AJA
Elit Üye
Kişi, aydınlık figürler imgeleyerek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir. Ancak bahsi geçen ikinci yöntem tatsızdır ve bu nedenle tercih edilmez.” Jung
Gölgesiz güneş yoktur, karanlıksız aydınlık olmadığı gibi. İyi ve kötüyü sanal olarak ayırt eden bir çizgi üzerinde yürüyen insan gibi insan, yolunun çok ince ve dar olduğunu, onun üzerinden yürümenin güçlüğünü anlar. Siyahta beyaz, beyaz içerisinde siyah var oluşu bilir ve hisseder. “Satranç oyunu da insanın bileşik doğasındaki her parçanın kendi gölgesiyle savaşmasını anlatır. Kozmos düzlemi üzerinde ışık ve karanlık güçleri karşı karşıya gelirler.”
Bireyin yaşamında yetkinleşme yolu iki kısma ayrılır. İlk bölüm, yaşamın ilk yarısı olarak kişisel gelişime ve dışsal anlamda büyümeye hizmet eder. Bunun aksine, yaşamın ikinci yarısının temaları iç dünyaya dönmek ve gölgeyle yüzleşmektir. Bireyleşme yolunun hedefi birliğe ulaşma, bütünlüğe doğru olgunlaşmadır.
“Gölge” sahip olduğumuz ama kültürel, ahlaki ya da kişisel nedenlerden dolayı yaşamımıza dâhil etmediğimiz tüm potansiyelleri ile birlikte “içsel insanı” kapsar. Gölge ile yüzleşmek cesaret ve güç ister, çünkü sonuçta bizim için muamma olan güçlü bir yönümüzle karşılaşıyoruzdur. Bu, olgunlaşma sürecinin kendimize ilişkin önemli şeyleri öğrenebileceğimiz merkezi bir bölümüdür. Her ego hiç özeleştiri yapmadan kendisini hep tümüyle iyi yönüyle gösterme konusunda özel bir yeteneğe sahiptir. O, hep suçluyu sorumluyu kendi dışında arayıp onu işaret parmağı ile gösterirken diğer üç parmağın kendini gösterdiğinden habersizdir. Sevdiği, değer verdiği insanın kaskatı egosunu sarsmamak için sözde “incitmemek” adına ona ayna olmayan yakın çevresi gerçeği de söyleyemez ve ego şişinmekten patlayacak kıvama gelir. Şişkin egolar sadece kendilerini pohpohlayacak kişileri yakınlarına sokarlar. Ego haklı ya da haksız demeden her durumda kendini ve sevdiklerini savunmaya geçer. Objektif düşünememek, kendine dahi yalan söylemek bir gölgedir. Oysa kendi bütünlüğümüzü bize ait olan gölgeyi fark etmeden ve kabul etmeden bulmak imkânsızdır. Gölge ile bütünleşmek birçok insan için hiç de hoş değildir.
Aydınlık peşinde koşup karanlığı görmezden gelmek ve onu yok saymak onu güçlendirmekten başka işe yaramayacaktır. Bireyin kendini tanıması ve kendi ile objektif olarak yüzleşmesi ancak kendi gölgesini de varsayıp onu da kişiliğinin bir parçası olarak kabul etmesi ile olur. Zıtlıklar ile bütünleşmek bireyin görevidir. Bu şekilde sembolik cehenneme iniş fayda sağlayacaktır. Kaybedilen hazine yani bütünlük bilinç ve bilinçdışında sağlanacaktır. “Her kesin kayıp hazinesi bilindiği gibi kendi eksikliğidir.” “Hastalıklı biçimde beyaz, aydınlık bilinç zifiri karanlık bir bilinçdışını uyandıracaktır.” Yeniçağ akımlarının bazılarında olan sadece “çiçekler, böcekler, sevgi kelebekleri, tırtılları, ışık kumkumaları” söylemi bu tip tek yanlı kör ebe oyunudur. “Eğer birey gölge yanı ile yüz yüze gelir, onun kendine ait olduğunu fark ederse, o zaman gerçek ışığı görebilir.” Artık, “ben bir meleğim, pırlantayım, kanatsızım, kurbanım” söylemi tarihe karışır. Jung şöyle der: “Gölgesini fark eden kişi artık zararsız olmadığını çok iyi bilir.”Ve bu yolda hiç kimse kendisinde olandan başka bir şey de bulamaz.
Simurg için anlatılan efsanenin bir yerinde: “Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür. Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir.” Yunanlılar kendi yer altı dünyalarını gölgelerin diyarı diye adlandırırlar. Ve burası tam olarak yolculuğun bizi götürdüğü yerdir. Psikolojiyi “gölge” terimi ile tanıştıran Jung olmuştur. Bu terimi yaşanmayan ve genellikle sevilmeyen potansiyellerimizin toplamını tanımlamak için kullanmıştır. Görünürde sahip olmadığımız, ama ne gariptir ki sürekli başkalarında algıladığımız her şey gölgedir. “Ne zaman ki hemen incinir, bir türlü anlaşılmadığımızı hisseder veya birisi hatamızı yüzümüze vurduğunda ya da eleştirdiğinde rahatsızlığımızı zorlukla bastırarak tepki veririz, o zaman mutlaka gölgemizin bir parçası ile temastayızdır. Gölgemize, sevilmeyen yönümüze dokunulduğu anda ego hemen alarm çalar, fevri tepkiler verir, canı sıkılır ve suratını asar ve tüm suçlamaları reddeder.”
“"Kahramanın Yolculuğu" insanlığın varoluşundan beri insanoğlunun katettiği bir yoldur. Bu yolu çeşitli ifadelerle tanımlayabiliriz: inisyasyon süreci, kişisel dönüşüm süreci, olgunlaşma süreci. Bu yolculukta korkuya rağmen cesaretle davranmak ve böylelikle içinde bulunulan düzeyden üst bir bilinç ve bütünlük düzeyine çıkmak gerekir. Aksi takdirde bu süreç bir yolculuk değil, yalnızca bir kısır döngüdür.” “Egonun içine rahatça kurulduğu fildişi kule bir şimşekle yani ani bir ilham ışığı ile yıkıldığında kendi imgelerimizin ötesindeki gerçeği aniden algılarız. Kulelerin duvarları bizim daha büyük bir bütünü görmemize engel olur. Tüm diğer sınırlar gibi bizi tüm şeylerin birliğinden kopardıkları için onlar da yıkılmalıdırlar. Bu Krishnamurti’nin kelimeleriyle bilinci “temizlemek”, onu şartlanmalardan ve geçmişten arındırmaktır. Bununla birlikte egomuz kendi dar görüşlerine aynı bir köpeğin kemiğine saplanması gibi fazlasıyla saplanır kalır ve bu kabuğun çatlaması için çok güçlü ve sarsıcı bir deneyim ya da etki gerekir.”
Tüm öğretiler yolu “iyileşme yolu” olarak tanımlar. Bütünlüğümüz için gölge yönlerimiz eksiktir, çünkü biz onları kendimize itiraf etmek istemeyiz ve onlar bizim kusurlarımız, zayıflıklarımız, bağımlılıklarımız ve tutsaklığımızın temeli olarak kalırlar. Bizde eksik olan şey sonunda bize sahip olur. Onu unutmamamız için bizi tekrar tekrar aşağıya sürüklemek yoluyla dikkatimizi çekmeye çalışır. “Kadim Mısır kültü çerçevesinde en üstün nitelikli başrahip sayılan Firavun’un, önemli özelliklerinden biri, gölgesinin olmadığı inancıdır. “İlâhî kelâm”ı temsil eden firavunun en güçlü olduğu zaman, Güneş ışıklarının yeryüzüne tam dik olarak aksettiği, her yerin aydınlık, gölgelerin ya da kötülüklerin yok olduğu andır.”
Gölgeler yok olduğunda tecelli, yansıma, gölge tek varlıkla bütünleşmiş olur. Gölgeler yok olduğunda Hakikati aramak için yolcu gönül gözünü açmıştır. “Kadim Mısır’da şuurun bedenden ayrıldığı anda bir kafa karışıklığı yaşandığına inanırlardı. Mısırlılara göre; şuur iki farklı hal veya varlığa ayrılmıştı. Şuur ayrışımının ilk bölmesine "BA" adını verdiler. Bu ölümsüz var olma halidir. "Ruh" kelimesi BA'ya tekabül eder, ölümsüzdür. Ölüm anındaki büyük ayrışımın ikinci unsuruna "KA" denilirdi. KA, insan şuurunun dünyada kalan tarafıdır. O, gölge veya ruhsal şuurun izidir.” İbn-i Arabî “Âlem Hakk’ın gölgesidir” demiştir.
“Jung’a göre benliğe ulaşma yolunda kişi ilk önce kendi gölgesi ve anima/animus‘u ile yüzleşmelidir. Kişinin gölgesi ile yüzleşmesi “cesaretin ilk adımı” diye nitelenir. Kimileri için bu kişiliğin karanlık yüzü ile karşılaşmak çok rahatsızlık vericidir. Zaten bu işi yapmamızın sebebi de budur, çünkü bu kabullenemediğimiz duyguları dışarı yansıtırız.” Kendi duygularımızı sahiplenip, gölgemizi yansıtmaktan kurtulmanın en büyük avantajı dünyayı daha aydınlık görmeye başlamaktır. Bir bilincimiz bir de bilinçdışımız, bir eril bir de dişil doğamız vardır ve bizler birer içsel ve dışsal insanoğluyuzdur, aydınlık ile karanlık arasında dururuz. Yolculuğun amacı da bütün olabilmek ve her iki yönü de yaşayabilmek ve uzlaştırabilmektir. “Erkeğin bilinçdışı dişil(anima) kadının ki ise eril(animus) davranır. Karşı cinste olan bu bilinçdışının farkına varmak, onunla yüzleşmek ve onu kabul etmek içsel yolculuğun temel bir parçasıdır. Mitler hep bize büyük görevin ancak yaşamını karşı cinsten birisi ile paylaşan kişi tarafından başarılabileceğini anlatırlar. Kadın ile erkek arasındaki, bu yüzleşme her insanın kendini tanıması ve benliğinin gelişimi için vazgeçilmez bir katalizördür. Gerçekte kim olduğumuzu bilme yolun ilk yarsının hedefidir, ikinci yarısı için de ön koşuldur.” Yoksun olduğumuz şey bize yolculuk esnasında tekrar tekrar geri dönüş yaşatır.
''En kutsal yol kişinin kendi arayışı için çıktığı Yol'dur.'' Yolculuk içe doğru başlar. Kendi cehennemine inip, kendi ejderhasını tanımayan, iyi ve kötü yönleri ile bütünleşmeyen, gölgelerini yani eksik yanlarını fark etmeyen yolcu ya da şövalye yolculuğa çıkamaz, bütünleşemez. Kendini bilmek, tanımak, aramak, ne aradığını bilmek, anlamak, idrak etmek, eyleme geçmek ve kendini gerçekleştirmek gereklidir. Aynayı önce kendimize tutmak önce kendi içine bakmak gerekliliğindendir. Büyük çoğunluk gördüğünden hoşlanmayacağı için bu yolculuğa baştan çıkmaz ya da gördüğünü görmezden gelir.
Freud’un ortaya attığı ‘kişisel bilinçdışı” kavramına Jung, “kolektif bilinçdışı”’nı eklemiştir. Kişisel bilinçdışını kompleksler yönlendirirken, kolektif bilinçdışını “arketipler” şekillendirir. Arketip, içgüdüsel davranış ve algılama biçimleridir ve bunların izi rüyalarda ve mitolojik hikâyelerde bulunabilinir. “Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.”
“Gölge, insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır. Uygar olabilmemiz için gölgemizdeki hayvansı eğilimleri evcilleştirmemiz gerekir. Gölgenin olumlu tarafı insani gelişim için gerekli olan yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların kaynağı olmasıdır. Ego ve gölge işbirliği yaptığında kişi kendini yaşam dolu ve canlı hisseder. Gölgenin red edilmesi kişiliğin sönük kalmasına neden olur.” Arketipsel imgeler kendi doğalarında gizli olan sezgilerdir. “Jung’a göre gölge, bilinçaltı bir komplekstir. Bilinç ve benliğin karşıtı, tersidir. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özelikler gölge kompleksine dâhil olmaktadır. Gölgenin içindekiler kötü olmak zorunda değildir. Gölge ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür. Varlığımızın az gelişmiş ve gelişmemiş yönleri bu tanımın kapsamı içindedir. Bu yönleri gölge içine iterek onları görmezden gelmeyi yeğler insanoğlu. Böyle yaparak diğerlerinin de bu yönlerimizi görmeyeceğini varsayar. O büyük idrakten asla kaçış olmayacağını hesap etmez. Gölgelemeye çalışılan yönler gören gözler için günışığı kadar açıktır. “Gölge, egonun başkalarından saklamayı istediği, ruhu ile ilgili utanç duyduğu, görmezden gelmeyi yeğlediği, alt, uygarlaşmamış ve hayvani nitelikleridir. Egonun nefisle özdeşleşmesi onu şişirir ve tehlikeli kılar. Gölgeler tamamlanmayan bir bulmacanın eksik parçalarıdır.”
“Gölgemiz karanlıkta kaldığı, yani onunla yüzleşmediğimiz takdirde sorun yoktur ama gün ışığına çıkmaya başladıkça ışığımız onunla bütünleştiği için daha da güçlenir ve işte biz bu ejderhadan ve onun gücünden korkarız. Bu, kahramanın test edildiği nokta, kendi ejderhamızla yaptığımız dövüştür. Burada içsel bir süreç olarak yüzleştiğimiz gölgemiz dışsal bir kaynağa yansıtılmıştır ve biz gölgemizi bir kişiye ya da bir olaya yansıtarak deneyimleriz. Gölge altından kalkılması gereken zorlu bir olay olarak da kendini gösterebilir. "Neyi, nasıl değiştirmeliyim?"in cevabını bulmamız ve onu uygulamamız gerekir. Yeni bir parçanın oluşabilmesi için başka bir parçamız ölmüştür. Bağımsız ve güçlü olabilmemiz için bağımlılığımız ölmüştür. Yaşama bakışımızda bir şeyler değişmiş, biz değişmişizdir. Gerçekleşen dönüşümümüzün ardından kendimizle birlik içerisinde olma duygusu deneyimleriz. Dönüşümümüzün özü, içinde bulunduğumuz toplumda öyle ya da böyle bir farklılık yaratıp ona katkıda bulunmaktır.”
“Tanrı Âdem ile Havva'yı, düşünmek istemediklerini düşünmek zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır.” diyor Jung. Zincirlerini kıranlar, kendi yolunu bulanlar, düşünenler gölgelerle yetinmezler. Gerçek insan, kendini zincirlerinden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzünü cesaretle gerçeğin ışığına dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kimsedir. Bu yolda karanlık yanımızı yani gölgelerimizi fark ederiz. Yığınlar yaşamlarının sonunda ölürlerken, insan gibi insan yaşamının sonunda olacaktır.
“Gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.” Sürüsel yığın yani vasat kitleler, dönüp ışığa bakmazlar bilgisizliklerinden ve küçük dünyalarından mutludurlar. Bizler, varoluşları ancak beş duyumuzla algılayabiliriz. Platon'un meşhur mağara örneğinde vurgulandığı gibi, biz gerçekleri ancak duvarda görebildiğimiz imgelerle algılamaya çalışmakta ve bu yönüyle de zaman zaman yanılgı içine düşebilmekteyiz. Gerçekte yapmamız gereken, duvara yansıyan gölgelere bakmak değil, arkaya dönüp ışığın kaynağındaki hakikati görmektir. Pythagoras: "Gerçeğin iki yüzü vardır; biri "asıl gerçek", diğeri "gölge gerçek"tir." der.
Karanlık yönümüzle, içsel vahşiliğimizle uğraşırken ve içsel hayvanımızla yüzleşirken ona katılık ve şiddet ile yaklaşmak da, onu küçümsemek, engellemek ve bastırmak da doğru değildir. Bu yüzleşme yolun tam ortasında gerçekleşir. Bu noktaya kadar egonun güçlerinin geliştirilmesi ve uygun şekilde güçlendirilmesi buradaki yüzleşmeye dayanabilmek için önemlidir, çünkü zayıf olan bir ego bilinci kolaylıkla bilinçdışının güçleri tarafından yutulabilir. Benliğimize ulaşmak için egomuzun üstesinden gelmeye kalkmadan önce, bu yolda gölgemizle karşılaştığımızda onun tarafından yutulmayacak kadar kuvvetli bir ego geliştirilmelidir.
Yolculuk sırasında bir “ego şişinme” evresi kaçınılmazdır ancak üstesinden gelinip geride bırakılır.
Güce susama, aydınlanma ile övünme, gerile gerile kendini “bir bilen” olarak görmek, seçilmişlik duygusu ile şişinme ve bir guru hastalığına teslim olma tehlikeleridir, tıpkı kendini söndürüp büyük bütünün hizmetine hiçleşerek hizmet edeceğini sanan gibi. Yolda uygun ve dengeli tavrı takınmak önemlidir.
“Kendisini bütünlüğe giden yolda bulan hiç kimse çarmıha gerilmek ile resmedilen kendine özgü asılmaktan kaçamaz. Çünkü kaçınılmaz bir biçimde onu engelleyen ve ona karşı çıkan şeylere çarpar; birincisi hiç olmak istemediği şeyler yani gölgeler, ikincisi hiç olmadığı şeyler üçüncüsü ise kolektif bilinçdışı.” der Jung ve kırk yaşındakilere yolun geri kalan yarısı için özel okullar olmalıdır önerisini getirir. Sol; bilinçdışı, sağ ise bilinci sembolize eder. “Bilinç tamamıyla bilinçdışı ile çevrelenmiştir. Eğer bilinç çok zayıfsa sınırlar geçirgen hale gelirler ve bilinçdışı bilince sel gibi serbestçe akar. İlkel insanlar bu durumu ruhun yitirilmesi olarak adlandırmıştır. Bu tehlikeye karşı durabilmek için ego yolun ilk yarısında güçlenmeli ve olgunlaşmalıdır. Mitlerde ve masallarda gerçek kahraman, ancak tehlikenin karşısına bilinçli olarak çıkabilen ve bu süreç içerisinde kendisini gece ya da canavar tarafından yutulmaya bırakmayan kişi olabilir.”
İlerlemek isteyenin önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse “Yeraltı”na inmeden göğe çıkamaz. “Mars gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır.” der Jung. Yani bireyin önce kendini bilmesi gerekmektedir. Miraç, kişisel merdiven; akreple yelkovanın üst üste gelip birleşmesi olayıdır. Akrep insan, yelkovan ise o insanın gölgesidir. Ezoterik öğretilerde bedenler, ruhların basit gölgelerinden başka bir şey değildirler. “Bilgin arttıkça, ışığın da artacak, bir gün gelecek ışık olacaksın ve gölgen olmayacak.” denir.
Yeraltına inişin bireyi dünyadan koparabilecek olması tehlikesi büyüktür, çünkü bilinçdışından akan imgeler öyle sarhoş edici, öyle güzel ve öyle rüya gibidirler ki bunun sonucunda gerçek dünyayı bir kenara bırakıp unutabilir. Kahramanın yolunda yatan tehlike, animanın karanlık yönünün esiri olmaktır. Kişisel gelişim yolunda hedefin “anima” olmadığını, ama animanın bizi kendisinin ötesindeki bütünlüğe götürmek istediğini anlamak önemlidir, aynı İlahi Komedya’da Beatrice’in Dante’yi en yükseğin bakışını görebilmesi için Araf Dağı’nın tepesine götürmesi gibi.
“Yolculuk sırasında yenmemiz gerekli olan sembolik “ejderha” henüz kendimizi ondan özgürleştiremediğimiz içsel bir kontrol otoritesi, güçlü bir ebeveyn imgesi, yüzeysel bağımlılıklarımız da olabilir. Perseus’un Medusa’nın kafasını kestiği an; aşırı güçlü kukla ustası veya zayıf, ezilen ve vicdanlı vefakârı oynayan iki uçta olan “içsel ebeveyn” imgesinin üstesinden gelmek anlamına gelir.” Carol Pearson "The Hero Within" adlı kitabında bu yolculuk için şöyle diyor: "Kahramanlar yolculuğa çıkar, ejderhalarla yüzleşir ve kendi gerçek benliklerinin hazinesini keşfederler. Bu görev esnasında kendilerini çok yalnız hissetseler de, maceranın sonundaki ödülleri bir birlik duygusu olur. Yaşam içerisindeki ölümle her yüzleşmemizde ejderhayla yüzleşiriz. Ve yaşamamaya karşı yaşamayı tercih edip kim olduğumuzu keşfetmenin derinliğine her ilerleyişimizde ejderhayı alt eder, kendimize yeni bir yaşam getiririz. Yolculuğa çıkma ihtiyacı nesillerin doğasında vardır."
Gölgeler genellikle şöyle tanımlanır: “Benlik duygularımıza gem vurmamızı engellemeye çalışan olumsuzluklar, anlık tutkular, arzularla bezenmiş şöhret ve servet illetleri, maddecilik, bencillik, gibi negatif etkiler.” Kimi görüşe göre: “Bedenlerin, ruhların basit gölgelerinden başka bir şey olmadıkları söylenebilir.” “Görüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.” der Jung. İç âlemin hâkimi vicdana başvurmak gereklidir zira insanı kendinden daha iyi tanıyacak kimse yoktur. Ezoterik öğretiler aklın, bilimsel bilginin ve imanın, sezginin yani madde ve mananın birbirini tamamladığı kanısındadır, tıpkı gölgenin ışığı tamamladığı gibi.
Halil Cibran şöyle der: " Her şey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur; istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan, takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz. Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış çiftler halinde hareket ederler. Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık, bir başka ışığa gölge olur..."
Alıntı.
Gölgesiz güneş yoktur, karanlıksız aydınlık olmadığı gibi. İyi ve kötüyü sanal olarak ayırt eden bir çizgi üzerinde yürüyen insan gibi insan, yolunun çok ince ve dar olduğunu, onun üzerinden yürümenin güçlüğünü anlar. Siyahta beyaz, beyaz içerisinde siyah var oluşu bilir ve hisseder. “Satranç oyunu da insanın bileşik doğasındaki her parçanın kendi gölgesiyle savaşmasını anlatır. Kozmos düzlemi üzerinde ışık ve karanlık güçleri karşı karşıya gelirler.”
Bireyin yaşamında yetkinleşme yolu iki kısma ayrılır. İlk bölüm, yaşamın ilk yarısı olarak kişisel gelişime ve dışsal anlamda büyümeye hizmet eder. Bunun aksine, yaşamın ikinci yarısının temaları iç dünyaya dönmek ve gölgeyle yüzleşmektir. Bireyleşme yolunun hedefi birliğe ulaşma, bütünlüğe doğru olgunlaşmadır.
“Gölge” sahip olduğumuz ama kültürel, ahlaki ya da kişisel nedenlerden dolayı yaşamımıza dâhil etmediğimiz tüm potansiyelleri ile birlikte “içsel insanı” kapsar. Gölge ile yüzleşmek cesaret ve güç ister, çünkü sonuçta bizim için muamma olan güçlü bir yönümüzle karşılaşıyoruzdur. Bu, olgunlaşma sürecinin kendimize ilişkin önemli şeyleri öğrenebileceğimiz merkezi bir bölümüdür. Her ego hiç özeleştiri yapmadan kendisini hep tümüyle iyi yönüyle gösterme konusunda özel bir yeteneğe sahiptir. O, hep suçluyu sorumluyu kendi dışında arayıp onu işaret parmağı ile gösterirken diğer üç parmağın kendini gösterdiğinden habersizdir. Sevdiği, değer verdiği insanın kaskatı egosunu sarsmamak için sözde “incitmemek” adına ona ayna olmayan yakın çevresi gerçeği de söyleyemez ve ego şişinmekten patlayacak kıvama gelir. Şişkin egolar sadece kendilerini pohpohlayacak kişileri yakınlarına sokarlar. Ego haklı ya da haksız demeden her durumda kendini ve sevdiklerini savunmaya geçer. Objektif düşünememek, kendine dahi yalan söylemek bir gölgedir. Oysa kendi bütünlüğümüzü bize ait olan gölgeyi fark etmeden ve kabul etmeden bulmak imkânsızdır. Gölge ile bütünleşmek birçok insan için hiç de hoş değildir.
Aydınlık peşinde koşup karanlığı görmezden gelmek ve onu yok saymak onu güçlendirmekten başka işe yaramayacaktır. Bireyin kendini tanıması ve kendi ile objektif olarak yüzleşmesi ancak kendi gölgesini de varsayıp onu da kişiliğinin bir parçası olarak kabul etmesi ile olur. Zıtlıklar ile bütünleşmek bireyin görevidir. Bu şekilde sembolik cehenneme iniş fayda sağlayacaktır. Kaybedilen hazine yani bütünlük bilinç ve bilinçdışında sağlanacaktır. “Her kesin kayıp hazinesi bilindiği gibi kendi eksikliğidir.” “Hastalıklı biçimde beyaz, aydınlık bilinç zifiri karanlık bir bilinçdışını uyandıracaktır.” Yeniçağ akımlarının bazılarında olan sadece “çiçekler, böcekler, sevgi kelebekleri, tırtılları, ışık kumkumaları” söylemi bu tip tek yanlı kör ebe oyunudur. “Eğer birey gölge yanı ile yüz yüze gelir, onun kendine ait olduğunu fark ederse, o zaman gerçek ışığı görebilir.” Artık, “ben bir meleğim, pırlantayım, kanatsızım, kurbanım” söylemi tarihe karışır. Jung şöyle der: “Gölgesini fark eden kişi artık zararsız olmadığını çok iyi bilir.”Ve bu yolda hiç kimse kendisinde olandan başka bir şey de bulamaz.
Simurg için anlatılan efsanenin bir yerinde: “Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür. Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir.” Yunanlılar kendi yer altı dünyalarını gölgelerin diyarı diye adlandırırlar. Ve burası tam olarak yolculuğun bizi götürdüğü yerdir. Psikolojiyi “gölge” terimi ile tanıştıran Jung olmuştur. Bu terimi yaşanmayan ve genellikle sevilmeyen potansiyellerimizin toplamını tanımlamak için kullanmıştır. Görünürde sahip olmadığımız, ama ne gariptir ki sürekli başkalarında algıladığımız her şey gölgedir. “Ne zaman ki hemen incinir, bir türlü anlaşılmadığımızı hisseder veya birisi hatamızı yüzümüze vurduğunda ya da eleştirdiğinde rahatsızlığımızı zorlukla bastırarak tepki veririz, o zaman mutlaka gölgemizin bir parçası ile temastayızdır. Gölgemize, sevilmeyen yönümüze dokunulduğu anda ego hemen alarm çalar, fevri tepkiler verir, canı sıkılır ve suratını asar ve tüm suçlamaları reddeder.”
“"Kahramanın Yolculuğu" insanlığın varoluşundan beri insanoğlunun katettiği bir yoldur. Bu yolu çeşitli ifadelerle tanımlayabiliriz: inisyasyon süreci, kişisel dönüşüm süreci, olgunlaşma süreci. Bu yolculukta korkuya rağmen cesaretle davranmak ve böylelikle içinde bulunulan düzeyden üst bir bilinç ve bütünlük düzeyine çıkmak gerekir. Aksi takdirde bu süreç bir yolculuk değil, yalnızca bir kısır döngüdür.” “Egonun içine rahatça kurulduğu fildişi kule bir şimşekle yani ani bir ilham ışığı ile yıkıldığında kendi imgelerimizin ötesindeki gerçeği aniden algılarız. Kulelerin duvarları bizim daha büyük bir bütünü görmemize engel olur. Tüm diğer sınırlar gibi bizi tüm şeylerin birliğinden kopardıkları için onlar da yıkılmalıdırlar. Bu Krishnamurti’nin kelimeleriyle bilinci “temizlemek”, onu şartlanmalardan ve geçmişten arındırmaktır. Bununla birlikte egomuz kendi dar görüşlerine aynı bir köpeğin kemiğine saplanması gibi fazlasıyla saplanır kalır ve bu kabuğun çatlaması için çok güçlü ve sarsıcı bir deneyim ya da etki gerekir.”
Tüm öğretiler yolu “iyileşme yolu” olarak tanımlar. Bütünlüğümüz için gölge yönlerimiz eksiktir, çünkü biz onları kendimize itiraf etmek istemeyiz ve onlar bizim kusurlarımız, zayıflıklarımız, bağımlılıklarımız ve tutsaklığımızın temeli olarak kalırlar. Bizde eksik olan şey sonunda bize sahip olur. Onu unutmamamız için bizi tekrar tekrar aşağıya sürüklemek yoluyla dikkatimizi çekmeye çalışır. “Kadim Mısır kültü çerçevesinde en üstün nitelikli başrahip sayılan Firavun’un, önemli özelliklerinden biri, gölgesinin olmadığı inancıdır. “İlâhî kelâm”ı temsil eden firavunun en güçlü olduğu zaman, Güneş ışıklarının yeryüzüne tam dik olarak aksettiği, her yerin aydınlık, gölgelerin ya da kötülüklerin yok olduğu andır.”
Gölgeler yok olduğunda tecelli, yansıma, gölge tek varlıkla bütünleşmiş olur. Gölgeler yok olduğunda Hakikati aramak için yolcu gönül gözünü açmıştır. “Kadim Mısır’da şuurun bedenden ayrıldığı anda bir kafa karışıklığı yaşandığına inanırlardı. Mısırlılara göre; şuur iki farklı hal veya varlığa ayrılmıştı. Şuur ayrışımının ilk bölmesine "BA" adını verdiler. Bu ölümsüz var olma halidir. "Ruh" kelimesi BA'ya tekabül eder, ölümsüzdür. Ölüm anındaki büyük ayrışımın ikinci unsuruna "KA" denilirdi. KA, insan şuurunun dünyada kalan tarafıdır. O, gölge veya ruhsal şuurun izidir.” İbn-i Arabî “Âlem Hakk’ın gölgesidir” demiştir.
“Jung’a göre benliğe ulaşma yolunda kişi ilk önce kendi gölgesi ve anima/animus‘u ile yüzleşmelidir. Kişinin gölgesi ile yüzleşmesi “cesaretin ilk adımı” diye nitelenir. Kimileri için bu kişiliğin karanlık yüzü ile karşılaşmak çok rahatsızlık vericidir. Zaten bu işi yapmamızın sebebi de budur, çünkü bu kabullenemediğimiz duyguları dışarı yansıtırız.” Kendi duygularımızı sahiplenip, gölgemizi yansıtmaktan kurtulmanın en büyük avantajı dünyayı daha aydınlık görmeye başlamaktır. Bir bilincimiz bir de bilinçdışımız, bir eril bir de dişil doğamız vardır ve bizler birer içsel ve dışsal insanoğluyuzdur, aydınlık ile karanlık arasında dururuz. Yolculuğun amacı da bütün olabilmek ve her iki yönü de yaşayabilmek ve uzlaştırabilmektir. “Erkeğin bilinçdışı dişil(anima) kadının ki ise eril(animus) davranır. Karşı cinste olan bu bilinçdışının farkına varmak, onunla yüzleşmek ve onu kabul etmek içsel yolculuğun temel bir parçasıdır. Mitler hep bize büyük görevin ancak yaşamını karşı cinsten birisi ile paylaşan kişi tarafından başarılabileceğini anlatırlar. Kadın ile erkek arasındaki, bu yüzleşme her insanın kendini tanıması ve benliğinin gelişimi için vazgeçilmez bir katalizördür. Gerçekte kim olduğumuzu bilme yolun ilk yarsının hedefidir, ikinci yarısı için de ön koşuldur.” Yoksun olduğumuz şey bize yolculuk esnasında tekrar tekrar geri dönüş yaşatır.
''En kutsal yol kişinin kendi arayışı için çıktığı Yol'dur.'' Yolculuk içe doğru başlar. Kendi cehennemine inip, kendi ejderhasını tanımayan, iyi ve kötü yönleri ile bütünleşmeyen, gölgelerini yani eksik yanlarını fark etmeyen yolcu ya da şövalye yolculuğa çıkamaz, bütünleşemez. Kendini bilmek, tanımak, aramak, ne aradığını bilmek, anlamak, idrak etmek, eyleme geçmek ve kendini gerçekleştirmek gereklidir. Aynayı önce kendimize tutmak önce kendi içine bakmak gerekliliğindendir. Büyük çoğunluk gördüğünden hoşlanmayacağı için bu yolculuğa baştan çıkmaz ya da gördüğünü görmezden gelir.
Freud’un ortaya attığı ‘kişisel bilinçdışı” kavramına Jung, “kolektif bilinçdışı”’nı eklemiştir. Kişisel bilinçdışını kompleksler yönlendirirken, kolektif bilinçdışını “arketipler” şekillendirir. Arketip, içgüdüsel davranış ve algılama biçimleridir ve bunların izi rüyalarda ve mitolojik hikâyelerde bulunabilinir. “Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.”
“Gölge, insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır. Uygar olabilmemiz için gölgemizdeki hayvansı eğilimleri evcilleştirmemiz gerekir. Gölgenin olumlu tarafı insani gelişim için gerekli olan yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların kaynağı olmasıdır. Ego ve gölge işbirliği yaptığında kişi kendini yaşam dolu ve canlı hisseder. Gölgenin red edilmesi kişiliğin sönük kalmasına neden olur.” Arketipsel imgeler kendi doğalarında gizli olan sezgilerdir. “Jung’a göre gölge, bilinçaltı bir komplekstir. Bilinç ve benliğin karşıtı, tersidir. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özelikler gölge kompleksine dâhil olmaktadır. Gölgenin içindekiler kötü olmak zorunda değildir. Gölge ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür. Varlığımızın az gelişmiş ve gelişmemiş yönleri bu tanımın kapsamı içindedir. Bu yönleri gölge içine iterek onları görmezden gelmeyi yeğler insanoğlu. Böyle yaparak diğerlerinin de bu yönlerimizi görmeyeceğini varsayar. O büyük idrakten asla kaçış olmayacağını hesap etmez. Gölgelemeye çalışılan yönler gören gözler için günışığı kadar açıktır. “Gölge, egonun başkalarından saklamayı istediği, ruhu ile ilgili utanç duyduğu, görmezden gelmeyi yeğlediği, alt, uygarlaşmamış ve hayvani nitelikleridir. Egonun nefisle özdeşleşmesi onu şişirir ve tehlikeli kılar. Gölgeler tamamlanmayan bir bulmacanın eksik parçalarıdır.”
“Gölgemiz karanlıkta kaldığı, yani onunla yüzleşmediğimiz takdirde sorun yoktur ama gün ışığına çıkmaya başladıkça ışığımız onunla bütünleştiği için daha da güçlenir ve işte biz bu ejderhadan ve onun gücünden korkarız. Bu, kahramanın test edildiği nokta, kendi ejderhamızla yaptığımız dövüştür. Burada içsel bir süreç olarak yüzleştiğimiz gölgemiz dışsal bir kaynağa yansıtılmıştır ve biz gölgemizi bir kişiye ya da bir olaya yansıtarak deneyimleriz. Gölge altından kalkılması gereken zorlu bir olay olarak da kendini gösterebilir. "Neyi, nasıl değiştirmeliyim?"in cevabını bulmamız ve onu uygulamamız gerekir. Yeni bir parçanın oluşabilmesi için başka bir parçamız ölmüştür. Bağımsız ve güçlü olabilmemiz için bağımlılığımız ölmüştür. Yaşama bakışımızda bir şeyler değişmiş, biz değişmişizdir. Gerçekleşen dönüşümümüzün ardından kendimizle birlik içerisinde olma duygusu deneyimleriz. Dönüşümümüzün özü, içinde bulunduğumuz toplumda öyle ya da böyle bir farklılık yaratıp ona katkıda bulunmaktır.”
“Tanrı Âdem ile Havva'yı, düşünmek istemediklerini düşünmek zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır.” diyor Jung. Zincirlerini kıranlar, kendi yolunu bulanlar, düşünenler gölgelerle yetinmezler. Gerçek insan, kendini zincirlerinden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzünü cesaretle gerçeğin ışığına dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kimsedir. Bu yolda karanlık yanımızı yani gölgelerimizi fark ederiz. Yığınlar yaşamlarının sonunda ölürlerken, insan gibi insan yaşamının sonunda olacaktır.
“Gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.” Sürüsel yığın yani vasat kitleler, dönüp ışığa bakmazlar bilgisizliklerinden ve küçük dünyalarından mutludurlar. Bizler, varoluşları ancak beş duyumuzla algılayabiliriz. Platon'un meşhur mağara örneğinde vurgulandığı gibi, biz gerçekleri ancak duvarda görebildiğimiz imgelerle algılamaya çalışmakta ve bu yönüyle de zaman zaman yanılgı içine düşebilmekteyiz. Gerçekte yapmamız gereken, duvara yansıyan gölgelere bakmak değil, arkaya dönüp ışığın kaynağındaki hakikati görmektir. Pythagoras: "Gerçeğin iki yüzü vardır; biri "asıl gerçek", diğeri "gölge gerçek"tir." der.
Karanlık yönümüzle, içsel vahşiliğimizle uğraşırken ve içsel hayvanımızla yüzleşirken ona katılık ve şiddet ile yaklaşmak da, onu küçümsemek, engellemek ve bastırmak da doğru değildir. Bu yüzleşme yolun tam ortasında gerçekleşir. Bu noktaya kadar egonun güçlerinin geliştirilmesi ve uygun şekilde güçlendirilmesi buradaki yüzleşmeye dayanabilmek için önemlidir, çünkü zayıf olan bir ego bilinci kolaylıkla bilinçdışının güçleri tarafından yutulabilir. Benliğimize ulaşmak için egomuzun üstesinden gelmeye kalkmadan önce, bu yolda gölgemizle karşılaştığımızda onun tarafından yutulmayacak kadar kuvvetli bir ego geliştirilmelidir.
Yolculuk sırasında bir “ego şişinme” evresi kaçınılmazdır ancak üstesinden gelinip geride bırakılır.
Güce susama, aydınlanma ile övünme, gerile gerile kendini “bir bilen” olarak görmek, seçilmişlik duygusu ile şişinme ve bir guru hastalığına teslim olma tehlikeleridir, tıpkı kendini söndürüp büyük bütünün hizmetine hiçleşerek hizmet edeceğini sanan gibi. Yolda uygun ve dengeli tavrı takınmak önemlidir.
“Kendisini bütünlüğe giden yolda bulan hiç kimse çarmıha gerilmek ile resmedilen kendine özgü asılmaktan kaçamaz. Çünkü kaçınılmaz bir biçimde onu engelleyen ve ona karşı çıkan şeylere çarpar; birincisi hiç olmak istemediği şeyler yani gölgeler, ikincisi hiç olmadığı şeyler üçüncüsü ise kolektif bilinçdışı.” der Jung ve kırk yaşındakilere yolun geri kalan yarısı için özel okullar olmalıdır önerisini getirir. Sol; bilinçdışı, sağ ise bilinci sembolize eder. “Bilinç tamamıyla bilinçdışı ile çevrelenmiştir. Eğer bilinç çok zayıfsa sınırlar geçirgen hale gelirler ve bilinçdışı bilince sel gibi serbestçe akar. İlkel insanlar bu durumu ruhun yitirilmesi olarak adlandırmıştır. Bu tehlikeye karşı durabilmek için ego yolun ilk yarısında güçlenmeli ve olgunlaşmalıdır. Mitlerde ve masallarda gerçek kahraman, ancak tehlikenin karşısına bilinçli olarak çıkabilen ve bu süreç içerisinde kendisini gece ya da canavar tarafından yutulmaya bırakmayan kişi olabilir.”
İlerlemek isteyenin önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse “Yeraltı”na inmeden göğe çıkamaz. “Mars gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır.” der Jung. Yani bireyin önce kendini bilmesi gerekmektedir. Miraç, kişisel merdiven; akreple yelkovanın üst üste gelip birleşmesi olayıdır. Akrep insan, yelkovan ise o insanın gölgesidir. Ezoterik öğretilerde bedenler, ruhların basit gölgelerinden başka bir şey değildirler. “Bilgin arttıkça, ışığın da artacak, bir gün gelecek ışık olacaksın ve gölgen olmayacak.” denir.
Yeraltına inişin bireyi dünyadan koparabilecek olması tehlikesi büyüktür, çünkü bilinçdışından akan imgeler öyle sarhoş edici, öyle güzel ve öyle rüya gibidirler ki bunun sonucunda gerçek dünyayı bir kenara bırakıp unutabilir. Kahramanın yolunda yatan tehlike, animanın karanlık yönünün esiri olmaktır. Kişisel gelişim yolunda hedefin “anima” olmadığını, ama animanın bizi kendisinin ötesindeki bütünlüğe götürmek istediğini anlamak önemlidir, aynı İlahi Komedya’da Beatrice’in Dante’yi en yükseğin bakışını görebilmesi için Araf Dağı’nın tepesine götürmesi gibi.
“Yolculuk sırasında yenmemiz gerekli olan sembolik “ejderha” henüz kendimizi ondan özgürleştiremediğimiz içsel bir kontrol otoritesi, güçlü bir ebeveyn imgesi, yüzeysel bağımlılıklarımız da olabilir. Perseus’un Medusa’nın kafasını kestiği an; aşırı güçlü kukla ustası veya zayıf, ezilen ve vicdanlı vefakârı oynayan iki uçta olan “içsel ebeveyn” imgesinin üstesinden gelmek anlamına gelir.” Carol Pearson "The Hero Within" adlı kitabında bu yolculuk için şöyle diyor: "Kahramanlar yolculuğa çıkar, ejderhalarla yüzleşir ve kendi gerçek benliklerinin hazinesini keşfederler. Bu görev esnasında kendilerini çok yalnız hissetseler de, maceranın sonundaki ödülleri bir birlik duygusu olur. Yaşam içerisindeki ölümle her yüzleşmemizde ejderhayla yüzleşiriz. Ve yaşamamaya karşı yaşamayı tercih edip kim olduğumuzu keşfetmenin derinliğine her ilerleyişimizde ejderhayı alt eder, kendimize yeni bir yaşam getiririz. Yolculuğa çıkma ihtiyacı nesillerin doğasında vardır."
Gölgeler genellikle şöyle tanımlanır: “Benlik duygularımıza gem vurmamızı engellemeye çalışan olumsuzluklar, anlık tutkular, arzularla bezenmiş şöhret ve servet illetleri, maddecilik, bencillik, gibi negatif etkiler.” Kimi görüşe göre: “Bedenlerin, ruhların basit gölgelerinden başka bir şey olmadıkları söylenebilir.” “Görüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.” der Jung. İç âlemin hâkimi vicdana başvurmak gereklidir zira insanı kendinden daha iyi tanıyacak kimse yoktur. Ezoterik öğretiler aklın, bilimsel bilginin ve imanın, sezginin yani madde ve mananın birbirini tamamladığı kanısındadır, tıpkı gölgenin ışığı tamamladığı gibi.
Halil Cibran şöyle der: " Her şey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur; istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan, takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz. Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış çiftler halinde hareket ederler. Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık, bir başka ışığa gölge olur..."
Alıntı.