Makaveli Troyka
Kayıtlı Üye
ALLAH eksik sıfatlardan münezzehtir.
Ateizm bir din değildir. Bir tepkisel akım olduğunu düşünüyorum.
Ateist insanlarınsa birbirine benzediklerini düşünmüyorum.
Çünkü hepsinin uyması gereken emir ve yasaklar yok.
Kuralsızlığın içinde tekdüze bir insan kalıbı beklenemez.
Herkesin aynı olmasına bir tepki olarak çıkmış bir akım diye biliyorum.
Yani bazı atestlerin bir amacı da marjinal,aykırı olmaktır.
Ateistlerle, Tanrıya inan kişilerin bu konularda konuşması bence zararlı.
Farklı dinlerden kişilerinde dinler hakkında konuşması zararlı.
Senin inancın benim inancım diye başlayan diyalogların sonu kalp kırıcı oluyor.
Ayrıca birbirine benzeme ihtiyacı olmasa insanların.
Farklılıklarımıza rağmen saygı duyup, onu kendimize benzetmeye çalışmasak.
Bizden olmayan, bizim karşımızdadır görüşü olmasa toplulukların
işte o zaman gerçekten birşeyleri karşılıklı konuşacak seviyeye gelebiliriz.
Bir insanı değiştirmeye neden çalışır ki başkası?
Hele de o kişi kendi yolunun doğru olduğunu nereden biliyor?
Belki yolu doğru sanarken, karşıdakini de kötülüğün içine sürüklüyor olabilir.
Evrende o kadar doğru varken hangisinin gerçek doğru olduğunu kim bilebilir?
Dünya bugüne kadar binlerce farklı Tanrı görmüşken,
doğru olanın hangisi olduğunu kim bilebilir?
Belki de hiç ihtimal vermediğimiz bir eski Tanrı yeniden
popüler olur veya gerçek Tanrı çıkabilir.
Bir insanın belki de hayatta yapması gereken en önemli görevi; Tanrıyı bulmak.
Dünyada arayıp da bulunamayacak yine aynı şey yine Tanrı.
Bu kadar farklı din, dini görüş, emir, yasaklar varken
sonunda bu işten kimin haklı çıkacağını merak ediyorum.
'''ALLAH eksik sıfatlardan münezzehtir'''
Öncelikle bir zamanlar ben de ateisttim. Nedeniyse şu soruya yanıt bulamamamdı: Eğer Tanrı ezelden beri var olabiliyor ise, evren neden olmasın? Konuyu daha da açalım. Tanrı mı daha mükemmel ve kusursuz bir kavramdır, yoksa evren mi? İnanan biri için verilebilecek tek yanıt kuşkusuz "Tanrı"dır. Çünkü "evren" yanıtı verse bu kez evren Tanrı'nın ta kendisi olur. Ama biliyoruz ki evreni yaratan Tanrı'dır. Ve kuşkusuz Tanrı, evrenden daha mükemmel bir kavramdır. Fakat durum böyleyse o zaman evrenin kendiliğinden var olma olasılığı, Tanrı'nın kendiliğinden var olma olasılığından daha yüksek oluyor. Örneklendirelim: Tanrı, evrenden daha mükemmel ve kompleks bir kavram. Evren ise Tanrıya göre daha az mükemmel. Bu durumda Tanrı bir kitap olsa, evren de ancak o küçük bir sayfa gibi kalır onun yanında. Bu durumda bir kitabın mı kendiliğinde var olması, ya da ezeli olması daha olasıdır, yoksa küçük bir sayfa parçasının mı? Tabi ki küçük bir sayfanın kendiliğinden olması daha mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden var olması ihtimali, Tanrı'nın ezeli olmasından daha mümkün sonucu çıkıyor ortaya.
Gel gelelim şimdiye. Bu sorunun yanıtını maalesef bulabilmiş değilim. Gelen yanıtlarda açıkçası pek tatmin edici olmuyor. Çok dua ettim bu sorunun yanıtını tam anlamıyla bulabilmek için ama henüz bir cevap verememekteyim. Peki nasıl Müslüman oldun sonra diyenler için söyleyeyim. Gecenin birinde yine kitaplara dalmışken bir kitapta şu çok ilgimi çekti: İslamiyet güçlü bir sihir ya da büyü yapılarak oluşturulmuş olabilir. Çünkü cahiliye döneminde insanlara kesinlikle yeni bir din gerekliydi. Dolayısıyla ya Muhammed güçlü bir sihirle insanları yanına çekip kendisi yeni bir din oluşturduysa?..
İşte bu soru o gece çok kafamı karıştırdı. İçten içe ben de hak vermeye başladım. Ya gerçekten de güçlü bir sihirse... Ya yanlış din ise... Aradan bir kaç saat geçtikten sonra Türkçe Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmaya karar verdim. Kitabı elime aldım ve ortalardan her hangi bir sayfa açtım. Hangi süre ya da hangi ayet olduğunu hatırlayamıyorum çünkü o sıralar daha 13-14 yaşlarındaydım ama kitaptan rastgele bir sayfayı açar açmaz gözüme ilk çarpan şuna benzer bir ayet oldu: "Onlar bunun bir sihir olduğunu düşünürler ama değildir." ...
Allah, onların kalpleri ve Kulakları üzerine mühür vurmuştur; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azap da onlar içindir. (Bakara 7)Ne ilginçtir ki mirasla ilgili ayetler bize bu oranların “mutlak” olmadığı çıkarımını yaptırabilecek şekilde devam ediyor. Tabii bir inkârcıyı bu bile ikna etmeye yetmez. O bunu kelime oyunu olarak görecektir. Kuran’ın bu çıkarımı yapabilmemize imkân vermesini ise ya hiç değerlendirmeyecek ya da sadece “şans” olarak değerlendirecektir. Bunun farkındayız. Ama önemli olan bizim aklımızın huzur bulması...
anladığım kadarıyla sizin aklınıza takılan tanrı ve evren arasındaki hangisinin daha güçlü olduğudur
yanlış anladıysamda kusuruma bakmayın
Kuranda mucize olarak adlandırılan ( bana göre ) bazı meseleler var bunlar birer mucizedir
mesela Kuranda evrenin durmadan genişlediğinden söz edilir modern çağda ise bazı gözlemlerle evrenin genişlediği ıspatlanmış
1400 yıl öncesinde çölde yaşıyan okuma yazma bilmeyen birisi bunu bilemez o günün arap toplumu okuma yazmaktan çok uzaktı peygamberimizin son döneminde bile okuma yazma bilen sahabe sayısı 9'u geçmez
başka bir ayette şöyle buyrulur
"yer yüzünde herşeyi sizin için yaradan sonra göğe yönelip onu yedi gök olarak düzenleyen odur"
bugün modern bilim ıspatlamıştır ki göğün katları yedi'dir
bu mucize niteliğindeki bilgileri verdikten sonra şöyle bir şey düşünün
siz bugün bir icat yaptınız çağımızdan çok çok ilerilerde olan bir icat ama bunu piyasaya sürmediniz sakladınız bunu ve uzun yıllar sonra birilerine haber veriyorsunuz icat ettiğiniz şeyi
bu durumda bu icat sizden büyük mü oluyor yoksa bunu aklınızla tasarladıgınız için sizmi büyük oluyorsunuz ?
İlk müslüman kimdir ?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim."
bu iddiaları savunanlarda aslında iyi biliyorlar ki buradaki tek nokta şudur " biz islamın yorumunu kaldıralım kendi yorumumuzu katarak bu tercümeleri koyup kafa karıştıralım "
bundaki felsefi amaç budur şimdi ilk müslüman kimdi ona bakalım burada islamın ne yorum getirdiğine bakmakta fayda olucaktır
müslüman demek teslim olmuş demektir Her gelen yeni din için ilk inanan,ilk teslim olan olacaktır...Mesele bu kadar basit...Hanif dininde ilk müslüman İbrahim ( teslim olmuş ) yahudiliğe göre ilk müslüman hz.musa (teslim olmuş ) islama göre ilk müslüman hz.muhammed s.a.v ( teslim olmuş )
eğer müslümanlık ifadesi sadece günümüzde yaşadıgımız islam dininini temsil etseydi ozaman bu çelişki iddiaları doğru olurdu ama burada Allah bu ayetleri getirirken Allahın merkezi koydugu anlayışa bakmak lazım ateistler bir yaratıcıya inanmadıgı için bunu katmadan yapıyorlar
.....
İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
bilindiği gibi iblis ateşten yaratıldı melekler nurdan iblis kovulmadan önce meleklerden üstün kılınmıştı meleklerin başına geçirilmiş onlara hocalık ediyordu Allahın izin verdiği kadarınca meleklere bilmedikleri şeyleri öğretiyordu dolayısıyla burada şeytanda o topluluğun içindeydi bakara suresinin 34 ayetine o meleklerin topluluğuna emir verdiğini söylemiştir ademe secde etme zamanı geldiğinde o topluluğun içinde olan şeytan inkar etmiştir bunu kehf suresi 50 ayettede şeytanın inkar ettiğini melekler arasında bulunan cin taifesinden olduğunu belirtiyor burada bir çelişki yoktur buna bir örnekte bulunduğumuz sitede araştırmalar yaparak uğlaşabileceğinizi umuyorum meleklerle cinlerin bir araya bazen gelebileceğini anlıyabilirsiniz
mesela bazı zaatlar geleceğe ayit haberler veriyor bu haberlerin nasıl onlara geldiğini kuran açıklıyor melekler bazı şeyleri konusup dururken cinler melekler topluluğunun varabilecekleri kadar yakınına gelip meleklerin sözlerini çalıp kaçıyorlar
melekler geleceği nasıl bilebilir derseniz eğer bunada kitap-ı kurandan delilim şu olur
"Hani melekler demiştiki : ey rabbimiz sen yer yüzünde bozgunculuk yaratıcak ve sana isyan edicek bir mahluku niye yaratıcaksın bizim itaatimizde bir kusurmu gördün Allahta onlara buyurdu : şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim"
bu ayetten anlaşılıyor ki insanlar daha yaratılmadan bu meleklere haber verilmiştir rabbimiz tarafından ve geleceğe dair haberleri kendi aralarındada konuşurlar bu verdiğim misalle burdan bir yol çizebilirsiniz
.....
Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
suyu indiren Allahsa ölü memleketleri dirilten kim ?
burada aklımıza şöyle bir soru getirelim hastalandıgımızda bizi iyi eden bize verilen ilaçlar ise bu ilaçları hazırlayan doktorların bir payı yokmu ? o kimyagerler hummalı bir çalışmayla bu ilaçları bizim için hazırlamasa onların içeriğinde bulunan zararlı maddeleri içlerinden ayıklamasalar sırf bu ilaçların içindeki bitkiler bizi iyi edermiydi ? mesela bir rahatsızlıgı olan bir hasta bulun onun kullandıgı ilacın içeriğine bakın hangi maddeler hangi bitkiler var ve onları temin edip doktor elinden geçirmeden o hastaya yedirin / içirin bu o hastaya şifa verir mi ? içinde zararlı maddeleri ayıklama işini kim yapıcak her halukarda tıpçılara ihtiyaç var
yağmuruda indiren Allah ise ölü memleketleri dirilten ne için gene o Allah olmuyor ?
Kurandaki biz ifadesi ise şudur yaradan kendi büyüklüğünü ifade ediyor burada
hatta bu konuda halk arasında yıllardır gelen bir deyim vardır
"Ey insan oğlu acizliğini gör de büyük olmadığını anla rahman kendisine biz der tüm büyüklüklerin ona ait oldugunu belirtir sen ise hala ben illede ben demekle meşgulsün"
.....
cennetin genişliği nekadardır
Önce şunu belirtelim ki, bu ayetlerin hiçbirinde “göklerle yer arası kadar...” ifadesi yoktur.
Ali İmran Suresi'ndeki ayette “semavat = gökler” çoğul şeklinde, Hadid Suresi'ndeki ayette ise, “sema = gök” tekil olarak kullanılmıştır. Bunda bir çelişki yoktur. Çünkü, “sema” kelimesi bir cins isim olduğu için çoğul (gökler) manasını da vermektedir. Nitekim Türkçe’de de bunu görüyoruz; bazen “gök”, bazen de “gökler” diyoruz ve aynı şeyi kastediyoruz.
......
miras hukukunda hata varmı ?
bu konuda gayet açıklayıcı bir yazı buldum yazı hakkında detaylıca düşündüğümüzde cevabı gayet açık
İslam’ın mirasla ilgili hükümlerini düzenleyen ayetler temel olarak Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerdir. Bu ayetlerde mirasçıların hakları belli oranlar verilmek suretiyle düzenlenir. Aşağıda bu ayetleri veriyorum:
Nisa / 11-12 (Y. Nuri Öztürk)
Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan gelen bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.
Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
Bu ayetlerde verilen oranlardan yola çıkan bazıları kendi akıllarınca enteresan miras paylaşımı senaryoları üreterek İslam’a ve Kuran’a saldırmaktadırlar. Konuyu bir örnekle açıklayalım: “Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”. Bu örneği ortaya atan kişiler çözümü de (!) kendileri verirler: “1/6 + 1/6 + 2/3 + 1/8 = 1,125”. Yani oran 1,0 dan büyük, o halde Kuran'da matematik hatası var!
Benzer bir duruma ilişkin ilk problem Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmış ve sahabeler bu problemi “avliyye” dedikleri bir yöntemle çözmüşlerdir. Bu yöntemin ne olduğunu anlatacak değilim, isteyen internette yöntemle ilgili kaynak bulabilir. Ancak bu yöntem inkârcıları (ve belki de bazı inananları) ikna etmemektedir. Onlara göre bu yöntem bir hileden başka bir şey değildir. Bu yöntem ilk başlarda benim de aklıma pek yatmamış ve ciddi bir şekilde Kuran’dan şüphelenmeme neden olmuştu.
Aslında problemin kaynağı Kuran’ın bu ayetlerinde verilen oranları “mutlak” oranlar olarak kabul etmekten kaynaklanıyor. Yani örneğin 3 kız kardeş için verilen 2/3 oranı “mutlak” bir oran farz ediliyor. İyi de gerçekten öyle mi? Bu oranlar mutlak oranlar mı, yoksa bir tür “tavan” ya da “taban” değerler mi? Bu oranların “mutlak” olmadığını iddia etsek bile, buna Kuran’dan delil getirmediğimiz takdirde kimseyi ikna edemeyeceğimiz çok açık…
Bu amaçla öncelikle Nisa/11 ve Nisa/12 ayetlerini incelememiz gerekiyor. Bu ayetlerin sonunda yer alan ifadeler bu açıdan oldukça önemli: “ferıdatem minellah” ve “vesıyyetem minellah”. Sadece 2’şer tane Arapça kelime! Bu ifadelerden yola çıkarak bu oranların mutlak olduğu kesinlikle iddia edilemez. Ancak buna rağmen bazıları örneğin A. Yusuf Ali İngilizce mealinde “bu sabit oranlar Allah tarafından emredilmiş/belirlenmiştir” şeklinde bir çeviri yapmış. Bu 2 kelimenin neresinde “sabit oranlar” lafzını gördü bilmiyorum, ona sormak lazım! Örneğin M.H. Shakir “ferıdatem minellah” ifadesini “bu Allah’tan bir buyruk/düzenlemedir” şeklinde çevirmekle yetinmiş. Yukarıya aldığım Nisa/11-12’nin Türkçe çevirileri ise Y. Nuri Öztürk’e aittir. Bu ifadelerle ilgili bir diğer nokta da şu: Her 2 ifade de verilen oranlardan hemen sonra gelmiyor. İlk ayette araya “Babalarınız var, oğullarınız var …” diye başlayan 2 cümle giriyor, ikincisinde ise arada “Kimseye zarar verilmemelidir” şeklinde bir ifade mevcut. Şu halde “Allah’tan bir buyruk” ya da “Allah’tan bir görev” olan şey nedir? Bu oranları sabit kabul edip aynen uygulamak mı? Babalar ve oğullar ve diğer mirasçılar arasında ayırım yapmayıp adaletli bir dağılım yapılmasına izin vermek mi? Bence ikincisi! Aslında bu “emrin” ne olduğunu anlamak için bu ayetlerin devamına bakmak gerekiyor.
Kuran’da bu oranların “sabit” ya da “mutlak” olmadığına dair delil hemen bu ayetlerin devamında mevcut… Surenin 13 ve 14. ayetleri aynen şöyle:
Nisa / 13-14
İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve onun resulüne itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere, orada sürekli kalıcılar halinde, sokar. İşte bu, en büyük başarıdır. Kim de Allah'a ve onun resulüne isyan eder, Allah'ın sınırlarını da aşarsa, Allah onu, içinde sürekli kalıcı olarak ateşe sokar. Artık onun için yere batırıcı bir azap vardır.
"İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır" şeklinde çevrilen ifadenin Arapçası "Tilke hududu(A)llah". Yani çeviride bir hata/kasıt yok. Hudut kelimesi Türkçe'ye de geçmiş bir kelimedir. Sınır kelimesinin ise ne anlama geldiği herkesçe malum. “Aşılmaması gereken bir nokta, bir çit, bir değer”… Yani bu oranlar sadece birer sınır ve asıl olan bu “sınır” değerlerini aşmadan onlara yaklaşmak… Dolayısıyla bu oranların “mutlak” olduğunu iddia etmenin hiçbir temeli yok…
Şimdi sorun şu: Yukarıdaki ayetlerde geçen “emir” kelimesiyle aşağıdaki ayetlerde geçen “sınır” kelimesi birbiriyle nasıl bağdaşır? Aslında yanıt çok basit: Allah’ın emri olan şey bu sınırlara riayet etmek! Bu sınırlara riayet etmek ise onları aşmamak ve onlara mümkün olduğunca yaklaşmak ile olur. Yani “emrin” ne olduğunu anlamak için önce aşağıdaki ayetlere bakmak ve sonra dönüp “emri” buna göre değerlendirmek gerekiyor. Kısacası Allah’ın emri olan şey mirasçılar arasında ayrım yapmayarak verilen oranları birer “sınır” olarak alıp bunlara uymak! (Ama sonuçta bunların “sınır” olduğunu unutmamak şartıyla!)
Bu “sınır” olgusunun bu şekilde ifade edilmesinin de bazı sebepleri var: Örneğin 2’den fazla kadın ise 2/3 olarak verilen oran, “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” olarak verilebilir ve böylece bunun bir üst limit olduğu açıkça ortaya konabilirdi. Ancak bu durumda neler olacağını tahmin etmek güç değil. Bu tarz bir ifadeden istifade eden birileri mirasçı 3 kıza 2/3 oranında pay vermek yerine 1/10 ya da belki hiç pay vermeyebilirdi. Dolayısıyla Nisa/11 ve 12’de “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” tarzında ifadelerin kullanılmaması anlamlıdır.
O halde asıl olan bu oranlara mümkün olduğunca uymaya ve yaklaşmaya (!) çalışmaktır. Ancak sonuçta bunlar bir “sınırdır”. Yani mutlak oranlar değildir. Matematikteki limit kavramının buna çok benzer olduğunu bilenler bilirler. Bilmeyenler bilenlerden sorsun öğrensin!
Bu “sınır” kavramına başka ayetlerde de rastlıyoruz. Örneğin oruçla ilgili bir ayet olan Bakara/187’de de bazı sınırlar konuyor:
Oruç günlerinin gecesi kadınlarınızla ilişkide bulunmanız size helal edildi. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysi durumundasınız. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Şimdi onlarla ilişkide bulunun, Allah'ın sizler için yazdığını isteyin ve fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yiyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz, mescitlerde itikaf halinde iken onlarla ilişkide bulunmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; sakın onlara yaklaşmayın! Allah böylece, sakınıp korunsunlar diye insanlara ayetlerini iyice açıklıyor
Yukarıdaki ayette yiyip içme için ve cinsel ilişki için bazı sınırlar konulmuş. Bu ayette yiyip içmeyle ilgili sınırın “kadar” denilerek verildiğine dikkat edin. Çünkü burada “kadar” ifadesinin kullanılmasının miras ayetlerinde olduğu gibi bir risk oluşturmadığı açık…
Bir başka ilginç nokta da Nisa suresi ayet 14 ile yukarıdaki Bakara/187’yi karşılaştırınca ortaya çıkıyor. Bakara187’de Allah’ın sınırlarına “yaklaşılmaması” emrediliyor. Oysa Nisa/14’te “aşılmaması”. Eğer Nisa/14’te de “yaklaşmayın” denseydi benim yaptığım tüm bu yorumlar geçersiz olurdu! Hele hele matematikteki limit kavramı ile kurduğumuz benzerlik tamamen geçersiz hale gelirdi. Ne dersiniz? Neden burada “yaklaşmayın” denmiyor da “aşmayın” deniyor? Şans mı? Hiç sanmam!
Ne ilginçtir ki mirasla ilgili ayetler bize bu oranların “mutlak” olmadığı çıkarımını yaptırabilecek şekilde devam ediyor. Tabii bir inkârcıyı bu bile ikna etmeye yetmez. O bunu kelime oyunu olarak görecektir. Kuran’ın bu çıkarımı yapabilmemize imkân vermesini ise ya hiç değerlendirmeyecek ya da sadece “şans” olarak değerlendirecektir. Bunun farkındayız. Ama önemli olan bizim aklımızın huzur bulması...
Bu “sınır” çıkarımı aynı zamanda Hz. Ömer zamanında yapılan “avliyye” uygulamasının da son derece yerinde ve makul bir yöntem olduğunu göstermektedir. Çünkü her ne kadar Kuran’da verilen oranlar bire bir elde edilmese de, konulan “sınır”lar asla aşılmamaktadır. Avliyye uygulamasında mirasçılar Kuran’da verilen oranlardan daha düşük bir pay almakta ve Kuran’ın “sınırları” bir tür “tavan (üst limit)” görevi yapmaktadır ve “sınır” (aşağıdan yukarıya) aşılmamaktadır.
Reddiyye ise bunun tam tersi durumlarda uygulanan bir yöntemdir. Yani mirasçıların Kuran’da verilen paylarının toplamı 1,0 dan daha düşük çıkmaktadır. Bu durumda da mirastan artan kısım yine mirasçılara Kuran’daki payları ölçüsünde bölüştürülmektedir.
Reddiyye işlemindeki paylaşım oranlarına itiraz etmek için sadece mantıkla düşünme hastalığına yakalanmış olmak ve sağduyudan yoksun olmak gerekir. İçimize sinmese de biz yine de böyleleri için de bir açıklama yapalım: Reddiyye işleminde Kuran’da verilen “sınır”lar bir tür “taban (alt limit)” görevi yapmaktadır. Sonuçta da “sınır”lar aşılmamakta (bu defa sınır yukarıdan aşağıya!), kimsenin hakkına tecavüz edilmemektedir.
Meseleyi bir Kuran ayetiyle noktalamak istiyorum:
Bakara / 26
Allah bir sivrisineği, hatta üstündekini örnek vermekten sıkılmaz. İman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler ise: "Allah böyle bir örnek ile ne demek istemiş?" derler. Evet! Allah onunla bir çoğunu da şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola getirir. Onunla ancak fasıkları şaşırtır.
YAZARIN NOTU: Bu makaleye bin dereden su getirip itiraz edenlere ve edeceklere hatırlatmadır: Benim herkesi ikna etmek gibi bir kaygım olmadığı gibi, herkese cevap verecek vaktim de yok! Dileyen inanır, dileyen inanmaz. Ama eğer inanmamakta ısrarcıysanız, en azından şu türden saçmalıklarla gelmeyin: "Orana yaklaşma olmaz, net rakama yaklaşma olur ancak". Oldu paşam, sen öyle buyurdun ya, biz hemen aksiyomlarımızı güncelleriz! Biraz akıllıca şeyler söyleyin, yok eğer bunu beceremiyorsanız bari susun!
ben nacizane olarak son görüşümü söylemek istiyorum ateistler veya kuranda hata oldugunu iddia eden kişiler hep tercümelerden dola çıkarak bu iddiaları savunuyorlar oysa tercümeler sadece kurana en yakın yorumdur birebir kuranı yansıtmaz çünkü arap alfabesinin tam açıklamasını veremeyen bir çok kelime mevcuttur eğer dilimiz eski türkçe olsaydı ozaman durum başkaydı eski türkçe derken osmanlıcadan bahsetmiyorum islam öncesi türklerden bahsediyorum ama şu anki türkçemiz yansıtamıyor malesef
birde arap alfabesini öğrenen herkez tercüme yazmaya kalkısıyor cagımızda bu tamamen hatalı bir davranıştır tercümeyi herkez yapamaz bir sene okumakla olucak iş değildir sanki babalarının kitabı .
Bazı görüşlerini beğenmesemde tercüme konusunda en doğru tercümeyi gerçekleştiren kişi yaşar nuri öztürk'tür tercüme konusunda bir çok insanın yaptıgı hataları delilleriyle ıspatlamış ve bu konuda kendisine kimse bi cevap verememiştir...
Öncelikle bir zamanlar ben de ateisttim. Nedeniyse şu soruya yanıt bulamamamdı: Eğer Tanrı ezelden beri var olabiliyor ise, evren neden olmasın? Konuyu daha da açalım. Tanrı mı daha mükemmel ve kusursuz bir kavramdır, yoksa evren mi? İnanan biri için verilebilecek tek yanıt kuşkusuz "Tanrı"dır. Çünkü "evren" yanıtı verse bu kez evren Tanrı'nın ta kendisi olur. Ama biliyoruz ki evreni yaratan Tanrı'dır. Ve kuşkusuz Tanrı, evrenden daha mükemmel bir kavramdır. Fakat durum böyleyse o zaman evrenin kendiliğinden var olma olasılığı, Tanrı'nın kendiliğinden var olma olasılığından daha yüksek oluyor. Örneklendirelim: Tanrı, evrenden daha mükemmel ve kompleks bir kavram. Evren ise Tanrıya göre daha az mükemmel. Bu durumda Tanrı bir kitap olsa, evren de ancak o küçük bir sayfa gibi kalır onun yanında. Bu durumda bir kitabın mı kendiliğinde var olması, ya da ezeli olması daha olasıdır, yoksa küçük bir sayfa parçasının mı? Tabi ki küçük bir sayfanın kendiliğinden olması daha mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden var olması ihtimali, Tanrı'nın ezeli olmasından daha mümkün sonucu çıkıyor ortaya.
Gel gelelim şimdiye. Bu sorunun yanıtını maalesef bulabilmiş değilim. Gelen yanıtlarda açıkçası pek tatmin edici olmuyor. Çok dua ettim bu sorunun yanıtını tam anlamıyla bulabilmek için ama henüz bir cevap verememekteyim. Peki nasıl Müslüman oldun sonra diyenler için söyleyeyim. Gecenin birinde yine kitaplara dalmışken bir kitapta şu çok ilgimi çekti: İslamiyet güçlü bir sihir ya da büyü yapılarak oluşturulmuş olabilir. Çünkü cahiliye döneminde insanlara kesinlikle yeni bir din gerekliydi. Dolayısıyla ya Muhammed güçlü bir sihirle insanları yanına çekip kendisi yeni bir din oluşturduysa?..
İşte bu soru o gece çok kafamı karıştırdı. İçten içe ben de hak vermeye başladım. Ya gerçekten de güçlü bir sihirse... Ya yanlış din ise... Aradan bir kaç saat geçtikten sonra Türkçe Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmaya karar verdim. Kitabı elime aldım ve ortalardan her hangi bir sayfa açtım. Hangi süre ya da hangi ayet olduğunu hatırlayamıyorum çünkü o sıralar daha 13-14 yaşlarındaydım ama kitaptan rastgele bir sayfayı açar açmaz gözüme ilk çarpan şuna benzer bir ayet oldu: "Onlar bunun bir sihir olduğunu düşünürler ama değildir." ...
Buna benzer bir sürü şey bende de oldu. Ama İslami değiller. Bundan sonra elimde Kur'an'la dolaşıp bana ince bir mesaj arayacağım.
Çok teşekkür ederim, gerçekten çok yardımcı oldunuz.
Buna benzer bir sürü şey bende de oldu. Ama İslami değiller. Bundan sonra elimde Kur'an'la dolaşıp bana ince bir mesaj arayacağım.
Bu ülkedeki eğitim öylesine sığki,okuyan okuduğunu anlamaktan ve alt yapısı iyi olmadığından doğru muhakeme etmekten aciz maalesef.Örnek olarak biraz felsefe okuyan hemen ateist olma eğilimine giriyor,Şeytanın incilini okuyan ve yaradılış kitabını okuyan hemen etkilenip kendi inançlarından dininden soğuyup satanist veya ateist olma yoluna sapabiliyor.Neticede benim şahsen ibadetlerim az ve yetersiz olabilir ancak bir müslüman olarak şnu ifade edebilirim:Benim Rabbim olan Allah tekdir ve birdir,Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.Merhaba arkadaşlar, konu başlığı gerçekten garip farkındayım. Fakat olayın tam olarak özeti bu. Ben Müslüman olduğum için konuyu İslam açısından değerlendireceğim.
İnternette ,özellikle ateist sitelerde, Kur'an çelişkileri ile ilgili bir sürü makale var. Onları inceledim. Hepsi doğru ve çok mantıklı. İslami sitelerden açıklamasına bakıyorum. Malesef tatmin edici değil, kıvırmaya çalışılmış gibi.
Benzerleri Hristiyanlık için de var.
Fakat bu dünyanın görünenden fazlası olduğunu düşünüyorum. Yani bir şeyler mutlaka var.
İşte sorum bu: Eğer bir Tanrı varsa parapsikolojik açıdan yanılma ihtimali nedir?
Yani biraz daha açarsak Tanrı hata yapabilir mi?
Teşekkür ederim.
Kuran derki bir ayetinde göklerle yerde nice deliller vardırda insanlar ona bakmazlar bile
bu delillerden birtanesini paylaşayım beni en cok etkileyen şeydir uzun tutmayıp kısaca yazıcam.
İşçi karıncaların yaprak kestikleri pencelerinde metal var bu metalı oraya kim koydu ? neden kafasında ayagında sırtında değilde tamda onun işine yarıyacak yerde yani yapragı kesen pencede ? bilim derki bu karıncanın pencesindeki metal olmasaydı yaprakları kesemezlerdi
bu bir işaret değilde nedir binlerce işaret var ancak biz neredeyse Allahın gökten inmesini bekliyoruz
musa rabbini görmek istedi rabbi nurundan bir parçayı tur dağına yansıttıda musa 3 gün kendine gelemedi bu dağ hakkındaki bilimsel makalelere uğlaşınız bence zira o makalede uzmanlar diyor ki binlerce yıl önce tur dağına çok şiddetli bir ışık yansımış bu ışık tur dağında bazı yapı değişiklikleri meydana getirmiş
deliller aramadıgın kadar var ancak tek bişey yapmamız bekleniyor bizden okumamız araştırmamız yok eğer araştırmayı yapıcak bilgiye vs. sahip değilsek ozaman da bu araştırmaları yapmış olanları okuyun
Sayın Malkavian evrenin kendiliğinden varolma olasılığı diyorsunuz bu bilgisizliğimizden meydana geliyor insan henüz bu konuda tam bilgiye uğlaşamadı
evren kendiliğinden varolamaz çünkü ben bazı deneylerin yapıldıgını biliyorum evrenin kendi kendine oluşma olasılığını red ediyor hele dn anın karışık yapısı uzmanların anlatmasıyla göstermiştir ki bu dna kendi kendine meydana gelemez
size şunu belirteyim mesela sizinle ayet paylaştım Allah buyurduki " biz göğü genişleticiyiz" 1400 sonra göğün genişlediği ortaya çıkıyor eğer evren kendiliğinden ortaya çıkmış olsaydı bu bir yaratıcı sıfatına ters düşerde zira ondan izinsiz birşey olmaz
rabbimiz herşeyi bir sebepler zincirinde meydana getirmiştir birşeyin olmasını istiyor ve onu ilmiyle gerçekleştiriyor mesela birbirine karısmayan iki denizden bahseder denize bakıyoruz birbirine karısmıyor ama bir sebepler zincirinde meydana geliyor bu ama bilim bunu çözmeden 1400 yıl öncesinden haber veriliyor yani yaratıcı biliyor ve bunu biz yaptık diyor
bu tür kafa karıştıran soruları bazıları anlatma ifadelerini değiştirerek sorunca ozaman elbette kafanın karışması kaçınılmazdır
umarım yardımcı olabilmişimdir
Öncelikler teşekkür ederim verdiğiniz örnekler için ancak, evrenin kendiliğinden oluşmasını değil de, Tanrı gibi ezeli bir şey olmasını, yani yaratılmamış, sonsuzdan beri mevcut olduğunu var sayarsak?
İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
Gökle yer kadar/ Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.