Tanrının Yanılma İhtimali

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Rabiosa
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ateizm bir din değildir. Bir tepkisel akım olduğunu düşünüyorum.
Ateist insanlarınsa birbirine benzediklerini düşünmüyorum.
Çünkü hepsinin uyması gereken emir ve yasaklar yok.
Kuralsızlığın içinde tekdüze bir insan kalıbı beklenemez.
Herkesin aynı olmasına bir tepki olarak çıkmış bir akım diye biliyorum.
Yani bazı atestlerin bir amacı da marjinal,aykırı olmaktır.

Ateistlerle, Tanrıya inan kişilerin bu konularda konuşması bence zararlı.
Farklı dinlerden kişilerinde dinler hakkında konuşması zararlı.
Senin inancın benim inancım diye başlayan diyalogların sonu kalp kırıcı oluyor.

Ayrıca birbirine benzeme ihtiyacı olmasa insanların.
Farklılıklarımıza rağmen saygı duyup, onu kendimize benzetmeye çalışmasak.
Bizden olmayan, bizim karşımızdadır görüşü olmasa toplulukların
işte o zaman gerçekten birşeyleri karşılıklı konuşacak seviyeye gelebiliriz.

Bir insanı değiştirmeye neden çalışır ki başkası?
Hele de o kişi kendi yolunun doğru olduğunu nereden biliyor?
Belki yolu doğru sanarken, karşıdakini de kötülüğün içine sürüklüyor olabilir.

Evrende o kadar doğru varken hangisinin gerçek doğru olduğunu kim bilebilir?
Dünya bugüne kadar binlerce farklı Tanrı görmüşken,
doğru olanın hangisi olduğunu kim bilebilir?

Belki de hiç ihtimal vermediğimiz bir eski Tanrı yeniden
popüler olur veya gerçek Tanrı çıkabilir.

Bir insanın belki de hayatta yapması gereken en önemli görevi; Tanrıyı bulmak.
Dünyada arayıp da bulunamayacak yine aynı şey yine Tanrı.

Bu kadar farklı din, dini görüş, emir, yasaklar varken
sonunda bu işten kimin haklı çıkacağını merak ediyorum.

Doğru, zaten ben saygısız, bir görüşü empoze etmeye çalışan ve bu görüşe inanmayanları mal kabul eden ateistlere gıcığım :D fakat işte kafamı bu Kur'an-ı Kerim'deki sözde çelişkiler karıştırmıştı. Sizler sayesinde hallediyorum yavaş yavaş. :) :)

'''ALLAH eksik sıfatlardan münezzehtir'''

çok sağ ol kardeş, sayende doğru yolu buldum.
 
İlk müslüman kimdir ?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim."

bu iddiaları savunanlarda aslında iyi biliyorlar ki buradaki tek nokta şudur " biz islamın yorumunu kaldıralım kendi yorumumuzu katarak bu tercümeleri koyup kafa karıştıralım "
bundaki felsefi amaç budur şimdi ilk müslüman kimdi ona bakalım burada islamın ne yorum getirdiğine bakmakta fayda olucaktır
müslüman demek teslim olmuş demektir Her gelen yeni din için ilk inanan,ilk teslim olan olacaktır...Mesele bu kadar basit...Hanif dininde ilk müslüman İbrahim ( teslim olmuş ) yahudiliğe göre ilk müslüman hz.musa (teslim olmuş ) islama göre ilk müslüman hz.muhammed s.a.v ( teslim olmuş )
eğer müslümanlık ifadesi sadece günümüzde yaşadıgımız islam dininini temsil etseydi ozaman bu çelişki iddiaları doğru olurdu ama burada Allah bu ayetleri getirirken Allahın merkezi koydugu anlayışa bakmak lazım ateistler bir yaratıcıya inanmadıgı için bunu katmadan yapıyorlar
.....

İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.

bilindiği gibi iblis ateşten yaratıldı melekler nurdan iblis kovulmadan önce meleklerden üstün kılınmıştı meleklerin başına geçirilmiş onlara hocalık ediyordu Allahın izin verdiği kadarınca meleklere bilmedikleri şeyleri öğretiyordu dolayısıyla burada şeytanda o topluluğun içindeydi bakara suresinin 34 ayetine o meleklerin topluluğuna emir verdiğini söylemiştir ademe secde etme zamanı geldiğinde o topluluğun içinde olan şeytan inkar etmiştir bunu kehf suresi 50 ayettede şeytanın inkar ettiğini melekler arasında bulunan cin taifesinden olduğunu belirtiyor burada bir çelişki yoktur buna bir örnekte bulunduğumuz sitede araştırmalar yaparak uğlaşabileceğinizi umuyorum meleklerle cinlerin bir araya bazen gelebileceğini anlıyabilirsiniz
mesela bazı zaatlar geleceğe ayit haberler veriyor bu haberlerin nasıl onlara geldiğini kuran açıklıyor melekler bazı şeyleri konusup dururken cinler melekler topluluğunun varabilecekleri kadar yakınına gelip meleklerin sözlerini çalıp kaçıyorlar
melekler geleceği nasıl bilebilir derseniz eğer bunada kitap-ı kurandan delilim şu olur

"Hani melekler demiştiki : ey rabbimiz sen yer yüzünde bozgunculuk yaratıcak ve sana isyan edicek bir mahluku niye yaratıcaksın bizim itaatimizde bir kusurmu gördün Allahta onlara buyurdu : şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim"
bu ayetten anlaşılıyor ki insanlar daha yaratılmadan bu meleklere haber verilmiştir rabbimiz tarafından ve geleceğe dair haberleri kendi aralarındada konuşurlar bu verdiğim misalle burdan bir yol çizebilirsiniz

.....


Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?


suyu indiren Allahsa ölü memleketleri dirilten kim ?

burada aklımıza şöyle bir soru getirelim hastalandıgımızda bizi iyi eden bize verilen ilaçlar ise bu ilaçları hazırlayan doktorların bir payı yokmu ? o kimyagerler hummalı bir çalışmayla bu ilaçları bizim için hazırlamasa onların içeriğinde bulunan zararlı maddeleri içlerinden ayıklamasalar sırf bu ilaçların içindeki bitkiler bizi iyi edermiydi ? mesela bir rahatsızlıgı olan bir hasta bulun onun kullandıgı ilacın içeriğine bakın hangi maddeler hangi bitkiler var ve onları temin edip doktor elinden geçirmeden o hastaya yedirin / içirin bu o hastaya şifa verir mi ? içinde zararlı maddeleri ayıklama işini kim yapıcak her halukarda tıpçılara ihtiyaç var
yağmuruda indiren Allah ise ölü memleketleri dirilten ne için gene o Allah olmuyor ?
Kurandaki biz ifadesi ise şudur yaradan kendi büyüklüğünü ifade ediyor burada
hatta bu konuda halk arasında yıllardır gelen bir deyim vardır
"Ey insan oğlu acizliğini gör de büyük olmadığını anla rahman kendisine biz der tüm büyüklüklerin ona ait oldugunu belirtir sen ise hala ben illede ben demekle meşgulsün"

.....
cennetin genişliği nekadardır

Önce şunu belirtelim ki, bu ayetlerin hiçbirinde “göklerle yer arası kadar...” ifadesi yoktur.

Ali İmran Suresi'ndeki ayette “semavat = gökler” çoğul şeklinde, Hadid Suresi'ndeki ayette ise, “sema = gök” tekil olarak kullanılmıştır. Bunda bir çelişki yoktur. Çünkü, “sema” kelimesi bir cins isim olduğu için çoğul (gökler) manasını da vermektedir. Nitekim Türkçe’de de bunu görüyoruz; bazen “gök”, bazen de “gökler” diyoruz ve aynı şeyi kastediyoruz.


......



miras hukukunda hata varmı ?

bu konuda gayet açıklayıcı bir yazı buldum yazı hakkında detaylıca düşündüğümüzde cevabı gayet açık

İslam’ın mirasla ilgili hükümlerini düzenleyen ayetler temel olarak Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerdir. Bu ayetlerde mirasçıların hakları belli oranlar verilmek suretiyle düzenlenir. Aşağıda bu ayetleri veriyorum:

Nisa / 11-12 (Y. Nuri Öztürk)
Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan gelen bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.
Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.

Bu ayetlerde verilen oranlardan yola çıkan bazıları kendi akıllarınca enteresan miras paylaşımı senaryoları üreterek İslam’a ve Kuran’a saldırmaktadırlar. Konuyu bir örnekle açıklayalım: “Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”. Bu örneği ortaya atan kişiler çözümü de (!) kendileri verirler: “1/6 + 1/6 + 2/3 + 1/8 = 1,125”. Yani oran 1,0 dan büyük, o halde Kuran'da matematik hatası var!

Benzer bir duruma ilişkin ilk problem Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmış ve sahabeler bu problemi “avliyye” dedikleri bir yöntemle çözmüşlerdir. Bu yöntemin ne olduğunu anlatacak değilim, isteyen internette yöntemle ilgili kaynak bulabilir. Ancak bu yöntem inkârcıları (ve belki de bazı inananları) ikna etmemektedir. Onlara göre bu yöntem bir hileden başka bir şey değildir. Bu yöntem ilk başlarda benim de aklıma pek yatmamış ve ciddi bir şekilde Kuran’dan şüphelenmeme neden olmuştu.

Aslında problemin kaynağı Kuran’ın bu ayetlerinde verilen oranları “mutlak” oranlar olarak kabul etmekten kaynaklanıyor. Yani örneğin 3 kız kardeş için verilen 2/3 oranı “mutlak” bir oran farz ediliyor. İyi de gerçekten öyle mi? Bu oranlar mutlak oranlar mı, yoksa bir tür “tavan” ya da “taban” değerler mi? Bu oranların “mutlak” olmadığını iddia etsek bile, buna Kuran’dan delil getirmediğimiz takdirde kimseyi ikna edemeyeceğimiz çok açık…

Bu amaçla öncelikle Nisa/11 ve Nisa/12 ayetlerini incelememiz gerekiyor. Bu ayetlerin sonunda yer alan ifadeler bu açıdan oldukça önemli: “ferıdatem minellah” ve “vesıyyetem minellah”. Sadece 2’şer tane Arapça kelime! Bu ifadelerden yola çıkarak bu oranların mutlak olduğu kesinlikle iddia edilemez. Ancak buna rağmen bazıları örneğin A. Yusuf Ali İngilizce mealinde “bu sabit oranlar Allah tarafından emredilmiş/belirlenmiştir” şeklinde bir çeviri yapmış. Bu 2 kelimenin neresinde “sabit oranlar” lafzını gördü bilmiyorum, ona sormak lazım! Örneğin M.H. Shakir “ferıdatem minellah” ifadesini “bu Allah’tan bir buyruk/düzenlemedir” şeklinde çevirmekle yetinmiş. Yukarıya aldığım Nisa/11-12’nin Türkçe çevirileri ise Y. Nuri Öztürk’e aittir. Bu ifadelerle ilgili bir diğer nokta da şu: Her 2 ifade de verilen oranlardan hemen sonra gelmiyor. İlk ayette araya “Babalarınız var, oğullarınız var …” diye başlayan 2 cümle giriyor, ikincisinde ise arada “Kimseye zarar verilmemelidir” şeklinde bir ifade mevcut. Şu halde “Allah’tan bir buyruk” ya da “Allah’tan bir görev” olan şey nedir? Bu oranları sabit kabul edip aynen uygulamak mı? Babalar ve oğullar ve diğer mirasçılar arasında ayırım yapmayıp adaletli bir dağılım yapılmasına izin vermek mi? Bence ikincisi! Aslında bu “emrin” ne olduğunu anlamak için bu ayetlerin devamına bakmak gerekiyor.

Kuran’da bu oranların “sabit” ya da “mutlak” olmadığına dair delil hemen bu ayetlerin devamında mevcut… Surenin 13 ve 14. ayetleri aynen şöyle:

Nisa / 13-14
İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve onun resulüne itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere, orada sürekli kalıcılar halinde, sokar. İşte bu, en büyük başarıdır. Kim de Allah'a ve onun resulüne isyan eder, Allah'ın sınırlarını da aşarsa, Allah onu, içinde sürekli kalıcı olarak ateşe sokar. Artık onun için yere batırıcı bir azap vardır.

"İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır" şeklinde çevrilen ifadenin Arapçası "Tilke hududu(A)llah". Yani çeviride bir hata/kasıt yok. Hudut kelimesi Türkçe'ye de geçmiş bir kelimedir. Sınır kelimesinin ise ne anlama geldiği herkesçe malum. “Aşılmaması gereken bir nokta, bir çit, bir değer”… Yani bu oranlar sadece birer sınır ve asıl olan bu “sınır” değerlerini aşmadan onlara yaklaşmak… Dolayısıyla bu oranların “mutlak” olduğunu iddia etmenin hiçbir temeli yok…

Şimdi sorun şu: Yukarıdaki ayetlerde geçen “emir” kelimesiyle aşağıdaki ayetlerde geçen “sınır” kelimesi birbiriyle nasıl bağdaşır? Aslında yanıt çok basit: Allah’ın emri olan şey bu sınırlara riayet etmek! Bu sınırlara riayet etmek ise onları aşmamak ve onlara mümkün olduğunca yaklaşmak ile olur. Yani “emrin” ne olduğunu anlamak için önce aşağıdaki ayetlere bakmak ve sonra dönüp “emri” buna göre değerlendirmek gerekiyor. Kısacası Allah’ın emri olan şey mirasçılar arasında ayrım yapmayarak verilen oranları birer “sınır” olarak alıp bunlara uymak! (Ama sonuçta bunların “sınır” olduğunu unutmamak şartıyla!)

Bu “sınır” olgusunun bu şekilde ifade edilmesinin de bazı sebepleri var: Örneğin 2’den fazla kadın ise 2/3 olarak verilen oran, “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” olarak verilebilir ve böylece bunun bir üst limit olduğu açıkça ortaya konabilirdi. Ancak bu durumda neler olacağını tahmin etmek güç değil. Bu tarz bir ifadeden istifade eden birileri mirasçı 3 kıza 2/3 oranında pay vermek yerine 1/10 ya da belki hiç pay vermeyebilirdi. Dolayısıyla Nisa/11 ve 12’de “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” tarzında ifadelerin kullanılmaması anlamlıdır.

O halde asıl olan bu oranlara mümkün olduğunca uymaya ve yaklaşmaya (!) çalışmaktır. Ancak sonuçta bunlar bir “sınırdır”. Yani mutlak oranlar değildir. Matematikteki limit kavramının buna çok benzer olduğunu bilenler bilirler. Bilmeyenler bilenlerden sorsun öğrensin!

Bu “sınır” kavramına başka ayetlerde de rastlıyoruz. Örneğin oruçla ilgili bir ayet olan Bakara/187’de de bazı sınırlar konuyor:

Oruç günlerinin gecesi kadınlarınızla ilişkide bulunmanız size helal edildi. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysi durumundasınız. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Şimdi onlarla ilişkide bulunun, Allah'ın sizler için yazdığını isteyin ve fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yiyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz, mescitlerde itikaf halinde iken onlarla ilişkide bulunmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; sakın onlara yaklaşmayın! Allah böylece, sakınıp korunsunlar diye insanlara ayetlerini iyice açıklıyor

Yukarıdaki ayette yiyip içme için ve cinsel ilişki için bazı sınırlar konulmuş. Bu ayette yiyip içmeyle ilgili sınırın “kadar” denilerek verildiğine dikkat edin. Çünkü burada “kadar” ifadesinin kullanılmasının miras ayetlerinde olduğu gibi bir risk oluşturmadığı açık…

Bir başka ilginç nokta da Nisa suresi ayet 14 ile yukarıdaki Bakara/187’yi karşılaştırınca ortaya çıkıyor. Bakara187’de Allah’ın sınırlarına “yaklaşılmaması” emrediliyor. Oysa Nisa/14’te “aşılmaması”. Eğer Nisa/14’te de “yaklaşmayın” denseydi benim yaptığım tüm bu yorumlar geçersiz olurdu! Hele hele matematikteki limit kavramı ile kurduğumuz benzerlik tamamen geçersiz hale gelirdi. Ne dersiniz? Neden burada “yaklaşmayın” denmiyor da “aşmayın” deniyor? Şans mı? Hiç sanmam!

Ne ilginçtir ki mirasla ilgili ayetler bize bu oranların “mutlak” olmadığı çıkarımını yaptırabilecek şekilde devam ediyor. Tabii bir inkârcıyı bu bile ikna etmeye yetmez. O bunu kelime oyunu olarak görecektir. Kuran’ın bu çıkarımı yapabilmemize imkân vermesini ise ya hiç değerlendirmeyecek ya da sadece “şans” olarak değerlendirecektir. Bunun farkındayız. Ama önemli olan bizim aklımızın huzur bulması...

Bu “sınır” çıkarımı aynı zamanda Hz. Ömer zamanında yapılan “avliyye” uygulamasının da son derece yerinde ve makul bir yöntem olduğunu göstermektedir. Çünkü her ne kadar Kuran’da verilen oranlar bire bir elde edilmese de, konulan “sınır”lar asla aşılmamaktadır. Avliyye uygulamasında mirasçılar Kuran’da verilen oranlardan daha düşük bir pay almakta ve Kuran’ın “sınırları” bir tür “tavan (üst limit)” görevi yapmaktadır ve “sınır” (aşağıdan yukarıya) aşılmamaktadır.

Reddiyye ise bunun tam tersi durumlarda uygulanan bir yöntemdir. Yani mirasçıların Kuran’da verilen paylarının toplamı 1,0 dan daha düşük çıkmaktadır. Bu durumda da mirastan artan kısım yine mirasçılara Kuran’daki payları ölçüsünde bölüştürülmektedir.

Reddiyye işlemindeki paylaşım oranlarına itiraz etmek için sadece mantıkla düşünme hastalığına yakalanmış olmak ve sağduyudan yoksun olmak gerekir. İçimize sinmese de biz yine de böyleleri için de bir açıklama yapalım: Reddiyye işleminde Kuran’da verilen “sınır”lar bir tür “taban (alt limit)” görevi yapmaktadır. Sonuçta da “sınır”lar aşılmamakta (bu defa sınır yukarıdan aşağıya!), kimsenin hakkına tecavüz edilmemektedir.

Meseleyi bir Kuran ayetiyle noktalamak istiyorum:

Bakara / 26
Allah bir sivrisineği, hatta üstündekini örnek vermekten sıkılmaz. İman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler ise: "Allah böyle bir örnek ile ne demek istemiş?" derler. Evet! Allah onunla bir çoğunu da şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola getirir. Onunla ancak fasıkları şaşırtır.

YAZARIN NOTU: Bu makaleye bin dereden su getirip itiraz edenlere ve edeceklere hatırlatmadır: Benim herkesi ikna etmek gibi bir kaygım olmadığı gibi, herkese cevap verecek vaktim de yok! Dileyen inanır, dileyen inanmaz. Ama eğer inanmamakta ısrarcıysanız, en azından şu türden saçmalıklarla gelmeyin: "Orana yaklaşma olmaz, net rakama yaklaşma olur ancak". Oldu paşam, sen öyle buyurdun ya, biz hemen aksiyomlarımızı güncelleriz! Biraz akıllıca şeyler söyleyin, yok eğer bunu beceremiyorsanız bari susun!



ben nacizane olarak son görüşümü söylemek istiyorum ateistler veya kuranda hata oldugunu iddia eden kişiler hep tercümelerden dola çıkarak bu iddiaları savunuyorlar oysa tercümeler sadece kurana en yakın yorumdur birebir kuranı yansıtmaz çünkü arap alfabesinin tam açıklamasını veremeyen bir çok kelime mevcuttur eğer dilimiz eski türkçe olsaydı ozaman durum başkaydı eski türkçe derken osmanlıcadan bahsetmiyorum islam öncesi türklerden bahsediyorum ama şu anki türkçemiz yansıtamıyor malesef
birde arap alfabesini öğrenen herkez tercüme yazmaya kalkısıyor cagımızda bu tamamen hatalı bir davranıştır tercümeyi herkez yapamaz bir sene okumakla olucak iş değildir sanki babalarının kitabı .

Bazı görüşlerini beğenmesemde tercüme konusunda en doğru tercümeyi gerçekleştiren kişi yaşar nuri öztürk'tür tercüme konusunda bir çok insanın yaptıgı hataları delilleriyle ıspatlamış ve bu konuda kendisine kimse bi cevap verememiştir...
 
Öncelikle bir zamanlar ben de ateisttim. Nedeniyse şu soruya yanıt bulamamamdı: Eğer Tanrı ezelden beri var olabiliyor ise, evren neden olmasın? Konuyu daha da açalım. Tanrı mı daha mükemmel ve kusursuz bir kavramdır, yoksa evren mi? İnanan biri için verilebilecek tek yanıt kuşkusuz "Tanrı"dır. Çünkü "evren" yanıtı verse bu kez evren Tanrı'nın ta kendisi olur. Ama biliyoruz ki evreni yaratan Tanrı'dır. Ve kuşkusuz Tanrı, evrenden daha mükemmel bir kavramdır. Fakat durum böyleyse o zaman evrenin kendiliğinden var olma olasılığı, Tanrı'nın kendiliğinden var olma olasılığından daha yüksek oluyor. Örneklendirelim: Tanrı, evrenden daha mükemmel ve kompleks bir kavram. Evren ise Tanrıya göre daha az mükemmel. Bu durumda Tanrı bir kitap olsa, evren de ancak o küçük bir sayfa gibi kalır onun yanında. Bu durumda bir kitabın mı kendiliğinde var olması, ya da ezeli olması daha olasıdır, yoksa küçük bir sayfa parçasının mı? Tabi ki küçük bir sayfanın kendiliğinden olması daha mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden var olması ihtimali, Tanrı'nın ezeli olmasından daha mümkün sonucu çıkıyor ortaya.

Gel gelelim şimdiye. Bu sorunun yanıtını maalesef bulabilmiş değilim. Gelen yanıtlarda açıkçası pek tatmin edici olmuyor. Çok dua ettim bu sorunun yanıtını tam anlamıyla bulabilmek için ama henüz bir cevap verememekteyim. Peki nasıl Müslüman oldun sonra diyenler için söyleyeyim. Gecenin birinde yine kitaplara dalmışken bir kitapta şu çok ilgimi çekti: İslamiyet güçlü bir sihir ya da büyü yapılarak oluşturulmuş olabilir. Çünkü cahiliye döneminde insanlara kesinlikle yeni bir din gerekliydi. Dolayısıyla ya Muhammed güçlü bir sihirle insanları yanına çekip kendisi yeni bir din oluşturduysa?..

İşte bu soru o gece çok kafamı karıştırdı. İçten içe ben de hak vermeye başladım. Ya gerçekten de güçlü bir sihirse... Ya yanlış din ise... Aradan bir kaç saat geçtikten sonra Türkçe Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmaya karar verdim. Kitabı elime aldım ve ortalardan her hangi bir sayfa açtım. Hangi süre ya da hangi ayet olduğunu hatırlayamıyorum çünkü o sıralar daha 13-14 yaşlarındaydım ama kitaptan rastgele bir sayfayı açar açmaz gözüme ilk çarpan şuna benzer bir ayet oldu: "Onlar bunun bir sihir olduğunu düşünürler ama değildir." ...
 
Öncelikle bir zamanlar ben de ateisttim. Nedeniyse şu soruya yanıt bulamamamdı: Eğer Tanrı ezelden beri var olabiliyor ise, evren neden olmasın? Konuyu daha da açalım. Tanrı mı daha mükemmel ve kusursuz bir kavramdır, yoksa evren mi? İnanan biri için verilebilecek tek yanıt kuşkusuz "Tanrı"dır. Çünkü "evren" yanıtı verse bu kez evren Tanrı'nın ta kendisi olur. Ama biliyoruz ki evreni yaratan Tanrı'dır. Ve kuşkusuz Tanrı, evrenden daha mükemmel bir kavramdır. Fakat durum böyleyse o zaman evrenin kendiliğinden var olma olasılığı, Tanrı'nın kendiliğinden var olma olasılığından daha yüksek oluyor. Örneklendirelim: Tanrı, evrenden daha mükemmel ve kompleks bir kavram. Evren ise Tanrıya göre daha az mükemmel. Bu durumda Tanrı bir kitap olsa, evren de ancak o küçük bir sayfa gibi kalır onun yanında. Bu durumda bir kitabın mı kendiliğinde var olması, ya da ezeli olması daha olasıdır, yoksa küçük bir sayfa parçasının mı? Tabi ki küçük bir sayfanın kendiliğinden olması daha mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden var olması ihtimali, Tanrı'nın ezeli olmasından daha mümkün sonucu çıkıyor ortaya.

Gel gelelim şimdiye. Bu sorunun yanıtını maalesef bulabilmiş değilim. Gelen yanıtlarda açıkçası pek tatmin edici olmuyor. Çok dua ettim bu sorunun yanıtını tam anlamıyla bulabilmek için ama henüz bir cevap verememekteyim. Peki nasıl Müslüman oldun sonra diyenler için söyleyeyim. Gecenin birinde yine kitaplara dalmışken bir kitapta şu çok ilgimi çekti: İslamiyet güçlü bir sihir ya da büyü yapılarak oluşturulmuş olabilir. Çünkü cahiliye döneminde insanlara kesinlikle yeni bir din gerekliydi. Dolayısıyla ya Muhammed güçlü bir sihirle insanları yanına çekip kendisi yeni bir din oluşturduysa?..

İşte bu soru o gece çok kafamı karıştırdı. İçten içe ben de hak vermeye başladım. Ya gerçekten de güçlü bir sihirse... Ya yanlış din ise... Aradan bir kaç saat geçtikten sonra Türkçe Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmaya karar verdim. Kitabı elime aldım ve ortalardan her hangi bir sayfa açtım. Hangi süre ya da hangi ayet olduğunu hatırlayamıyorum çünkü o sıralar daha 13-14 yaşlarındaydım ama kitaptan rastgele bir sayfayı açar açmaz gözüme ilk çarpan şuna benzer bir ayet oldu: "Onlar bunun bir sihir olduğunu düşünürler ama değildir." ...

anladığım kadarıyla sizin aklınıza takılan tanrı ve evren arasındaki hangisinin daha güçlü olduğudur
yanlış anladıysamda kusuruma bakmayın

Kuranda mucize olarak adlandırılan ( bana göre ) bazı meseleler var bunlar birer mucizedir

mesela Kuranda evrenin durmadan genişlediğinden söz edilir modern çağda ise bazı gözlemlerle evrenin genişlediği ıspatlanmış
1400 yıl öncesinde çölde yaşıyan okuma yazma bilmeyen birisi bunu bilemez o günün arap toplumu okuma yazmaktan çok uzaktı peygamberimizin son döneminde bile okuma yazma bilen sahabe sayısı 9'u geçmez

başka bir ayette şöyle buyrulur
"yer yüzünde herşeyi sizin için yaradan sonra göğe yönelip onu yedi gök olarak düzenleyen odur"
bugün modern bilim ıspatlamıştır ki göğün katları yedi'dir
bu mucize niteliğindeki bilgileri verdikten sonra şöyle bir şey düşünün

siz bugün bir icat yaptınız çağımızdan çok çok ilerilerde olan bir icat ama bunu piyasaya sürmediniz sakladınız bunu ve uzun yıllar sonra birilerine haber veriyorsunuz icat ettiğiniz şeyi
bu durumda bu icat sizden büyük mü oluyor yoksa bunu aklınızla tasarladıgınız için sizmi büyük oluyorsunuz ?
 
Ne ilginçtir ki mirasla ilgili ayetler bize bu oranların “mutlak” olmadığı çıkarımını yaptırabilecek şekilde devam ediyor. Tabii bir inkârcıyı bu bile ikna etmeye yetmez. O bunu kelime oyunu olarak görecektir. Kuran’ın bu çıkarımı yapabilmemize imkân vermesini ise ya hiç değerlendirmeyecek ya da sadece “şans” olarak değerlendirecektir. Bunun farkındayız. Ama önemli olan bizim aklımızın huzur bulması...
Allah, onların kalpleri ve Kulakları üzerine mühür vurmuştur; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azap da onlar içindir. (Bakara 7)
 
anladığım kadarıyla sizin aklınıza takılan tanrı ve evren arasındaki hangisinin daha güçlü olduğudur
yanlış anladıysamda kusuruma bakmayın

Kuranda mucize olarak adlandırılan ( bana göre ) bazı meseleler var bunlar birer mucizedir

mesela Kuranda evrenin durmadan genişlediğinden söz edilir modern çağda ise bazı gözlemlerle evrenin genişlediği ıspatlanmış
1400 yıl öncesinde çölde yaşıyan okuma yazma bilmeyen birisi bunu bilemez o günün arap toplumu okuma yazmaktan çok uzaktı peygamberimizin son döneminde bile okuma yazma bilen sahabe sayısı 9'u geçmez

başka bir ayette şöyle buyrulur
"yer yüzünde herşeyi sizin için yaradan sonra göğe yönelip onu yedi gök olarak düzenleyen odur"
bugün modern bilim ıspatlamıştır ki göğün katları yedi'dir
bu mucize niteliğindeki bilgileri verdikten sonra şöyle bir şey düşünün

siz bugün bir icat yaptınız çağımızdan çok çok ilerilerde olan bir icat ama bunu piyasaya sürmediniz sakladınız bunu ve uzun yıllar sonra birilerine haber veriyorsunuz icat ettiğiniz şeyi
bu durumda bu icat sizden büyük mü oluyor yoksa bunu aklınızla tasarladıgınız için sizmi büyük oluyorsunuz ?

Öyle bir durumda tabi ki onu tasarladığım için benim daha büyük olmam gerekir ancak benim asıl vurgulamak istediğim kendiliğinden varoluş meselesi. Sonuçta evren ne kadar mükemmel olsa da, Tanrının yanında daha basit, daha az karmaşık bir kavram. Dolayısıyla kendiliğinde var olma olasılığı daha yüksek. Şöyle basit bir istatistik yaparsak: Bir toz zerresinin kendiliğinden var olma ihtimali %90 olursa, bir kağıdın %50, bir ağacın %30, evrenin %10 desek Tanrınınki de %1 gibi bir şey olur her halde. Çünkü basitlikten karmaşıklığa gittiğimiz ölçüde kendiliğinden var olma ihtimalinin de o derece zorlaşması gerekir. Buradan da evrenin kendiliğinden var olması, Tanrının kendiliğinden var olması ihtimalinden daha yüksek gözükür.

Ancak tabi ki şöyle bir durum da var. Var olma olasılığının düşük olması, o şeyin var olmaması gibi bir sonuç doğurmaz. Sonuçta bir milyon piyango biletinden sadece bir kişiye çıkacaksa bize çıkma ihtimali milyonda bir olur. Ama muhakkak ki birine çıkacaktır. Yani milyonda bir ihtimal de olsa gerçekleşecektir. Aslında buradan da, belki de insanlığın var oluğu ilk günden beri yanıt bulamadığı soru ortaya çıkıyor. "Kendiliğinden var olma, ya da ezeli olma durumu nasıl gerçekleşmektedir." Sanırım bu da ömür boyu insan aklıyla anlayamayacağımız bir soru olarak kalacaktır... Belki de daha mükemmel kavramların kendi kendilerini yaratma ihtimali, daha basit kavramların kendiliğinden oluşma ihtimalinden daha yüksektir, kim bilir...
 
İlk müslüman kimdir ?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim."

bu iddiaları savunanlarda aslında iyi biliyorlar ki buradaki tek nokta şudur " biz islamın yorumunu kaldıralım kendi yorumumuzu katarak bu tercümeleri koyup kafa karıştıralım "
bundaki felsefi amaç budur şimdi ilk müslüman kimdi ona bakalım burada islamın ne yorum getirdiğine bakmakta fayda olucaktır
müslüman demek teslim olmuş demektir Her gelen yeni din için ilk inanan,ilk teslim olan olacaktır...Mesele bu kadar basit...Hanif dininde ilk müslüman İbrahim ( teslim olmuş ) yahudiliğe göre ilk müslüman hz.musa (teslim olmuş ) islama göre ilk müslüman hz.muhammed s.a.v ( teslim olmuş )
eğer müslümanlık ifadesi sadece günümüzde yaşadıgımız islam dininini temsil etseydi ozaman bu çelişki iddiaları doğru olurdu ama burada Allah bu ayetleri getirirken Allahın merkezi koydugu anlayışa bakmak lazım ateistler bir yaratıcıya inanmadıgı için bunu katmadan yapıyorlar
.....

İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.

bilindiği gibi iblis ateşten yaratıldı melekler nurdan iblis kovulmadan önce meleklerden üstün kılınmıştı meleklerin başına geçirilmiş onlara hocalık ediyordu Allahın izin verdiği kadarınca meleklere bilmedikleri şeyleri öğretiyordu dolayısıyla burada şeytanda o topluluğun içindeydi bakara suresinin 34 ayetine o meleklerin topluluğuna emir verdiğini söylemiştir ademe secde etme zamanı geldiğinde o topluluğun içinde olan şeytan inkar etmiştir bunu kehf suresi 50 ayettede şeytanın inkar ettiğini melekler arasında bulunan cin taifesinden olduğunu belirtiyor burada bir çelişki yoktur buna bir örnekte bulunduğumuz sitede araştırmalar yaparak uğlaşabileceğinizi umuyorum meleklerle cinlerin bir araya bazen gelebileceğini anlıyabilirsiniz
mesela bazı zaatlar geleceğe ayit haberler veriyor bu haberlerin nasıl onlara geldiğini kuran açıklıyor melekler bazı şeyleri konusup dururken cinler melekler topluluğunun varabilecekleri kadar yakınına gelip meleklerin sözlerini çalıp kaçıyorlar
melekler geleceği nasıl bilebilir derseniz eğer bunada kitap-ı kurandan delilim şu olur

"Hani melekler demiştiki : ey rabbimiz sen yer yüzünde bozgunculuk yaratıcak ve sana isyan edicek bir mahluku niye yaratıcaksın bizim itaatimizde bir kusurmu gördün Allahta onlara buyurdu : şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim"
bu ayetten anlaşılıyor ki insanlar daha yaratılmadan bu meleklere haber verilmiştir rabbimiz tarafından ve geleceğe dair haberleri kendi aralarındada konuşurlar bu verdiğim misalle burdan bir yol çizebilirsiniz

.....


Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?


suyu indiren Allahsa ölü memleketleri dirilten kim ?

burada aklımıza şöyle bir soru getirelim hastalandıgımızda bizi iyi eden bize verilen ilaçlar ise bu ilaçları hazırlayan doktorların bir payı yokmu ? o kimyagerler hummalı bir çalışmayla bu ilaçları bizim için hazırlamasa onların içeriğinde bulunan zararlı maddeleri içlerinden ayıklamasalar sırf bu ilaçların içindeki bitkiler bizi iyi edermiydi ? mesela bir rahatsızlıgı olan bir hasta bulun onun kullandıgı ilacın içeriğine bakın hangi maddeler hangi bitkiler var ve onları temin edip doktor elinden geçirmeden o hastaya yedirin / içirin bu o hastaya şifa verir mi ? içinde zararlı maddeleri ayıklama işini kim yapıcak her halukarda tıpçılara ihtiyaç var
yağmuruda indiren Allah ise ölü memleketleri dirilten ne için gene o Allah olmuyor ?
Kurandaki biz ifadesi ise şudur yaradan kendi büyüklüğünü ifade ediyor burada
hatta bu konuda halk arasında yıllardır gelen bir deyim vardır
"Ey insan oğlu acizliğini gör de büyük olmadığını anla rahman kendisine biz der tüm büyüklüklerin ona ait oldugunu belirtir sen ise hala ben illede ben demekle meşgulsün"

.....
cennetin genişliği nekadardır

Önce şunu belirtelim ki, bu ayetlerin hiçbirinde “göklerle yer arası kadar...” ifadesi yoktur.

Ali İmran Suresi'ndeki ayette “semavat = gökler” çoğul şeklinde, Hadid Suresi'ndeki ayette ise, “sema = gök” tekil olarak kullanılmıştır. Bunda bir çelişki yoktur. Çünkü, “sema” kelimesi bir cins isim olduğu için çoğul (gökler) manasını da vermektedir. Nitekim Türkçe’de de bunu görüyoruz; bazen “gök”, bazen de “gökler” diyoruz ve aynı şeyi kastediyoruz.


......



miras hukukunda hata varmı ?

bu konuda gayet açıklayıcı bir yazı buldum yazı hakkında detaylıca düşündüğümüzde cevabı gayet açık

İslam’ın mirasla ilgili hükümlerini düzenleyen ayetler temel olarak Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerdir. Bu ayetlerde mirasçıların hakları belli oranlar verilmek suretiyle düzenlenir. Aşağıda bu ayetleri veriyorum:

Nisa / 11-12 (Y. Nuri Öztürk)
Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan gelen bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.
Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.

Bu ayetlerde verilen oranlardan yola çıkan bazıları kendi akıllarınca enteresan miras paylaşımı senaryoları üreterek İslam’a ve Kuran’a saldırmaktadırlar. Konuyu bir örnekle açıklayalım: “Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”. Bu örneği ortaya atan kişiler çözümü de (!) kendileri verirler: “1/6 + 1/6 + 2/3 + 1/8 = 1,125”. Yani oran 1,0 dan büyük, o halde Kuran'da matematik hatası var!

Benzer bir duruma ilişkin ilk problem Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmış ve sahabeler bu problemi “avliyye” dedikleri bir yöntemle çözmüşlerdir. Bu yöntemin ne olduğunu anlatacak değilim, isteyen internette yöntemle ilgili kaynak bulabilir. Ancak bu yöntem inkârcıları (ve belki de bazı inananları) ikna etmemektedir. Onlara göre bu yöntem bir hileden başka bir şey değildir. Bu yöntem ilk başlarda benim de aklıma pek yatmamış ve ciddi bir şekilde Kuran’dan şüphelenmeme neden olmuştu.

Aslında problemin kaynağı Kuran’ın bu ayetlerinde verilen oranları “mutlak” oranlar olarak kabul etmekten kaynaklanıyor. Yani örneğin 3 kız kardeş için verilen 2/3 oranı “mutlak” bir oran farz ediliyor. İyi de gerçekten öyle mi? Bu oranlar mutlak oranlar mı, yoksa bir tür “tavan” ya da “taban” değerler mi? Bu oranların “mutlak” olmadığını iddia etsek bile, buna Kuran’dan delil getirmediğimiz takdirde kimseyi ikna edemeyeceğimiz çok açık…

Bu amaçla öncelikle Nisa/11 ve Nisa/12 ayetlerini incelememiz gerekiyor. Bu ayetlerin sonunda yer alan ifadeler bu açıdan oldukça önemli: “ferıdatem minellah” ve “vesıyyetem minellah”. Sadece 2’şer tane Arapça kelime! Bu ifadelerden yola çıkarak bu oranların mutlak olduğu kesinlikle iddia edilemez. Ancak buna rağmen bazıları örneğin A. Yusuf Ali İngilizce mealinde “bu sabit oranlar Allah tarafından emredilmiş/belirlenmiştir” şeklinde bir çeviri yapmış. Bu 2 kelimenin neresinde “sabit oranlar” lafzını gördü bilmiyorum, ona sormak lazım! Örneğin M.H. Shakir “ferıdatem minellah” ifadesini “bu Allah’tan bir buyruk/düzenlemedir” şeklinde çevirmekle yetinmiş. Yukarıya aldığım Nisa/11-12’nin Türkçe çevirileri ise Y. Nuri Öztürk’e aittir. Bu ifadelerle ilgili bir diğer nokta da şu: Her 2 ifade de verilen oranlardan hemen sonra gelmiyor. İlk ayette araya “Babalarınız var, oğullarınız var …” diye başlayan 2 cümle giriyor, ikincisinde ise arada “Kimseye zarar verilmemelidir” şeklinde bir ifade mevcut. Şu halde “Allah’tan bir buyruk” ya da “Allah’tan bir görev” olan şey nedir? Bu oranları sabit kabul edip aynen uygulamak mı? Babalar ve oğullar ve diğer mirasçılar arasında ayırım yapmayıp adaletli bir dağılım yapılmasına izin vermek mi? Bence ikincisi! Aslında bu “emrin” ne olduğunu anlamak için bu ayetlerin devamına bakmak gerekiyor.

Kuran’da bu oranların “sabit” ya da “mutlak” olmadığına dair delil hemen bu ayetlerin devamında mevcut… Surenin 13 ve 14. ayetleri aynen şöyle:

Nisa / 13-14
İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve onun resulüne itaat ederse Allah onu, altından nehirler akan cennetlere, orada sürekli kalıcılar halinde, sokar. İşte bu, en büyük başarıdır. Kim de Allah'a ve onun resulüne isyan eder, Allah'ın sınırlarını da aşarsa, Allah onu, içinde sürekli kalıcı olarak ateşe sokar. Artık onun için yere batırıcı bir azap vardır.

"İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır" şeklinde çevrilen ifadenin Arapçası "Tilke hududu(A)llah". Yani çeviride bir hata/kasıt yok. Hudut kelimesi Türkçe'ye de geçmiş bir kelimedir. Sınır kelimesinin ise ne anlama geldiği herkesçe malum. “Aşılmaması gereken bir nokta, bir çit, bir değer”… Yani bu oranlar sadece birer sınır ve asıl olan bu “sınır” değerlerini aşmadan onlara yaklaşmak… Dolayısıyla bu oranların “mutlak” olduğunu iddia etmenin hiçbir temeli yok…

Şimdi sorun şu: Yukarıdaki ayetlerde geçen “emir” kelimesiyle aşağıdaki ayetlerde geçen “sınır” kelimesi birbiriyle nasıl bağdaşır? Aslında yanıt çok basit: Allah’ın emri olan şey bu sınırlara riayet etmek! Bu sınırlara riayet etmek ise onları aşmamak ve onlara mümkün olduğunca yaklaşmak ile olur. Yani “emrin” ne olduğunu anlamak için önce aşağıdaki ayetlere bakmak ve sonra dönüp “emri” buna göre değerlendirmek gerekiyor. Kısacası Allah’ın emri olan şey mirasçılar arasında ayrım yapmayarak verilen oranları birer “sınır” olarak alıp bunlara uymak! (Ama sonuçta bunların “sınır” olduğunu unutmamak şartıyla!)

Bu “sınır” olgusunun bu şekilde ifade edilmesinin de bazı sebepleri var: Örneğin 2’den fazla kadın ise 2/3 olarak verilen oran, “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” olarak verilebilir ve böylece bunun bir üst limit olduğu açıkça ortaya konabilirdi. Ancak bu durumda neler olacağını tahmin etmek güç değil. Bu tarz bir ifadeden istifade eden birileri mirasçı 3 kıza 2/3 oranında pay vermek yerine 1/10 ya da belki hiç pay vermeyebilirdi. Dolayısıyla Nisa/11 ve 12’de “en fazla 2/3” ya da “2/3’e kadar” tarzında ifadelerin kullanılmaması anlamlıdır.

O halde asıl olan bu oranlara mümkün olduğunca uymaya ve yaklaşmaya (!) çalışmaktır. Ancak sonuçta bunlar bir “sınırdır”. Yani mutlak oranlar değildir. Matematikteki limit kavramının buna çok benzer olduğunu bilenler bilirler. Bilmeyenler bilenlerden sorsun öğrensin!

Bu “sınır” kavramına başka ayetlerde de rastlıyoruz. Örneğin oruçla ilgili bir ayet olan Bakara/187’de de bazı sınırlar konuyor:

Oruç günlerinin gecesi kadınlarınızla ilişkide bulunmanız size helal edildi. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysi durumundasınız. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Şimdi onlarla ilişkide bulunun, Allah'ın sizler için yazdığını isteyin ve fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yiyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz, mescitlerde itikaf halinde iken onlarla ilişkide bulunmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; sakın onlara yaklaşmayın! Allah böylece, sakınıp korunsunlar diye insanlara ayetlerini iyice açıklıyor

Yukarıdaki ayette yiyip içme için ve cinsel ilişki için bazı sınırlar konulmuş. Bu ayette yiyip içmeyle ilgili sınırın “kadar” denilerek verildiğine dikkat edin. Çünkü burada “kadar” ifadesinin kullanılmasının miras ayetlerinde olduğu gibi bir risk oluşturmadığı açık…

Bir başka ilginç nokta da Nisa suresi ayet 14 ile yukarıdaki Bakara/187’yi karşılaştırınca ortaya çıkıyor. Bakara187’de Allah’ın sınırlarına “yaklaşılmaması” emrediliyor. Oysa Nisa/14’te “aşılmaması”. Eğer Nisa/14’te de “yaklaşmayın” denseydi benim yaptığım tüm bu yorumlar geçersiz olurdu! Hele hele matematikteki limit kavramı ile kurduğumuz benzerlik tamamen geçersiz hale gelirdi. Ne dersiniz? Neden burada “yaklaşmayın” denmiyor da “aşmayın” deniyor? Şans mı? Hiç sanmam!

Ne ilginçtir ki mirasla ilgili ayetler bize bu oranların “mutlak” olmadığı çıkarımını yaptırabilecek şekilde devam ediyor. Tabii bir inkârcıyı bu bile ikna etmeye yetmez. O bunu kelime oyunu olarak görecektir. Kuran’ın bu çıkarımı yapabilmemize imkân vermesini ise ya hiç değerlendirmeyecek ya da sadece “şans” olarak değerlendirecektir. Bunun farkındayız. Ama önemli olan bizim aklımızın huzur bulması...

Bu “sınır” çıkarımı aynı zamanda Hz. Ömer zamanında yapılan “avliyye” uygulamasının da son derece yerinde ve makul bir yöntem olduğunu göstermektedir. Çünkü her ne kadar Kuran’da verilen oranlar bire bir elde edilmese de, konulan “sınır”lar asla aşılmamaktadır. Avliyye uygulamasında mirasçılar Kuran’da verilen oranlardan daha düşük bir pay almakta ve Kuran’ın “sınırları” bir tür “tavan (üst limit)” görevi yapmaktadır ve “sınır” (aşağıdan yukarıya) aşılmamaktadır.

Reddiyye ise bunun tam tersi durumlarda uygulanan bir yöntemdir. Yani mirasçıların Kuran’da verilen paylarının toplamı 1,0 dan daha düşük çıkmaktadır. Bu durumda da mirastan artan kısım yine mirasçılara Kuran’daki payları ölçüsünde bölüştürülmektedir.

Reddiyye işlemindeki paylaşım oranlarına itiraz etmek için sadece mantıkla düşünme hastalığına yakalanmış olmak ve sağduyudan yoksun olmak gerekir. İçimize sinmese de biz yine de böyleleri için de bir açıklama yapalım: Reddiyye işleminde Kuran’da verilen “sınır”lar bir tür “taban (alt limit)” görevi yapmaktadır. Sonuçta da “sınır”lar aşılmamakta (bu defa sınır yukarıdan aşağıya!), kimsenin hakkına tecavüz edilmemektedir.

Meseleyi bir Kuran ayetiyle noktalamak istiyorum:

Bakara / 26
Allah bir sivrisineği, hatta üstündekini örnek vermekten sıkılmaz. İman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler ise: "Allah böyle bir örnek ile ne demek istemiş?" derler. Evet! Allah onunla bir çoğunu da şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola getirir. Onunla ancak fasıkları şaşırtır.

YAZARIN NOTU: Bu makaleye bin dereden su getirip itiraz edenlere ve edeceklere hatırlatmadır: Benim herkesi ikna etmek gibi bir kaygım olmadığı gibi, herkese cevap verecek vaktim de yok! Dileyen inanır, dileyen inanmaz. Ama eğer inanmamakta ısrarcıysanız, en azından şu türden saçmalıklarla gelmeyin: "Orana yaklaşma olmaz, net rakama yaklaşma olur ancak". Oldu paşam, sen öyle buyurdun ya, biz hemen aksiyomlarımızı güncelleriz! Biraz akıllıca şeyler söyleyin, yok eğer bunu beceremiyorsanız bari susun!



ben nacizane olarak son görüşümü söylemek istiyorum ateistler veya kuranda hata oldugunu iddia eden kişiler hep tercümelerden dola çıkarak bu iddiaları savunuyorlar oysa tercümeler sadece kurana en yakın yorumdur birebir kuranı yansıtmaz çünkü arap alfabesinin tam açıklamasını veremeyen bir çok kelime mevcuttur eğer dilimiz eski türkçe olsaydı ozaman durum başkaydı eski türkçe derken osmanlıcadan bahsetmiyorum islam öncesi türklerden bahsediyorum ama şu anki türkçemiz yansıtamıyor malesef
birde arap alfabesini öğrenen herkez tercüme yazmaya kalkısıyor cagımızda bu tamamen hatalı bir davranıştır tercümeyi herkez yapamaz bir sene okumakla olucak iş değildir sanki babalarının kitabı .

Bazı görüşlerini beğenmesemde tercüme konusunda en doğru tercümeyi gerçekleştiren kişi yaşar nuri öztürk'tür tercüme konusunda bir çok insanın yaptıgı hataları delilleriyle ıspatlamış ve bu konuda kendisine kimse bi cevap verememiştir...

Çok teşekkür ederim, gerçekten çok yardımcı oldunuz.


Öncelikle bir zamanlar ben de ateisttim. Nedeniyse şu soruya yanıt bulamamamdı: Eğer Tanrı ezelden beri var olabiliyor ise, evren neden olmasın? Konuyu daha da açalım. Tanrı mı daha mükemmel ve kusursuz bir kavramdır, yoksa evren mi? İnanan biri için verilebilecek tek yanıt kuşkusuz "Tanrı"dır. Çünkü "evren" yanıtı verse bu kez evren Tanrı'nın ta kendisi olur. Ama biliyoruz ki evreni yaratan Tanrı'dır. Ve kuşkusuz Tanrı, evrenden daha mükemmel bir kavramdır. Fakat durum böyleyse o zaman evrenin kendiliğinden var olma olasılığı, Tanrı'nın kendiliğinden var olma olasılığından daha yüksek oluyor. Örneklendirelim: Tanrı, evrenden daha mükemmel ve kompleks bir kavram. Evren ise Tanrıya göre daha az mükemmel. Bu durumda Tanrı bir kitap olsa, evren de ancak o küçük bir sayfa gibi kalır onun yanında. Bu durumda bir kitabın mı kendiliğinde var olması, ya da ezeli olması daha olasıdır, yoksa küçük bir sayfa parçasının mı? Tabi ki küçük bir sayfanın kendiliğinden olması daha mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla evrenin kendiliğinden var olması ihtimali, Tanrı'nın ezeli olmasından daha mümkün sonucu çıkıyor ortaya.

Gel gelelim şimdiye. Bu sorunun yanıtını maalesef bulabilmiş değilim. Gelen yanıtlarda açıkçası pek tatmin edici olmuyor. Çok dua ettim bu sorunun yanıtını tam anlamıyla bulabilmek için ama henüz bir cevap verememekteyim. Peki nasıl Müslüman oldun sonra diyenler için söyleyeyim. Gecenin birinde yine kitaplara dalmışken bir kitapta şu çok ilgimi çekti: İslamiyet güçlü bir sihir ya da büyü yapılarak oluşturulmuş olabilir. Çünkü cahiliye döneminde insanlara kesinlikle yeni bir din gerekliydi. Dolayısıyla ya Muhammed güçlü bir sihirle insanları yanına çekip kendisi yeni bir din oluşturduysa?..

İşte bu soru o gece çok kafamı karıştırdı. İçten içe ben de hak vermeye başladım. Ya gerçekten de güçlü bir sihirse... Ya yanlış din ise... Aradan bir kaç saat geçtikten sonra Türkçe Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmaya karar verdim. Kitabı elime aldım ve ortalardan her hangi bir sayfa açtım. Hangi süre ya da hangi ayet olduğunu hatırlayamıyorum çünkü o sıralar daha 13-14 yaşlarındaydım ama kitaptan rastgele bir sayfayı açar açmaz gözüme ilk çarpan şuna benzer bir ayet oldu: "Onlar bunun bir sihir olduğunu düşünürler ama değildir." ...

Buna benzer bir sürü şey bende de oldu. Ama İslami değiller. Bundan sonra elimde Kur'an'la dolaşıp bana ince bir mesaj arayacağım. :D
 
Allah'in hata yapma ihtimali yoktur,olmus olsa idi o yaratan degil yaratilmis olurdu..Ve bana göre tek sorun insanlarin hala Allah'i ve hatta Kur'an'i mantik cercevesi icinde algilamaya calisior olmasi..Yaratilmis her ne olursa olsun Allah'i ihata edebilmis olsa idi yani kusatabilmis olsa idi o kusatan mantik olsa bile Allah olurdu..Kur'an'in 7 makami vardir..Makamlarin yuksekligi nisbetinde sirlar acilir. Simdi dinini kulaktan dolma seylerle yasamaya calisan bir insan ve Evliya bir zati bilgisi ve sahsi dogrultusunda kiyasladigimizda aradaki farki bariz görebiliriz..Degismez bir gercek var ki Ne Allah nede din mantiga vurulmaz.Vurdugun taktirde evet bana görede satanistlerin satanist olmalarinda mantikli bir sey var..Ve yine ateist olanlar savunmalari dogrultusunda cok mantiklidirlar.. Ama bir ateist sykistiginda evren der,olusum der..Mutlaka bulur bir tanim peki nedir bu tanimin iceregi?? Ve O'nun böyle kusursuz olusu ? Iste O dedigimiz e Allah kur'an da HU (arapca O demek) diyor..Ve bu gercek en Tanrisiz bir inancin bile bir tanriya inandiginin isbatitir..Ve Subhan (kusursuz) olan O dur.La ilahe Illa HU !...Tanri yok ancak O var,sanirim hangi inanc altinda olursak olalim kabul ettigimiz ayni gercektir..Birisi daha yakin iken digeri daha uzak..Belki secde edipp yaklasmaktadir care sirlari bir nevi cözebilmek adina..O'nun emri bu zira..Secde et yaklas !
 
Buna benzer bir sürü şey bende de oldu. Ama İslami değiller. Bundan sonra elimde Kur'an'la dolaşıp bana ince bir mesaj arayacağım. :D

Allah'tan ince mesaj bekleyen Avusturalyalı bir genç vardı.... Onu hatırlattınız bana :)

Videosunu paylaşmak için moderatörden izin istedim fakat dini propaganda içerdiği gerekçesiyle reddedildi...
 
Çok teşekkür ederim, gerçekten çok yardımcı oldunuz.




Buna benzer bir sürü şey bende de oldu. Ama İslami değiller. Bundan sonra elimde Kur'an'la dolaşıp bana ince bir mesaj arayacağım. :D

Kuran derki bir ayetinde göklerle yerde nice deliller vardırda insanlar ona bakmazlar bile

bu delillerden birtanesini paylaşayım beni en cok etkileyen şeydir uzun tutmayıp kısaca yazıcam.

İşçi karıncaların yaprak kestikleri pencelerinde metal var bu metalı oraya kim koydu ? neden kafasında ayagında sırtında değilde tamda onun işine yarıyacak yerde yani yapragı kesen pencede ? bilim derki bu karıncanın pencesindeki metal olmasaydı yaprakları kesemezlerdi

bu bir işaret değilde nedir binlerce işaret var ancak biz neredeyse Allahın gökten inmesini bekliyoruz
musa rabbini görmek istedi rabbi nurundan bir parçayı tur dağına yansıttıda musa 3 gün kendine gelemedi bu dağ hakkındaki bilimsel makalelere uğlaşınız bence zira o makalede uzmanlar diyor ki binlerce yıl önce tur dağına çok şiddetli bir ışık yansımış bu ışık tur dağında bazı yapı değişiklikleri meydana getirmiş
deliller aramadıgın kadar var ancak tek bişey yapmamız bekleniyor bizden okumamız araştırmamız yok eğer araştırmayı yapıcak bilgiye vs. sahip değilsek ozaman da bu araştırmaları yapmış olanları okuyun



Sayın Malkavian evrenin kendiliğinden varolma olasılığı diyorsunuz bu bilgisizliğimizden meydana geliyor insan henüz bu konuda tam bilgiye uğlaşamadı
evren kendiliğinden varolamaz çünkü ben bazı deneylerin yapıldıgını biliyorum evrenin kendi kendine oluşma olasılığını red ediyor hele dn anın karışık yapısı uzmanların anlatmasıyla göstermiştir ki bu dna kendi kendine meydana gelemez

size şunu belirteyim mesela sizinle ayet paylaştım Allah buyurduki " biz göğü genişleticiyiz" 1400 sonra göğün genişlediği ortaya çıkıyor eğer evren kendiliğinden ortaya çıkmış olsaydı bu bir yaratıcı sıfatına ters düşerde zira ondan izinsiz birşey olmaz
rabbimiz herşeyi bir sebepler zincirinde meydana getirmiştir birşeyin olmasını istiyor ve onu ilmiyle gerçekleştiriyor mesela birbirine karısmayan iki denizden bahseder denize bakıyoruz birbirine karısmıyor ama bir sebepler zincirinde meydana geliyor bu ama bilim bunu çözmeden 1400 yıl öncesinden haber veriliyor yani yaratıcı biliyor ve bunu biz yaptık diyor
bu tür kafa karıştıran soruları bazıları anlatma ifadelerini değiştirerek sorunca ozaman elbette kafanın karışması kaçınılmazdır

umarım yardımcı olabilmişimdir
 
Merhaba arkadaşlar, konu başlığı gerçekten garip farkındayım. Fakat olayın tam olarak özeti bu. Ben Müslüman olduğum için konuyu İslam açısından değerlendireceğim.
İnternette ,özellikle ateist sitelerde, Kur'an çelişkileri ile ilgili bir sürü makale var. Onları inceledim. Hepsi doğru ve çok mantıklı. İslami sitelerden açıklamasına bakıyorum. Malesef tatmin edici değil, kıvırmaya çalışılmış gibi.
Benzerleri Hristiyanlık için de var.
Fakat bu dünyanın görünenden fazlası olduğunu düşünüyorum. Yani bir şeyler mutlaka var.
İşte sorum bu: Eğer bir Tanrı varsa parapsikolojik açıdan yanılma ihtimali nedir?
Yani biraz daha açarsak Tanrı hata yapabilir mi?
Teşekkür ederim.
Bu ülkedeki eğitim öylesine sığki,okuyan okuduğunu anlamaktan ve alt yapısı iyi olmadığından doğru muhakeme etmekten aciz maalesef.Örnek olarak biraz felsefe okuyan hemen ateist olma eğilimine giriyor,Şeytanın incilini okuyan ve yaradılış kitabını okuyan hemen etkilenip kendi inançlarından dininden soğuyup satanist veya ateist olma yoluna sapabiliyor.Neticede benim şahsen ibadetlerim az ve yetersiz olabilir ancak bir müslüman olarak şnu ifade edebilirim:Benim Rabbim olan Allah tekdir ve birdir,Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.
 
Şeytanın vesveselerinin sınırı yoktur. İnsanın beynini sürekli kurcalar, sorular sorup, yanıltmaya, sonrada Allah’tan uzaklaştırmaya çalışır. Her şeyi bildiğimizi sanır, bununla gururlanır, birde insanları, gerek bilgi gerekse tahsilimiz, bazen de hararetli tartışmalarda, kendimizde bulunan diğer insanlarda bulunmayan özeliklerimizi bir büyüklükmüş gibi göstermeye çalışırız. Kimisi sen biliyor musun benim gördüklerimi, kimisi sen benim konuştuğum canlıları ve gördüklerimi bir bilsen vs. vs. Konu uzar gider. Mütevazı olmadıkça, karşılıklı sevgi ve saygı olmadıkça, böyle konular, tavuk mu yumurtadan, yumurtamı tavuktan misali uzayıp gider. Ben bu açılan konuya şöyle yanıt vermek istiyorum. Peygamber efendimiz (s.a.v) Taif’te taşlanınca, elleri ayakları, her yanından kanlar akınca, Cebrail a.s gelip, “Ya Resul Allah. Allah buyurdu ki, Resulüme söyle. O görevini yaptı. İslam’ı anlattı. Kanlar içinde kalana kadar İslamiyet’i anlatıyorsun ama karşındakilere hidayeti veren yüce Allah’tır.” Özetlemeye çalıştım. Eksiklerim olduysa kusura bakmayın. Arkadaşlar bu söz çok ürkütücü. Ben bir Müslüman olarak, hidayet Allah tandır sözünden o kadar korkuyorum ki. Gaybı, en gizliyi bilen Allah, yaratılan insanın nasıl bir yol izleyeceğini, iyi varken, nefsine uyup kötüyü seçeceğini yaratmadan önce bilir. Bu kişinin kalbinin körelmesi kendisindendir ama yüce Allah bunu bilir. Seçimi hür iradesiyle insanlar yapar. Bunu önceden bilip alnına yazan ise şanı yüce Allah’dır. (c.c) Şimdi, “Yaratan var mı, var ise hatalı bir şeyler yaptı mı?” bunun gibi soruları çoğaltabiliriz. Böyle sorular bir Müslüman'ı maazallah dinden çıkarır. Bizler Allah’ı sorgulamak için yaratılmadık. Ona kulluk etmek için yaratıldık. İnanmak veya inanmamak size kalmış. Çünkü hidayet ALLAH'tandır.
 
Kuran derki bir ayetinde göklerle yerde nice deliller vardırda insanlar ona bakmazlar bile

bu delillerden birtanesini paylaşayım beni en cok etkileyen şeydir uzun tutmayıp kısaca yazıcam.

İşçi karıncaların yaprak kestikleri pencelerinde metal var bu metalı oraya kim koydu ? neden kafasında ayagında sırtında değilde tamda onun işine yarıyacak yerde yani yapragı kesen pencede ? bilim derki bu karıncanın pencesindeki metal olmasaydı yaprakları kesemezlerdi

bu bir işaret değilde nedir binlerce işaret var ancak biz neredeyse Allahın gökten inmesini bekliyoruz
musa rabbini görmek istedi rabbi nurundan bir parçayı tur dağına yansıttıda musa 3 gün kendine gelemedi bu dağ hakkındaki bilimsel makalelere uğlaşınız bence zira o makalede uzmanlar diyor ki binlerce yıl önce tur dağına çok şiddetli bir ışık yansımış bu ışık tur dağında bazı yapı değişiklikleri meydana getirmiş
deliller aramadıgın kadar var ancak tek bişey yapmamız bekleniyor bizden okumamız araştırmamız yok eğer araştırmayı yapıcak bilgiye vs. sahip değilsek ozaman da bu araştırmaları yapmış olanları okuyun



Sayın Malkavian evrenin kendiliğinden varolma olasılığı diyorsunuz bu bilgisizliğimizden meydana geliyor insan henüz bu konuda tam bilgiye uğlaşamadı
evren kendiliğinden varolamaz çünkü ben bazı deneylerin yapıldıgını biliyorum evrenin kendi kendine oluşma olasılığını red ediyor hele dn anın karışık yapısı uzmanların anlatmasıyla göstermiştir ki bu dna kendi kendine meydana gelemez

size şunu belirteyim mesela sizinle ayet paylaştım Allah buyurduki " biz göğü genişleticiyiz" 1400 sonra göğün genişlediği ortaya çıkıyor eğer evren kendiliğinden ortaya çıkmış olsaydı bu bir yaratıcı sıfatına ters düşerde zira ondan izinsiz birşey olmaz
rabbimiz herşeyi bir sebepler zincirinde meydana getirmiştir birşeyin olmasını istiyor ve onu ilmiyle gerçekleştiriyor mesela birbirine karısmayan iki denizden bahseder denize bakıyoruz birbirine karısmıyor ama bir sebepler zincirinde meydana geliyor bu ama bilim bunu çözmeden 1400 yıl öncesinden haber veriliyor yani yaratıcı biliyor ve bunu biz yaptık diyor
bu tür kafa karıştıran soruları bazıları anlatma ifadelerini değiştirerek sorunca ozaman elbette kafanın karışması kaçınılmazdır

umarım yardımcı olabilmişimdir

Öncelikler teşekkür ederim verdiğiniz örnekler için ancak, evrenin kendiliğinden oluşmasını değil de, Tanrı gibi ezeli bir şey olmasını, yani yaratılmamış, sonsuzdan beri mevcut olduğunu var sayarsak?
 
Öncelikler teşekkür ederim verdiğiniz örnekler için ancak, evrenin kendiliğinden oluşmasını değil de, Tanrı gibi ezeli bir şey olmasını, yani yaratılmamış, sonsuzdan beri mevcut olduğunu var sayarsak?

Böyle birşey imkansız zira evrenin başlangıcına dair işaretler bulunmaktadır bu işaretlerden bazıları
evrenin başlangıcı ve evrenin sonu







KOZMİK FON RADYASYONU DELİLİ

Ayette Evren’in başta bitişik olduğu Arapça “ratk” kelimesiyle ifade edilir ki; bu kelime kaynaşmış durumda içiçe geçmeyi ifade eder. Arapça “fatk” kelimesi ise ayrılmayı, bölünerek ayrılmayı ifade eder. Ayetin belirttiği bu ayrılmayı Lemaitre ortaya koyduğunda, bu kuramın başta dirençle karşılaştığını Evren’in genişlemesini açıklarken anlattık. Bu fikre karşı koyanlardan biri de Fred Hoyle idi. 1940’lı yıllarda Fred Hoyle, Evren’in Big-Bang ile başlaması halinde, bu ayrılmanın (patlamanın) bir kalıntısı olması gerektiğini öne sürerek; “Bana bu Big-Bang’in bir fosilini bulun” dedi. Aslında Fred Hoyle bunu Big-Bang ile alay etmek için söylemişti. Onun bu alaycı meydan okuması Big-Bang’i destekleyen birçok delilin bulunmasına yol açtı. Hoyle’nin alay etmek için kullandığı fosil tabiri, ilginç bir şekilde o zamandan sonra bulunan deliller için kullanıldı. Hoyle Big-Bang ile alay ederken, onu yok etmek isterken, istemeye-rek onun daha da çok kanıtlanmasını sağladı.

1948’de George Gamov ve öğrencisi Ralph Adler, Big-Bang olduysa gerçekten Hoyle’nin söylediği fosilin olması gerektiği sonucuna vardılar. İleri sürdükleri mantığa göre Evren Big-Bang’den sonra her yöne doğru genişlediğinden bu alçak düzey fon radyasyonu, bakılan her yönde mevcut olmalıydı. Big-Bang’den sonra çıkan diğer bütün radyasyonların Evren’in içinde belli bir başlangıç noktaları olacak ve sadece o noktadan dışarı doğru yayılacaklardı. Ancak tüm Evren’i başlatan bir patlamadan çıkan radyasyon böyle bir tek noktaya kadar izlenemezdi. Böyle bir Evren’in genel dinamik genişlemesiyle bu radyasyon her yana yayılmak zorundaydı. Gamov ve Adler’in tahmin ettiği radyasyon 1960’larda New Jersey’de Princeton Üniversitesi’nde bir grup tarafından çok hassas aletlerle araştırılmaya başlandı. Fakat bu çok önemli bulguyu bulmak enteresan şekilde başkalarına nasip olacaktır. Arno Penzias ve Robert Wilson, Bell telefon şirketinde iki araştırmacıdır. Bir gün ikili Evren’in her yanından gelen bir parazitle karşılaşırlar ve bunun sebebini tam olarak anlayamazlar. İşin enteresan yanı Penzias ve Wilson olayı iyice anlamak için çok yakınlarda çalışan Princeton Üniversitesi’ndeki ekipten Robert Dicke ve arkadaşlarını telefonla ararlar. Telefonu kapatan Dicke büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve Nobel ödülünü kazandıracağını umdukları keşfi başkalarının bulduğunu anlar… Evet, bir soğuk kaynakla kıyaslıyorlardı ve hep mutlak sıfırın tam 3 derece üstünde 3 Kelvin’deydi. Radyasyon tam beklenen özelliklere sahiptir ve Evren’in her tarafından gelmektedir. Hoyle’un bulunmayacağını sandığı fosil bulunmuştur. Nobel ödülünü de böylece Penzias ve Wilson kazanır.

UYDUDAN BÜYÜK PATLAMA’YA DESTEK

Penzias ve Wilson 1965’teki keşifleriyle Nobel’i aldıktan sonra, 1989 yılında daha da gelişen teknolojinin yardımıyla COBE uydusu bir roketle uzaya gönderildi. COBE uydusundan gelen veriler Penzias ve Wilson’un buluşunu destekledi. Birçok kişi COBE’nin verilerine kesin kanıt dedi. Böylece 1927’de Lemaitre ile başlayan süreç 1990’larda yeni kanıtlar bulmuştu. Yıl 1990’ları gösterdiğinde Kuran’ın inmeye başladığı tarihten 1400 yıldan fazla bir zaman geçmişti ve Kuran’ın söyledikleri uyduyla da ispatlanıyordu.

Issız bir adaya çıksak ve bu adada küllere rastlasak herhalde hiçbirimizin bu adada daha önce bir ateşin yandığına şüphesi olmaz. Bu küller adada daha önce yanan ateşin bir nevi fosilidir. Aynı şekilde COBE’nin ve daha önce Penzias ve Wilson’ın bulduğu fosil ışın da Big-Bang’in bir kanıtıdır. Bu fosil-ışının Evren’in her yanına dağılmış durumda olması gerektiğinin Big-Bang ile alay etmek isteyenlerce ortaya atılması da bu delilin sağlamlığının diğer bir göstergesidir.

Big-Bang’i kanıtlayan delillerden biri de Evren’deki hidrojen-helyum oranıdır. 1930’lu yıllarda her gök cisminin yapısına göre özel bir ışık saçtığı olgusundan yola çıkan astronomlar, yıldızların ve galaksilerin bileşimini analiz etmek için özellikle tayfölçerlerden yararlandılar. Tayfölçer ve matematik sayesinde, Evren’in, ortalama olarak %73 hidrojen, %25 helyum ve az oranda da öteki elementleri içerdiğini hesapladılar. Oysa yıldızlar bu kadar hidrojen ve helyum üretmiyorlardı. Değişik bilim adamları tarafından yapılan hesaplar %20-%30 miktarında helyumun yıldızlardan önce meydana gelmiş olması gerektiğini ortaya koydular. Yalnızca Big-Bang’in ilk anlarında var olan ateş topu bu miktardaki hafif gaz sentezini gerçekleştirebilirdi. Big-Bang sonucu oluşması beklenen tablo ile Uzay’daki hidrojen ve helyum miktarı, teoriyi destekleyen delillerden bazılarıdır.

Big-Bang’i kanıtlayan deliller yeterli olmakla beraber, 2000 yılına girildiğinde bile bu delillerin sürekli arttığını görüyoruz. İsviçre’nin Cenevre kentinde Dünya’nın en ünlü fizik merkezlerinden CERN’de çok yüksek maliyetlerle Big-Bang ortamı oluşturulmuştur. Bu deneyin bulguları da Big-Bang’i destekler özelliktedir. Araştırmaya liderlik eden Londra’daki Imperial Koleji öğretim üyelerinden Fizikçi Prof. Peter Dornan’a göre bu deneyin bulguları 21. yüzyılın en önemli buluşlarındandır.

Evren’in bir başlangıcı olması gerektiğini Termodinamik’in kanunları da desteklemektedir. Termodinamik’in ikinci kanunu (Enerjinin Bozulması Kanunu) kendi haline bırakılan sistemlerin düzensizliğe doğru eğilimleri olduğunu, enerjinin daha az kullanılabilir hale doğru gittiğini ve sonuç olarak tam bir işe yaramaz duruma eriştiğini ifade eder. Eğer Evren ve madde sonsuzdan beri var olsaydı sonsuz zamanda hareket tamamen durmuş olacaktı. (Gerçi sonsuz zaman vardır demek, sonsuzu geçip buraya geldik demektir. Oysa sonsuz geçmez, eğer geçi-yorsa sonsuz değildir. Kısacası zaman olarak şu noktadaki varlığımız bile bir başlangıcın varlığını ispat eder. Zihin zamanın yaratılmadığını düşündüğü anda çelişkiye, ikileme düşmeye mahkumdur. İkilemin yegane çözümü zaman kavramının yaratıldığını bilmekten geçer.) Evren’in başlangıcı olmasının gerekliliği ile Evren’in başlangıcını ispat eden Big-Bang’in bu uyumu da deliller üstüne bir delildir.


EVRENİN BİTİŞİ


Allah bir kuran ayetinde buyurur ki "O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz"


Ayetin öncelikle bir noktasına dikkatlerinizi çevirelim. Ayette, Allah’ın Even’i yarattığı duruma, geri çevireceği söylenmektedir. O zaman Evren’in sonunu anlamak için Evren’in başlangıcını anlatan ayetleri hatırlayalım (Evren’in en başını anlatan ayetle [21 Enbiya Suresi 30], Evren’in en sonunu anlatan ayetin [21- Enbiya Suresi 104] aynı surede olmaları da çok anlamlıdır).


"İnkar edenler gökler ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı görmüyorlar mı?"

"Ve göğü kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz"

Evren ilk yaratılış haline geri dönecekse, sırasıyla:

1- Genişleyen Evren’in büzüşmesi,
2- Büzüşen Evren’in baştaki tekillikte son bulması gerekmektedir.

Astrofizikten anlayan kişiler incelediğimiz ayetteki muhteşemliği hemen farkedeceklerdir. Evren’in sürekli genişlediğini biliyoruz. Yine biliyoruz ki bu genişleme Büyük Patlama’nın verdiği ivmeyle olmaktadır. Sonunda iki şık karşımıza çıkmaktadır. Birinci şıkka göre genişleyen Evren çok çok geniş bir alana yayılacak, tüm yıldızlar enerjisini tüketecek, ısı düşecek ve Evren’in sonu (kıyameti) böylece gelecektir. Yıldızların enerjisini tüketmesi, hareketin tamamen durmasıyla, tüm gök cisimlerinin birbirinin çekim alanından çıkmasıyla Evren’in sonu (kıyamet) gelecektir. İkinci şıkka göre, genişleyen Evren, maddenin birbirini çekmesi sonucu durup, kapanmaya başlayacak ve sonunda kapanan Evren baştaki gibi bir tekilliğe dönüşecektir.


Kuran bahsettiğimiz iki şıktan ikincisinin olacağını ortaya koymaktadır. Dünya’nın öküz ile balığın üzerinde zannedildiği bir ortamda, Kuran’ın bu açıklamayı yapması ne kadar olağanüstü bir mucizedir! Kuran’ın yaptığı bu açıklamaları uydurmaya, tesadüfe veya o dönemde olmayan bilimsel bilgilere bağlamanın olanağı yoktur. Bu bilginin kaynağı bilimsel gözlem değil, Allah’ın vahyidir. İncelediğimiz ayet, insanlığın arasında kaldığı iki şıktan hangisinin doğru olduğu sorununu da çözmektedir. Evren’in bir tekillikten yaratıldığını, Evren’in genişlediğini ve aynı şekilde Evren’in ilk haline döndürüleceğini söyleyen, bunları değerlendiren ve bu bilgileri hiçbir bilimsel bulgunun olmadığı çağda, tamamen ilkel bir ortamda yapan Kuran’ın mucizesinin büyüklüğü; bilimin ilerlemesi, Evren’in sırlarının keşfedilmesiyle çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Evren’in bu şekilde kapanması astronomide Kapalı Evren Modeli olarak bilinir. Bu kapanmayı gerçekleştirecek olan kuvvet yerçekimidir. Bilindiği gibi tüm madde birbirini çekmekte ve bu çekiş kuvveti Evren’in genişlemesini de frenlemektedir. Nasıl ki havaya bir maddeyi fırlattığımızda bir süre hareket eden bu cisim, sonunda yerçekiminin kuvvetine dayanamaz ve geri döner, aynı şekilde ilk patlamanın fırlatışıyla her tarafa doğru saçılan ve genişleyen madde de sonunda dayanamayıp geri dönecek ve her şey birbirinin üstüne katlanarak kapanacaktır. Kuran’ın bu olaya işaret ettiği dönemde yerçekimi diye bir kavramın bilinmediği, Kuran’ın inişinden bin yıl kadar sonra ilk olarak Newton’un yerçekimini tarif ettiği unutulmamalıdır.

Evren’in genişlediği anlaşıldıktan sonra Evren’in durmadan genişleyerek mi, sonunda içine kapanarak mı son bulacağını keşfetmek için bilim adamları da çalışmalar yaptılar. Bu sorunu çözmek için Evren’deki maddenin kritik yoğunluğunu bulmaya çalıştılar ve omega diye isimlendirilen oranlar tespit ettiler. Bu tespitlerde Evren’deki yoğunluğun belli bir düzeye çıkması halinde, yerçekiminin madde yoğunluğunun artışıyla artacağından; Evren’in sonsuzluğa dağılmasına izin vermeden, kapanma sürecini başlatacak demektir.

Evren’deki yoğunluk değerinin sanılandan yüksek olduğunu gösteren ve başta hesaba katılmayan 3 nokta şöyledir:

1- Evren’in yoğunluk değeri için kara delikler de hesaba katılmalıdır. Çok yoğun madde içeren, çok küçük hacimli karadelikler ışık yaymadıkları için yayılan ışıkla yapılan tespitlerde hesaba katılmamışlardır.

2- Sonradan yaydığı ışığın şiddeti ile orantılı olmayan büyük kütleli aşırı yoğun yıldızlar bulundu. Örneğin Güneşimiz gibi 1000 Güneş’in yanyana gelmesiyle oluşan bir yıldız, sadece Güneş’imiz kadar ışık yaydığı için, başta bin kez az yoğunlukta hesaplanmıştır.

3- Yine son dönemde ismine karanlık madde (dark matter) denilen, tüm galaksileri dolduran, gözle görülmeyen, ama Evren’deki yoğunluk değerine ilave edilmesi gereken bir başka madde tipi ortaya çıkarıldı.

İnsanlar doğar, yaşar, ölür ve sonunda kendi ham maddeleri olan toprağa dönerler. Hayvanlar ve bitkiler için de aynı süreç geçerlidir. Demek ki Allah tüm canlılar için işlettiği kanununu Evren için de işletmektedir. Alıntıladığımız ayette Allah’ın bu kanunu “iade” kelimesiyle anlatılır. (Türkçe’ye de bu kelime aynı şekilde girmiştir) Kuran’da başka ayetlerde de varlığın iadesine dikkat çekilmiştir.


Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. Bu O’nun için çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnek O’na aittir. O üstündür, bilgedir. (30:27)


De ki “Sizin ortak koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?” De ki “Allah yaratmayı başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?”

Elimden geldiğince evrenin bir yaratılışı ve sonunun geleceğini açıklamaya çalıştım eğer evrenin bir başlangıcı olmasa bunun delilleri bulunamazdı evrendeki maddelerin incelenmesiyle o maddelerin zaman içince evrenin sonunu getireceğini anlıyabiliriz ...
 
Bence tehlikeli işler yapıyorsunuz. İnananlar için bunu cevaplamak bence hata. “İnanıyorsam sorgulamam” diyebiliyorsan kendine sorun yok arkadaşım. Ateizm e bulaş, sonu oji, izm le biten bütün her şeye bulaş. Damardaki kan gibi geleceğin yer aynıdır. İnsan doğadaki vahşi hayvanlardan yaşamdan öğrenir ve kanımca sadece bu sebepten bile çok zavallıdır. İyisi mi aklın hangi ışığı görüyorsa ona git ya da karanlıkta fısıltılara inan.
 
Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.İnsanoğlu,fındık kadar beyniyle Allah'ı sorgulamaya kalkmakla ancak cehaletini ikrar eder.
 
İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.

Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!

Sorunun cevabı :



İblis melek mi, cin mi?

Sual: Kehf suresi 50. âyette, İblis için, hem melek, hem de cin deniyor. Bu nasıl mümkün oluyor?
CEVAP
Öyle yazmıyor. O âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Meleklere, Âdem’e secde edin demiştik. İblis’ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin emrinin dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü mübadeledir, takastır) [Kehf 50]

Ateşten yaratılan İblis, nurdan yaratılan melekler arasında idi, onlara hocalık ediyordu. Melekler topluluğunda olduğu için, (Bu topluluğa, secde edin emri verdik, cin taifesinden olan İblis, secde etmedi) deniyor.
 
Cennetin genişliği ne kadardır?

Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.

Gökle yer kadar/ Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

Değerli kardeşimiz;
Herhalde çelişki gibi görülen şey “Eni, gökle yerin genişliği kadar olan…cennet” ifadesi ile “Genişliği (eni), göklerle yer arası kadar olan… cennet” ifadesidir.

Önce şunu belirtelim ki, bu ayetlerin hiçbirinde “göklerle yer arası kadar...” ifadesi yoktur.

Ali İmran Suresi'ndeki ayette “semavat = gökler” çoğul şeklinde, Hadid Suresi'ndeki ayette ise, “sema = gök” tekil olarak kullanılmıştır. Bunda bir çelişki yoktur. Çünkü, “sema” kelimesi bir cins isim olduğu için çoğul (gökler) manasını da vermektedir. Nitekim Türkçe’de de bunu görüyoruz; bazen “gök”, bazen de “gökler” diyoruz ve aynı şeyi kastediyoruz.

Diğer bir farklı nokta da şudur: Al-i İmran Suresi'ndeki ayette -meal olarak- “…genişliği/eni göklerle yer (genişliği kadar)olan cennet” şeklindedir. Hadid Suresi'ndeki ayette ise, “...genişliği/eni gökle yer genişliği gibi (kadar) olan cennet” şeklindedir.

Yani tek fark, Ali İmran Suresi'nde teşbih edatı olan “Kef” harfi kullanılması, Hadid Suresi'nde ise bu edatın kullanılmamasıdır; fakat mana aynıdır. Bu bir tefennün sanatıdır. Biri teşbih-i sarih, diğeri teşbih-i beliğdir, yani ÇELİŞKİ yoktur.

Merhum Elmalılı Hamdi, soruda geçen Al-i İmran Suresi'ndeki ayeti şöyle tefsir eder:

“Cennet", dâr-ı saadet (saadet evi) olan ebedî vatan, o gizli bahçe ki "altından ırmaklar akan cennetler" den birisi veya hepsi. "Arz"; tûl (uzunluk) karşılığı "en" veya vüs'at (genişlik) veya karşılık ve bedel mânâsınadır ki, bir şey satın almak için arz olunur.

Diğer bir âyette "Genişliği, gökle yerin genişliği gibi olan cennete koşuşun." (Hadid, 57/ 2 1) buyurulduğundan, burada da teşbih (benzetme) "kef"in hazfi (düşmesi)yle "Onun eni, göklerin ve yerin enidir." mânâsı gözetilmiştir. Ve bu teşbihin hakikî veya genişliğin büyüklüğünden kinaye olduğu da bahis konusu edilmiştir.

İbnü Abbas ve Said b. Cübeyr ve cumhûr (çoğunluk) demişlerdir ki: "Gökler ve yer, kumaş gibi yayılıp birbirine ulanınca cennetin enine bir ölçü olur. Uzunluğunu ise Allah'tan başka kimse bilmez".

Bu görüşe göre cennet, semalardan daha büyük demektir. Bazı nebevî hadislerde de cennet, Arş-ı âzam (büyük Arş)ın altında ve semaların üstünde bulunduğu şeklinde varid olmuştur. Bunun için "bir kişiye düşen cennet" diye de açıklanmıştır.

Bununla beraber bu âyetin zahiri, bu alemin semaları ve yeri, aynen cennetin eni, “Genişliği, gökle yerin genişliği gibi olan cennete” âyeti de teşbihen (benzetilerek) böyle olduğunu gösteriyor. Bunların birini bedel, birini "en" mânâsına alarak tevfik (birbirine uydurmak) mümkün olduğu gibi, "Rabbinin (hüküm ve adalet) makamından korkan kimseye iki cennet vardır." (Rahman, 55/46) âyeti de, her iki âyetteki cennetleri başka başka olarak almaya müsaittir. "Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver." (Bakara, 2/201).

Râzî tefsirinde nakledildiği üzere Herakl'in (yani Rum kralının) elçisi Peygamberimize: "Sen 'müttekîler için hazırlanmış ve genişliği yer ve gökler kadar' olan bir cennete davet ediyorsun? O halde nâr (cehennem) nerede?" diye sormuş. Resulullah (a.s.m.): "Sübhanallah (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), gündüz olduğu zaman gece nerede olur?" buyurmuş olduğu rivayet edilmiştir. (bk. Hak Dini, Al-i İmran, 3/133. ayetin tefsiri)
 
Geri
Üst