Hayallerde, rüyalarda, dini inançlarda, mitlerde, sanatta ve folklörde belirir. Jung'un bu kuramına göre, vampirler de kolektif bilinçaltındaki arketiplerden biri olarak yorumlanabilir
Efsane : Kain
Ve Tanrının kendisi, Uriel'ın ağzından Kain'e son ve en büyük lanetini verdi:
"Sen ve senin çocukların, bu diyarda gezdiği sürece karanlığa tutunacaklar. Sadece kan içecekler. Sadece kül yiyecekler. Bir ölü gibi yaşayacaklar, fakat ölmeyecekler. Son günlere kadar dokunduğunuz her şey yok olacak!"
Bu lanetle Kain acı bir çığlık attı, gözlerinden kan geliyordu. Kanı bir kabın içine doldurdu ve içti.
Kafasını kaldırdığında Cebrail karşısında duruyordu. Fırtına sonrası sessizliğinin verdiği yankıyla: "Âdem'in oğlu, Havva'nın oğlu; babamın bağışlayıcılığı sandığından çok daha büyük. Şimdi bile affedilmeye bir yol açıldı. Bu yola "Golconda" diyeceksin. Çocuklarına ondan bahset, çünkü sadece bu yolla yeniden ışıkta yürüyebileceksiniz."