Bab’aziz
“Dervislik dediğin hırka ile taç değil,Gönlünü derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil..." Yunus Emre
Filmin Künyesi:
Adı: Bab’aziz – Aziz Baba
Yönetmen / Director: Nacer Khemir
Senaryo / Screenplay: Nacer Khemir, Tonino Guerra
Görüntü Yönetmeni / Cinematography: Mahmoud Kalari
Kurgu / Editing: Isabelle Rathery
Müzik / Music: Armand Amar
Oyuncular / Cast: Parviz Shaminkhou, Maryam Hamid, Hossein Panahi, Nessim Khaloul, Mohamed Graïaa, Maryam Mohaid, Golshifte Farahani
Yapım / Production: Behnegar, Hannibal Films, Les Films du Requin /2005
“Allah’a ulaşan yollar yaradılmışların nefesleri adedincedir.”
Şair,yazar,ressam,yönetmen Nacer Klahmir’in üçlemesinin son filmi “Bab’aziz-Ruhunu tefekkür eden prens” (Baba aziz).İşte tam bu noktadan hareketle başlıyor. Bir yol-yolculuk hikayesi. Film Türkçeye Baba aziz diye çevrilse de aslında “aziz kapı” demek. Bab’aziz birçok festivalden hatırı sayılır ödüller de almıştır. Filmin 2005 yapımı olması da aslında tesadüf değil. 2001 sonrası dünyada 11 eylül olayınında fazlaca etkisiyle Müslümanlara karşı oluşan nefretin-kinin etkisiyle ortaya çıkan radikallik yerine islamın değişik bir yanını ortaya koyuyor.
“İkimiz bir araya gelince
Sen ve ben…
iki farklı beden
tek ruhuz,
Sen ve ben.
sen ve benden müstesna,
aynı neşenin sevinci.
Nafile sözcüklerden dingin ve hür,
Sen ve ben.”
Besmele ve Ali İmran suresiyle başlıyor Bab’aziz.İnsanın inancının ve hakikatının kendine özgülüğünden bahseder biraz bunu da “Allah’a ulaşan yollar yaradılmışlar ın nefesleri adedincedir” cümlesiyle özetliyor.
Yaşı ilerlemiş a’ma bir derviş (sufi) olan Baba aziz (parviz shaminkhou) çölde sufilerin otuz yılda bir gerçekleştirilen derviş toplantısının bilinmeyen yerini aramaktadır. Hayat dolu bir kız olan torunu İsthar’da (maryam hamid) onu uzu çöl yolculuğunda (arayışında) dedesine yardım ve eşlik etmektedir.
Fakat toplantının yapılacağı yeri bulamamaktan ötürü korkmamaktadır.
“ -Tek başına mı gideceksin?
-Ben yolumu bulurum.
-Ama kaybolursan!
-İnancı olan kişi asla kaybolmaz, küçük meleğim. Barış içinde olan kişi yolunu kaybetmez.
Yol boyunca ruhunu izleyen prensin hikayesini anlatmaktadır. Baba aziz ve küçük İştarın yol hikayeleriyle beraber prensin öyküsünü de izleriz. Hikaye içinde hikaye anlatılır bir nevi.
“Prens çölde bir ceylanın peşine takılır ve bir kuyunun başında kendi suretini izlemeye başlar. Aylarca kuyunun başında oturur sadece suya bakar. Prensin delirdiği sanan halkta prensi orada yalnız bırakır, Prensin mabeyincisi dahi.
“Orada suyun aksine bakarak
uzun zaman kaldı.
Sonunda halkı onu unuttu
Yalnızca derviş gözetiyordu onu
bazen ceylan da geliyordu
Prens ruhunu öyle çok seyreyledi ki
sonunda manevi dünya uğruna
maddi olandan vazgeçti.
Prens de bir derviş mi oldu?
İştar; Küçük meleğim kalbinde ki gözlerle görmeye başlıyorsun.”
Yalnız yaşlı bir derviş başında beklemektedir, gündüz ve geceler boyunca prensi gözetleyen bir de güzel bir ceylan vardır. Prens uzun zaman kuyu başında kalır ruhunu öyle seyreyliyor ki sonunda manevi dünya uğruna maddi olandan vazgeçer. Onu gözetleyen derviş ortadan kaybolmuş yalnız elbiselerini bırakmıştır prensin yanına, prens dervişin elbiselerini giyer ve çölün bağrına bırakır kendini”
Baba aziz toplantı yerini bulduğu vakit yolculuk sona erer. Ya da filmin anlatımıyla, aslında yolculuk tam o zaman başlar.
-Hasan…
-Seni bekliyordum.
-Beni mi bekliyordun?
-İntikalime tanık olman için.
-Neden ben? Ben ölümden çok korkarım…
-Muhakkak. Eğer bebeğe zifiri karanlıkta anne karnında şöyle denseydi:
“Dışarıda ışığın dünyası var,yüksek dağları,muntazam denizleri,engebeli düzlükleri,çiçek açan muhteşem bahçeleri,nehirleri,yıldızlarla dolu seması ve parlayan güneşiyle…Ve sen tüm bu ihtişama rağmen,burada karanlıklar arasındasın… “
Doğmamış sabî,bu ihtişam hakkında hiçbir şey bilmez ve hiçbirine inanmazdı. Tıpkı bizim ölümle karşılaşmamız gibi. Bunun içindir ki, korkuyoruz.
-Fakat ölümün içinde nur olamaz. Çünkü o her şeyin sonudur.
-Bidâyeti olmayan şeyin,nihâyeti nasıl olur?
-Hasan, evladım, Zifaf gecemde mahzun durma.
-Zifaf gecen mi?
-Evet, ebediyet ile nikâh gecem. Vakit geldi. Şimdi beni yalnız bırak. Sonra vücudumu kumla örtmek için dön.”
Nazer Klahmirin muhteşem filmi Bab’aziz’in hikayesi burada sona ermiyor aslında yalnız üçlemede ki diğer filmlerde olduğu gibi açık bir kapı bırakıyor izleyicisine yorum hakkı veriyor bir nevi. Bitirilmemiş öykülerden oluşuyor Klahmir’in öyküleri.
Bab’aziz filminin masalsı bir büyüleyiciliği olsa da sadece basit bir yol hikayesi demek de saygısızlık olur. Bir yol hikayesini bu denli etkili bir biçimde anlatmayı başaran pek az film vardır. Tasavvufun her halinden bahsetmeye çalışan yönetmen aslında üç ayrı aşktan bahseder bunlarda “ilmel yakin,aynel yakin,ve hakkal yakindir ve gerçek aşk “ol”mak yolunda olanların olacaktır. Bunu da Kainatın ilk oluşumunda كُنْفَيَكُونُ “kun fe yekun” -ol dedi ve hemen ardından oldu. Hiç beklemeden aynı anda-ayetinden pay çıkaranlar “ol”masa bile ol mak yolunda yanacaktır. Zaten asıl mesele yanmaktır. Pervane öyküsünün filmde anlatılması da bu yöne işaret etmektedir biraz.
Bu dünyadaki insanlar bir mum alevinin önündeki üç pervane gibidirler. İlki aleve yaklaştı ve şöyle dedi;
-Ben aşkı biliyorum
İkincisinin kanatları yaklaşarak aleve değdi ve o dedi;
-Ben aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.
Üçüncüsü kendini hiç tereddüt etmeden ateşin kalbine attı…Ve ateş onu eritti.
Yalnızca o bildi: Gerçek aşk nedir.
Bunun yanı sıra gerçek aşkın ebedi aşka dönüşmesi,gerçek sevgi,ölümün bir sondan ziyade bir başlangıç olduğu (sevgiliye ulaşma yolu) insanları sevmenin inceliği,insan-ı kamil olmaya giden yol (ki yol hikayesinden kasıt bu olmalı) cenneti ve sevgiliyi dünya da bulma gibi daha birçok konuyu muazzam bir bütünlük içinde,biraz da yönetmenin kendi yorumuyla harmanladığı bir eser. Filmde Mevlana’dan, İbn-i Hazm’dan,ibn-i Arabi’den,ibn-i Farid’den (görebildiğim kadarıyla) alıntılar o kadar güzel işlenmiş ki olaylar arasında bir kopukluk bulmak neredeyse mümkün değil.
Tasavvufi öğelerle bezenmiş (haddimizi biraz aşarak) hatta tasavvuf tarihini belki birazcık parçalayarak her öğesinden sıkıştırmış filme. Ne kadar sıkıştırmış desek de senaryoda herhangi bir kopukluk bulmak imkansız. Bu yönüyle yönetmen senaryo konusunda da ne kadar usta olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Filmin ilk dakikalarından itibaren büyüleyici çöl yolculuğuna siz de dahil oluyor; anlatılan,her hikayede kendinizden bir parça buluyorsunuz adeta. Yine filmin başından sonuna kadar hiç kesilmeyen o ruhu teskin eden müzikleri de başka bir tat katmış filme.
Filmin duygusundan öte teknik açıdan da bir kusur yok. Yönetmenin (landccap) geniş ekran hakimiyeti seyirciyi filmin içine kolayca çekmesinden belli oluyor. Yoksa çöl de film çekmek her babayiğidin harcı değil. Bunun yanında oyuncuların muhteşem yönetimi ve rollerinin haklarını fazlasıyla vermeleri;özellikle Küçük isthar(maryam hamid)’in o hayat dolu bir kız rolünü ustalıkla yerine getirmesi bir dilden diğerine geçişte ki becerisi ve geniş kadroyu organize edebilmek bütünlüğü oluşturabilme açısından yönetmenin ustalığının bir diğer kanıtı olsa gerek.
Nacer Klahmir’in Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı,Çöl Gezgini filmlerinden sonra üçlemin son filmi olan Bab’aziz tek izlenmeyle anlaşılabilecek bir film değil.
Film literatürü az da olsa bilenler için hatalı bulunabilecek yönleri olabilir. Lakin yine de tekrar tekrar izlenilmesi gereken bir sufi öyküsü. İlk izleyenler için karmaşık gelse de Nacer Klahmir’in anlatım dilini yöntemini hikaye kurgusunda ki ustalığını görme ve belki tasavvufa biraz daha farklı bir açıdan bakma açısından da izlenilmesi gereken bir film. Farklı mecmualarda farklı dimağlarda başka tatlar bırakacağına eminim. Son olarak tasavvufu yakın bulanlar da bulmayanlar da izlemeli bu filmi. Hz.Mevlana’nın “ Kovan ne kadarsa o kadar su alırsın gölden”deyişinine nispeten…
Kimin heybesi büyükse…
Ya ALLAH…
İyi seyirler
“Can ile süpür cananın eşiğini ancak o zaman gerçek aşık olursun.”
Abdurrahman BADECİ