Madmen
Kayıtlı Üye
Hiçbir majikal geçmişi olmayanlar için bile ritüel fikri, majinin ne olduğu veya majisyenlerin ne yaptığı konusunda merkezi bir öneme sahiptir. Majikal düşüncenin ne olduğuna dair fikrini gazetelerin cumartesi eklerindeki karikatürlerden veya pazar eklerinin kilise müdavimlerinin ayıpladığı daha aptal karikatürlerinden alan birçok modern Amerikalı için bile maji işaretler, sözler, özel nesneler ve tuhaf eylemlerle yapılır. Bu vasat fikir, majinin gerçeklerine dayanır. Her ne kadar maji kısmı ritüelden daha ağır bassa da, ritüel sanatı dünyanın hemen tüm tradisyonlarında majikal tekniğin kalbini oluşturur.
Ritüeli sembolik eylem diye tanımlayabiliriz. Bir sembol — bu kelime felsefenin belli başlı temalarının yarısının tartışılmasını gerektirse de, bu tartışmalara şimdilik girilmeyecek — başka bir anlama gelen şeydir; bir ilişkiyi, bir anlam ilişkisini, sembol ile sembolize edilen şey arasındaki ilişkiyi tanımlar. Ay’ı işaret eden parmakla Ay aynı şey değildir, fakat o hiçbir şeye işaret eden bir parmakla da aynı şey değildir. Aynı şekilde sembol de ne sembolize ettiği şey, ne de sadece sembolün kendisidir. Başka bir boyutu, (şimdilik) bilinç âlemi veya dünyası diyeceğimiz yerde var olan bir anlam boyutu vardır.
İnsanlar sembolize eden yaratıklardır; dillerimiz, sosyal yapılarımız, dünyayı kavrayışımızı gösteren fikirler ve imgelerin hepsi semboldür. Bizatihi dünyaya dair algılarımız, duyularımızın, beyin yapılarımızın ve düşünce süreçlerimizin filtresinden geçtiği için dışımızdaki gerçekliğin sembollerinden başka bir şey değildir. Eğer ritüel sembolik eylem olarak tanımlanırsa, beşeri eylemlerin büyük bir çoğunluğu ritüeldir. Gerçekten de insan davranışlarını gözlemlemeye ayrılacak küçük bir vakit bunun gerçek olduğunu gösterir.[
[lgıladığımız Dünya [
[odern Batı kültürüne egemen olan evren haritalarının en önemli parçalarından biri, “gerçek dünya”nın tümüyle madde ve enerjiden yapıldığı, bilinç dediğimiz şeyin ise beyin denilen belli et yığınlarının içinde olup biten tuhaf bir fenomen olduğu fikridir. Modern insanların çoğu için sağduyunun söylediği şey olan bu nosyon, aslında, evren hakkındaki gelişigüzel seçilmiş inançlar koleksiyonundan yükselir. Bu inançlar öğrenilmek zorundadır ve ancak hayli yaygın bazı insani tecrübeler yok sayıldığında bir anlam ifade ederler.
Bir süre için neyin “gerçek” neyin gerçek olmadığına dair bildik hipotezleri bir kenara bırakmalı ve çok daha temel bir sorudan hareket etmeliyiz. İnsanlar, evren dediğimiz bu karmaşık şey hakkında ne tür algılara sahipler? Algıladığımız şey, en temel düzeyde, nedir?
İlk olarak, bilince görme, işitme, tatma, dokunma ve koku duyuları vasıtasıyla gelir görünen algılar gelir. Bunlar modern düşüncenin “gerçek dünya” hakkında malumat olarak sınıflandırdığı şeylerdir.
İkinci olarak, modern İngilizcede dile getirilmesi çok güç olan, fakat birçok başka kültürün üyesinin çok iyi bildiği, olağan duyuların sübtil formları aracılığıyla gelir görünen algılar vardır. Eğer ellerinizi iyice sallar, sonra avuçlarınızı çukurlaştırarak parmaklarınızı birleştirip yavaş yavaş ve derin bir şekilde nefes alırken ellerinizi birbirine yaklaştırıp uzaklaştırdığınızda algılayabileceğiniz türden bir tecrübe türüdür bu.
Bu algılar belirli yollarla maddi duyularla ilişkili görünür, çünkü bu çok daha ince duyularla algılanan birçok şey –ama hepsi değil- fiziksel tecrübe âlemindeki şeylerle ilişkilidir. Belli bir nesne, özel bir yer ve kimi kiler, tıpkı değişmeyen fiziksel görünüşleri gibi, değişmeyen bir “duygu” veya “enerji”ye sahiptir.
Üçüncü olarak, aşağı yukarı yine duyusal biçimler alan — sözlü veya yazılı sözler, imgeler vs. — fakat duyularla algılanan dünyadan bağımsız gibi görünen algılar vardır. Bu algılar, bilinçte akıp giden bir monolog gibi, az çok süreklidirler. Dünyaya modern bakışımız bu algıları düşünceler, duygular, algılar, gündüz düşleri vs. olarak sınıflar.
Dördüncü olarak, duyusal biçimler almayan, duyularla algıladığımız dünyadan bağımsız olan, fakat yine de bu dünyayı yapısını belirlemede belirli bir role sahipmiş gibi görünen algılar vardır. Bunlar belirli bir düzenlilik algılama olarak tanımlanabilir. Örneğin aynı şeye eşit olan iki şeyin, birbirine eşit olacağı fikri. Modern düşüncenin mantık kuralları, matematik ve (belli bir dereceye kadar) doğa dediği şey, bu kategoriye girer.
Beşinci ve son olarak, bazen “mistik” denilen algı türleri vardır. Bu algılar duyulardan veya duyusal biçimlerden veya herhangi bir önceki tecrübeye benzerlik içermeyen algılardır. Evrenin bir birlik olarak algılanmasını ve bireysel benliğin bu birlikle ilişki içinde algılanmasını içerir gibidirler.
Mümkün beşeri tecrübelerin tayfı, elbette başka şekillerde sınıflandırılabilir. Fakat bu beşli sınıflandırma yukarıda bahsedilen modern “sağduyu”ya dair yararlı bir perspektif sunar. İncelediğimiz sınıflandırmalar açısından bakarsak, modern düşünce biçimi bu tecrübelerden birini — duyulardan geleni — tek “gerçek” tür olarak belirler ve onun madde ve enerjinin “gerçek” dünyasını yansıttığını ileri sürerek, diğer bütün tecrübe türlerini, bu birinci türün yan ürününden başka bir şey olmadığı hasebiyle bir kenara atar. Mantıksal olarak bakıldığında, haklı çıkarılması çok zor bir şeydir bu.
Duyusal tecrübe dünyasının nesnel olduğu için — yani farklı insanlar tarafından aynı şekilde tecrübe edildiği için- gerçek olduğu iddia edilir; diğer bütün tecrübe türleri ise özneldir — yani farklı insanlar tarafından farklı şekilde tecrübe edilir. İddia her ne kadar genel kabul görse de, doğru değildir.
İlk olarak, duyusal olmayan, fakat buna rağmen maddi bir şeyin olduğu kadar “nesnel” olabilecek bir süre tecrübe vardır. Açık bir örnek vermek gerekirse matematiğin temel kuralları onları kullanan kim olursa olsun değişmezler ve birçok dövüş sanatının etkililiği yukarıda incelediğimiz ikinci türden tecrübelerin somut gerçekliğine dayanır. Ayrıca fiziksel tecrübeler bile herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz; bir şarabın tadı veya bir trafik kazası olayı, büyük ihtimalle farklı kişiler tarafından farklı algılanıp farklı tarif edilecektir.
Bu güne kadar birçok defa bu son faktörün nesnel bir olgunun yetersiz beşeri tecrübesini temsil ettiği ileri sürülmüştür. Bu savın haklı bir yanı olabilir; yalnız savın rahatsız edici bir noktası vardır ki varsayılan “nesnel olgu”nun gerçekten var olduğunu tek işareti o aynı yetersiz algılardır. İnsan algısı bilebileceğimiz tek şeydir.
“Nesnel olgu” dünyası, kimi insani tecrübelerin kimi hayli gelişigüzel kurallara göre zihinde birleştirilmesinden oluşan zihinsel bir inşadan başka bir şey değildir. Doğrudan bilebileceğimiz tek dünya insan algısının, insan bilinçliliğinin dünyasıdır, diğer her şey bu dünyaya düşen gölgeler gibi gelir.
Mantıksal olarak kanıtlamasa da, bu gölgelerden bazılarının insan bilinci dışındaki bir şey tarafından düşürüldüğünü varsaymak makuldür. Aynı şekilde bu “dışarıdaki şey”in zihinsel modellerini yaratmak ve bu modelleri içinde var olduğumuz evrenin kaba temsilleri olarak görmek de makuldür. Oysa insan tecrübesinin birçok türünü bu tür modellerin temelsiz olduğu gerekçesiyle bir kenara atmak ve bütün diğer modelleri yargılamak için sadece dar bir algı grubunu kullanmak makul değildir. Modern gerçeklik mevhumunun yaptığı şey, tam da budur.
Tecrübe Düzeyleri
Evrene eski bakma biçimlerinden beslenen Batı Maji gelenekleri her zaman geniş bir bakış açısı benimsemiştir. Altın Şafak majisinin temel aldığı Kabala Felsefesi’nde çevremizi kuşatan evren, aralıksız olarak maddeden ruha ulaşan bir sürekliliktir; beşeri tecrübenin bu ikisi arasındaki bütün düzeylerinden geçer.
Bu sürekliliğin en önemli modeli bu sürekliliği on temel varoluş düzeyi veya aşama olarak resmeden Hayat Ağacı şeklidir. Bununla birlikte şu andaki amaçlarımız açısından farklı bir model daha yararlı olabilir. Bu model, yukarıda incelediğimiz tecrübenin beşli sınıflandırmasına dayanır. Bu model biri maddeyi, öteki ruhu temsil eden birbirini kesen iki üçgenle resmedilir
Madde ve ruh arasındaki geçiş âlemleri beş düzeye bölünebilir; bunlar da, daha sonra ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz geleneksel majikal sembolizmin beş elementiyle ilişkilendirilebilir. Bu düzeyler aşağıdaki gibidir:
Varlık Seviyeleri
Fiziksel. Fiziksel düzey beş olağan duyuyla tecrübe edilir. Aşağı yukarı modern bilimsel düşüncenin kavradığı şekliyle madde ve enerji terimleriyle açıklanabilir. Eski tradisyonlar fiziksel düzeyi dört elementin –ateş, hava, su ve toprak- etkileşimleri olarak tarif ederdi. Bunlar modern enerji, gazlar, sıvılar ve katılar kavramlarına denk düşerler. Bu düzey sembolik olarak katı ve direngen Toprak elementine karşılık gelir.
Eterik. Eterik düzey, olağan görme ve dokunma duyularına az çok paralel olan farklı duyu grubu aracılığıyla tecrübe edilir. Hem enerjinin hem maddenin bazı niteliklerini paylaşan, fakat biyolojik hayatla yakından bağlantılı olan bir maddi olmayan töz düzeyi olarak düşünülebilir. Eter Hindu yoganın pranası ya da Doğu Asya dövüş sanatlarının ch’i veya ki’sine benzetilebilir. Majikal felsefede maddi düzeyin altındaki temel, madde ve enerjinin biçim aldığı desenleri veren sübtil töz okyanusudur. Sembolik olarak akıcı ve alıcı Su elementine tekabül eder.
Astral. Astral düzey, yani somut bilinç düzeyi normalde zihin — zekâ, heyecan, hayal gücü, irade ve hafıza melekeleri — dediğimiz şey vasıtasıyla tecrübe edilir. Majisyenin bakış açısından bunların eylemin duyuları ve araçları olarak işleyebileceğini anlamak çok önemlidir. Bu işlevlerden hiçbiri bir insanın kafasının içiyle sınırlı değildir. Astral düzey, kendi bilincimiz ve başkalarının bilinciyle belirlenen ve bilincimizde düşünceler, duygular, imgeler ve benzerleri olarak ortaya çıkan sürekli değişen motifler içinde hareket ederek zihni zihne bağlayan akış halindeki enerjiler alemi olarak düşünülebilir. Sembolik olarak bu düzey hareketli ve dönüştürücü Ateş elementine tekabül eder.
Zihinsel. Zihinsel düzey, yani soyut bilinç düzeyi bizzat bilincin (farkındalığın), kendine ait kapasitelerince tecrübe edilir. Zaman ve mekânın dışında var olan ve ilk üç düzeyin dayandığı örgütleyici ilkeleri sunan soyut motifler alemi olarak tasavvur edilebilir. Bu motifler, farkındalığımıza eşyanın tabiatına dair temel içgörüler olarak görünür. Sembolik olarak bu düzey şeffaf ve elle tutulur olmayan Hava elementine tekabül eder.
Spritüel. Spritüel düzey benliğin özsel çekirdeği aracılığıyla tecrübe edilir. Bu özsel çekirdek aynı zamanda bilincin kaynağıdır. Herhangi başka bir tanımın ötesindeki saf varlık olarak tasavvur edilebilir ve kendini insan farkındalığında benliği bütün her şeyin birliğine bağlayan, tarifi zor bir deneyim türüyle gösterir.
Bu beş düzey maddeden ruha, (aynı şeyi başka bir şekilde ifade edersek) tam kuvve halinden tam fiil haline ulaşan tek bir tayfın kısımları olarak görülebilir. Bununla birlikte tayfın farklı bölgeleri birbirlerinden birçok şekilde ayrıdırlar. Dikkate değerdir ki birini yöneten yasalar genellikle diğerlerinde geçerli değildir. Örneğin bir fikre çivi çakamazsınız ya da düşünce gücüyle katı bir duvarın içinden geçemezsiniz. Her bir âlemin kendi kuralları vardır.
Bununla birlikte bu beş tecrübe düzeyini birbirine bağlayan altta yatan bazı motifler vardır. Bu motifleri net bir şekilde duymak, ritüel majinin ilkelerinin epey bir netleşmesini sağlar. İki düzey, fiziksel ve eterik düzey, zaman ve mekânın bildik bağlamında meydana gelen şeylerle ilgilidir. Bu düzeylerde tecrübe ettiğimiz şeyler zaman ve mekâna tabi gibidirler; büyüme ve çürümeye, genişleme ve çelişmeye maruz kalırlar. Platonik felsefe diliyle bu iki düzey Oluş âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Diğer iki düzey, spritüel ve mental düzey, tümüyle zaman ve mekânın dışındaki şeylerle ilgilidir ve değişime uğramazlar. Bu iki düzey, sonuç olarak saf Varlık âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Bu iki âlemdeki iki düzeyin ilişkilerinde önemli bir paralellik vardır. Fiziksel ve zihinsel düzeyler şeylerin çoğulluk içinde bulunduğu düzeylerdir. Yani bunlarda tecrübe edilecek birçok farklı şey vardır ve bu şeyler etraflarındaki şeylerden büyük ölçüde ayrı görünür. Şu anda elinizde tutmuş olduğunuz bu kitap, onu tutan ellerinizden, etrafını çeviren havadan vs. ayrıdır. Zihinsel düzeyin çeşitli motifleri aynı şekilde birbirinden ayrıdır ve ayrı olarak tecrübe edilebilir. Soyut bir hakikate dair ani bir içgörü zorunlu olarak diğer hakikatlere denk bir içgörüye yol açmaz. Oysa, eterik ve spritüel düzeyler birlik düzeyleridirler ve tecrübe edilen şey bütünün bir veçhesi olarak tecrübe edilir. Eter okyanusunda çok az ayırıcı çizgiler varken, ruhun (Spirit) aşkın birliğinde hiçbir ayrım çizgisi yoktur.
Peki Varlık ve Oluş âlemlerinin ortasında duran Astral düzey? Bizim genelde düşünceler ve duygular olarak tarif ettiğimiz somut bilinç hareketleri olağan zaman ve mekân sınırlarına tabi değildir; fakat bunların var olduğu yer sonsuzluğun değişmezliğinde değildir. Daha ziyade kendi zaman ve mekânlarında şekil alırlar; bu, olağan zaman ve mekândan daha esnektir. Bu zaman ve mekân Varlık âlemleriyle, olağan zaman ve mekâna göre daha net ilişkilidir.
Birçok insanın gidebildiği en derin astral düzey olan düşler bunu açıkça gösterir. Düşlerde mekân vardır ve zaman geçer, ancak bu tanımlanmasın veya betimlenmesini neredeyse imkânsızlaştıracak karmaşık birçok katmanlılıkla geçekleşir. Olağan zaman ve mekân içinde gerçekleşmesi imkânsız şeyler sürekli olarak vuku bulur, zaman esner, durur, geriye akar vs. Aynı şey olağan düşünce için de geçerlidir. Ayrıca majisyenlerin nasıl girileceğini bildiği daha yoğun astral tecrübe türleri için de çarpıcı bir biçimde doğrudur.
Majikal teoride astral düzeyin bu özel niteliklere sahip olmasının nedeni, onun Varlık ve Oluş âlemleri arasında bir geçiş olmasından kaynaklanır. Burada zaman sonsuzlukla, değişim değişmezlikle komşudur. Kısa bir süre sonra göreceğimiz üzere bu iletişim evrenin varlığa gelişi sürecinin anahtarıdır. Ayrıca ritüel majinin etkili kullanımı için hayati öneme sahip bir anahtardır...
Ritüeli sembolik eylem diye tanımlayabiliriz. Bir sembol — bu kelime felsefenin belli başlı temalarının yarısının tartışılmasını gerektirse de, bu tartışmalara şimdilik girilmeyecek — başka bir anlama gelen şeydir; bir ilişkiyi, bir anlam ilişkisini, sembol ile sembolize edilen şey arasındaki ilişkiyi tanımlar. Ay’ı işaret eden parmakla Ay aynı şey değildir, fakat o hiçbir şeye işaret eden bir parmakla da aynı şey değildir. Aynı şekilde sembol de ne sembolize ettiği şey, ne de sadece sembolün kendisidir. Başka bir boyutu, (şimdilik) bilinç âlemi veya dünyası diyeceğimiz yerde var olan bir anlam boyutu vardır.
İnsanlar sembolize eden yaratıklardır; dillerimiz, sosyal yapılarımız, dünyayı kavrayışımızı gösteren fikirler ve imgelerin hepsi semboldür. Bizatihi dünyaya dair algılarımız, duyularımızın, beyin yapılarımızın ve düşünce süreçlerimizin filtresinden geçtiği için dışımızdaki gerçekliğin sembollerinden başka bir şey değildir. Eğer ritüel sembolik eylem olarak tanımlanırsa, beşeri eylemlerin büyük bir çoğunluğu ritüeldir. Gerçekten de insan davranışlarını gözlemlemeye ayrılacak küçük bir vakit bunun gerçek olduğunu gösterir.[
[lgıladığımız Dünya [
[odern Batı kültürüne egemen olan evren haritalarının en önemli parçalarından biri, “gerçek dünya”nın tümüyle madde ve enerjiden yapıldığı, bilinç dediğimiz şeyin ise beyin denilen belli et yığınlarının içinde olup biten tuhaf bir fenomen olduğu fikridir. Modern insanların çoğu için sağduyunun söylediği şey olan bu nosyon, aslında, evren hakkındaki gelişigüzel seçilmiş inançlar koleksiyonundan yükselir. Bu inançlar öğrenilmek zorundadır ve ancak hayli yaygın bazı insani tecrübeler yok sayıldığında bir anlam ifade ederler.
Bir süre için neyin “gerçek” neyin gerçek olmadığına dair bildik hipotezleri bir kenara bırakmalı ve çok daha temel bir sorudan hareket etmeliyiz. İnsanlar, evren dediğimiz bu karmaşık şey hakkında ne tür algılara sahipler? Algıladığımız şey, en temel düzeyde, nedir?
İlk olarak, bilince görme, işitme, tatma, dokunma ve koku duyuları vasıtasıyla gelir görünen algılar gelir. Bunlar modern düşüncenin “gerçek dünya” hakkında malumat olarak sınıflandırdığı şeylerdir.
İkinci olarak, modern İngilizcede dile getirilmesi çok güç olan, fakat birçok başka kültürün üyesinin çok iyi bildiği, olağan duyuların sübtil formları aracılığıyla gelir görünen algılar vardır. Eğer ellerinizi iyice sallar, sonra avuçlarınızı çukurlaştırarak parmaklarınızı birleştirip yavaş yavaş ve derin bir şekilde nefes alırken ellerinizi birbirine yaklaştırıp uzaklaştırdığınızda algılayabileceğiniz türden bir tecrübe türüdür bu.
Bu algılar belirli yollarla maddi duyularla ilişkili görünür, çünkü bu çok daha ince duyularla algılanan birçok şey –ama hepsi değil- fiziksel tecrübe âlemindeki şeylerle ilişkilidir. Belli bir nesne, özel bir yer ve kimi kiler, tıpkı değişmeyen fiziksel görünüşleri gibi, değişmeyen bir “duygu” veya “enerji”ye sahiptir.
Üçüncü olarak, aşağı yukarı yine duyusal biçimler alan — sözlü veya yazılı sözler, imgeler vs. — fakat duyularla algılanan dünyadan bağımsız gibi görünen algılar vardır. Bu algılar, bilinçte akıp giden bir monolog gibi, az çok süreklidirler. Dünyaya modern bakışımız bu algıları düşünceler, duygular, algılar, gündüz düşleri vs. olarak sınıflar.
Dördüncü olarak, duyusal biçimler almayan, duyularla algıladığımız dünyadan bağımsız olan, fakat yine de bu dünyayı yapısını belirlemede belirli bir role sahipmiş gibi görünen algılar vardır. Bunlar belirli bir düzenlilik algılama olarak tanımlanabilir. Örneğin aynı şeye eşit olan iki şeyin, birbirine eşit olacağı fikri. Modern düşüncenin mantık kuralları, matematik ve (belli bir dereceye kadar) doğa dediği şey, bu kategoriye girer.
Beşinci ve son olarak, bazen “mistik” denilen algı türleri vardır. Bu algılar duyulardan veya duyusal biçimlerden veya herhangi bir önceki tecrübeye benzerlik içermeyen algılardır. Evrenin bir birlik olarak algılanmasını ve bireysel benliğin bu birlikle ilişki içinde algılanmasını içerir gibidirler.
Mümkün beşeri tecrübelerin tayfı, elbette başka şekillerde sınıflandırılabilir. Fakat bu beşli sınıflandırma yukarıda bahsedilen modern “sağduyu”ya dair yararlı bir perspektif sunar. İncelediğimiz sınıflandırmalar açısından bakarsak, modern düşünce biçimi bu tecrübelerden birini — duyulardan geleni — tek “gerçek” tür olarak belirler ve onun madde ve enerjinin “gerçek” dünyasını yansıttığını ileri sürerek, diğer bütün tecrübe türlerini, bu birinci türün yan ürününden başka bir şey olmadığı hasebiyle bir kenara atar. Mantıksal olarak bakıldığında, haklı çıkarılması çok zor bir şeydir bu.
Duyusal tecrübe dünyasının nesnel olduğu için — yani farklı insanlar tarafından aynı şekilde tecrübe edildiği için- gerçek olduğu iddia edilir; diğer bütün tecrübe türleri ise özneldir — yani farklı insanlar tarafından farklı şekilde tecrübe edilir. İddia her ne kadar genel kabul görse de, doğru değildir.
İlk olarak, duyusal olmayan, fakat buna rağmen maddi bir şeyin olduğu kadar “nesnel” olabilecek bir süre tecrübe vardır. Açık bir örnek vermek gerekirse matematiğin temel kuralları onları kullanan kim olursa olsun değişmezler ve birçok dövüş sanatının etkililiği yukarıda incelediğimiz ikinci türden tecrübelerin somut gerçekliğine dayanır. Ayrıca fiziksel tecrübeler bile herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz; bir şarabın tadı veya bir trafik kazası olayı, büyük ihtimalle farklı kişiler tarafından farklı algılanıp farklı tarif edilecektir.
Bu güne kadar birçok defa bu son faktörün nesnel bir olgunun yetersiz beşeri tecrübesini temsil ettiği ileri sürülmüştür. Bu savın haklı bir yanı olabilir; yalnız savın rahatsız edici bir noktası vardır ki varsayılan “nesnel olgu”nun gerçekten var olduğunu tek işareti o aynı yetersiz algılardır. İnsan algısı bilebileceğimiz tek şeydir.
“Nesnel olgu” dünyası, kimi insani tecrübelerin kimi hayli gelişigüzel kurallara göre zihinde birleştirilmesinden oluşan zihinsel bir inşadan başka bir şey değildir. Doğrudan bilebileceğimiz tek dünya insan algısının, insan bilinçliliğinin dünyasıdır, diğer her şey bu dünyaya düşen gölgeler gibi gelir.
Mantıksal olarak kanıtlamasa da, bu gölgelerden bazılarının insan bilinci dışındaki bir şey tarafından düşürüldüğünü varsaymak makuldür. Aynı şekilde bu “dışarıdaki şey”in zihinsel modellerini yaratmak ve bu modelleri içinde var olduğumuz evrenin kaba temsilleri olarak görmek de makuldür. Oysa insan tecrübesinin birçok türünü bu tür modellerin temelsiz olduğu gerekçesiyle bir kenara atmak ve bütün diğer modelleri yargılamak için sadece dar bir algı grubunu kullanmak makul değildir. Modern gerçeklik mevhumunun yaptığı şey, tam da budur.
Tecrübe Düzeyleri
Evrene eski bakma biçimlerinden beslenen Batı Maji gelenekleri her zaman geniş bir bakış açısı benimsemiştir. Altın Şafak majisinin temel aldığı Kabala Felsefesi’nde çevremizi kuşatan evren, aralıksız olarak maddeden ruha ulaşan bir sürekliliktir; beşeri tecrübenin bu ikisi arasındaki bütün düzeylerinden geçer.
Bu sürekliliğin en önemli modeli bu sürekliliği on temel varoluş düzeyi veya aşama olarak resmeden Hayat Ağacı şeklidir. Bununla birlikte şu andaki amaçlarımız açısından farklı bir model daha yararlı olabilir. Bu model, yukarıda incelediğimiz tecrübenin beşli sınıflandırmasına dayanır. Bu model biri maddeyi, öteki ruhu temsil eden birbirini kesen iki üçgenle resmedilir
Madde ve ruh arasındaki geçiş âlemleri beş düzeye bölünebilir; bunlar da, daha sonra ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz geleneksel majikal sembolizmin beş elementiyle ilişkilendirilebilir. Bu düzeyler aşağıdaki gibidir:
Varlık Seviyeleri
Fiziksel. Fiziksel düzey beş olağan duyuyla tecrübe edilir. Aşağı yukarı modern bilimsel düşüncenin kavradığı şekliyle madde ve enerji terimleriyle açıklanabilir. Eski tradisyonlar fiziksel düzeyi dört elementin –ateş, hava, su ve toprak- etkileşimleri olarak tarif ederdi. Bunlar modern enerji, gazlar, sıvılar ve katılar kavramlarına denk düşerler. Bu düzey sembolik olarak katı ve direngen Toprak elementine karşılık gelir.
Eterik. Eterik düzey, olağan görme ve dokunma duyularına az çok paralel olan farklı duyu grubu aracılığıyla tecrübe edilir. Hem enerjinin hem maddenin bazı niteliklerini paylaşan, fakat biyolojik hayatla yakından bağlantılı olan bir maddi olmayan töz düzeyi olarak düşünülebilir. Eter Hindu yoganın pranası ya da Doğu Asya dövüş sanatlarının ch’i veya ki’sine benzetilebilir. Majikal felsefede maddi düzeyin altındaki temel, madde ve enerjinin biçim aldığı desenleri veren sübtil töz okyanusudur. Sembolik olarak akıcı ve alıcı Su elementine tekabül eder.
Astral. Astral düzey, yani somut bilinç düzeyi normalde zihin — zekâ, heyecan, hayal gücü, irade ve hafıza melekeleri — dediğimiz şey vasıtasıyla tecrübe edilir. Majisyenin bakış açısından bunların eylemin duyuları ve araçları olarak işleyebileceğini anlamak çok önemlidir. Bu işlevlerden hiçbiri bir insanın kafasının içiyle sınırlı değildir. Astral düzey, kendi bilincimiz ve başkalarının bilinciyle belirlenen ve bilincimizde düşünceler, duygular, imgeler ve benzerleri olarak ortaya çıkan sürekli değişen motifler içinde hareket ederek zihni zihne bağlayan akış halindeki enerjiler alemi olarak düşünülebilir. Sembolik olarak bu düzey hareketli ve dönüştürücü Ateş elementine tekabül eder.
Zihinsel. Zihinsel düzey, yani soyut bilinç düzeyi bizzat bilincin (farkındalığın), kendine ait kapasitelerince tecrübe edilir. Zaman ve mekânın dışında var olan ve ilk üç düzeyin dayandığı örgütleyici ilkeleri sunan soyut motifler alemi olarak tasavvur edilebilir. Bu motifler, farkındalığımıza eşyanın tabiatına dair temel içgörüler olarak görünür. Sembolik olarak bu düzey şeffaf ve elle tutulur olmayan Hava elementine tekabül eder.
Spritüel. Spritüel düzey benliğin özsel çekirdeği aracılığıyla tecrübe edilir. Bu özsel çekirdek aynı zamanda bilincin kaynağıdır. Herhangi başka bir tanımın ötesindeki saf varlık olarak tasavvur edilebilir ve kendini insan farkındalığında benliği bütün her şeyin birliğine bağlayan, tarifi zor bir deneyim türüyle gösterir.
Bu beş düzey maddeden ruha, (aynı şeyi başka bir şekilde ifade edersek) tam kuvve halinden tam fiil haline ulaşan tek bir tayfın kısımları olarak görülebilir. Bununla birlikte tayfın farklı bölgeleri birbirlerinden birçok şekilde ayrıdırlar. Dikkate değerdir ki birini yöneten yasalar genellikle diğerlerinde geçerli değildir. Örneğin bir fikre çivi çakamazsınız ya da düşünce gücüyle katı bir duvarın içinden geçemezsiniz. Her bir âlemin kendi kuralları vardır.
Bununla birlikte bu beş tecrübe düzeyini birbirine bağlayan altta yatan bazı motifler vardır. Bu motifleri net bir şekilde duymak, ritüel majinin ilkelerinin epey bir netleşmesini sağlar. İki düzey, fiziksel ve eterik düzey, zaman ve mekânın bildik bağlamında meydana gelen şeylerle ilgilidir. Bu düzeylerde tecrübe ettiğimiz şeyler zaman ve mekâna tabi gibidirler; büyüme ve çürümeye, genişleme ve çelişmeye maruz kalırlar. Platonik felsefe diliyle bu iki düzey Oluş âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Diğer iki düzey, spritüel ve mental düzey, tümüyle zaman ve mekânın dışındaki şeylerle ilgilidir ve değişime uğramazlar. Bu iki düzey, sonuç olarak saf Varlık âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Bu iki âlemdeki iki düzeyin ilişkilerinde önemli bir paralellik vardır. Fiziksel ve zihinsel düzeyler şeylerin çoğulluk içinde bulunduğu düzeylerdir. Yani bunlarda tecrübe edilecek birçok farklı şey vardır ve bu şeyler etraflarındaki şeylerden büyük ölçüde ayrı görünür. Şu anda elinizde tutmuş olduğunuz bu kitap, onu tutan ellerinizden, etrafını çeviren havadan vs. ayrıdır. Zihinsel düzeyin çeşitli motifleri aynı şekilde birbirinden ayrıdır ve ayrı olarak tecrübe edilebilir. Soyut bir hakikate dair ani bir içgörü zorunlu olarak diğer hakikatlere denk bir içgörüye yol açmaz. Oysa, eterik ve spritüel düzeyler birlik düzeyleridirler ve tecrübe edilen şey bütünün bir veçhesi olarak tecrübe edilir. Eter okyanusunda çok az ayırıcı çizgiler varken, ruhun (Spirit) aşkın birliğinde hiçbir ayrım çizgisi yoktur.
Peki Varlık ve Oluş âlemlerinin ortasında duran Astral düzey? Bizim genelde düşünceler ve duygular olarak tarif ettiğimiz somut bilinç hareketleri olağan zaman ve mekân sınırlarına tabi değildir; fakat bunların var olduğu yer sonsuzluğun değişmezliğinde değildir. Daha ziyade kendi zaman ve mekânlarında şekil alırlar; bu, olağan zaman ve mekândan daha esnektir. Bu zaman ve mekân Varlık âlemleriyle, olağan zaman ve mekâna göre daha net ilişkilidir.
Birçok insanın gidebildiği en derin astral düzey olan düşler bunu açıkça gösterir. Düşlerde mekân vardır ve zaman geçer, ancak bu tanımlanmasın veya betimlenmesini neredeyse imkânsızlaştıracak karmaşık birçok katmanlılıkla geçekleşir. Olağan zaman ve mekân içinde gerçekleşmesi imkânsız şeyler sürekli olarak vuku bulur, zaman esner, durur, geriye akar vs. Aynı şey olağan düşünce için de geçerlidir. Ayrıca majisyenlerin nasıl girileceğini bildiği daha yoğun astral tecrübe türleri için de çarpıcı bir biçimde doğrudur.
Majikal teoride astral düzeyin bu özel niteliklere sahip olmasının nedeni, onun Varlık ve Oluş âlemleri arasında bir geçiş olmasından kaynaklanır. Burada zaman sonsuzlukla, değişim değişmezlikle komşudur. Kısa bir süre sonra göreceğimiz üzere bu iletişim evrenin varlığa gelişi sürecinin anahtarıdır. Ayrıca ritüel majinin etkili kullanımı için hayati öneme sahip bir anahtardır...