alin
Kayıtlı Üye
Beden doğal bir tepki verdiği zaman, buna içgüdü denir.
Ruh doğal bir tepki verdiği zaman, buna sezgi denir.
Bunlar birbirine benzer, ancak çok farklıdır.
İçgüdü bedene aittir ve kabadır.
Sezgi ise ruha aittir ve incedir.
İkisinin arasında ise uzman olan zihin bulunur.
Ve zihin asla doğal tepki vermez.
Zihin bilgi demektir. Bilgi ise doğal olamaz.
İçgüdü akıldan daha derindedir.
Sezgi ise akıldan daha üsttedir.
İkisi de aklın ötesindedir.
Ve ikisi de iyidir.
Ruh doğal bir tepki verdiği zaman, buna sezgi denir.
Bunlar birbirine benzer, ancak çok farklıdır.
İçgüdü bedene aittir ve kabadır.
Sezgi ise ruha aittir ve incedir.
İkisinin arasında ise uzman olan zihin bulunur.
Ve zihin asla doğal tepki vermez.
Zihin bilgi demektir. Bilgi ise doğal olamaz.
İçgüdü akıldan daha derindedir.
Sezgi ise akıldan daha üsttedir.
İkisi de aklın ötesindedir.
Ve ikisi de iyidir.
KAFA, KALP VE VARLIK
Kafa sadece düşünür. O yüzden asla bir sonuca ulaşmaz. Konuşmaya açık ve mantıklıdır. Ancak gerçekliğe kök salmamış olduğu için, binlerce yıldır süregelen felsefi düşünceler bizi tek bir sonuca ulaştırmamıştır. Felsefe harika bir zihin kıvraklığı egzersizidir. Akıl, soru yaratmada ve sonra bu sorulara cevap yaratmada çok beceriklidir. Ama bu cevaplardan daha fazla soru ve daha fazla cevap çıkar. Kelimelerden saraylar kurarlar, teorik sistemler geliştirirler. Ancak bunların hepsi havadır.Beden aklına güvenemez çünkü bedenin yaşaması gerekiyor. O yüzden bedenin, nefes alma, kalp atışı, sindirim ve kan dolaşımı gibi bütün önemli fonksiyonları içgüdüye bırakılmıştır. Bedeninde binbir farklı süreç, senin hiçbir müdahalen olmadan devam etmektedir. Doğanın bedene ait bir bilgelik vermesi çok iyi olmuştur. Aksi halde, eğer aklınla bedenini yürütmeye çalışsan, hayat imkansız olurdu. Çünkü bazen nefes almayı unutabilirdin. En azından geceleri uyurken nasıl nefes alacaksın? Kafandaki bin bir düşünce zaten aklını karıştırmışken, bu karışıklık içinde kan dolaşımını kim düzenleyecekti? Hücrelere yeterli miktarda oksijenin gidip gitmediğine kim bakacaktı? Sindirilmiş besinlerin hangi temel yapı taşları olduğunu inceleyip, onları ihtiyacı olan noktalara kim gönderecekti? Bütün bu yoğun ve yüklü çalışmalar içgüdü tarafından gerçekleştirilir. Aklına ihtiyaç yoktur. Komada olsan bile beden çalışmalarına devam eder.
Doğa, bedenin bütün temel fonksiyonlarını yerine getirme görevini içgüdüye vermiş ve hayatı anlamlı kılan şeyleri sana bırakmıştır. Çünkü sadece varolmanın, hayatta kalmanın bir anlamı yoktur. Hayatına anlam katmak için varoluş, kalbine sezgiyi vermiştir. Senin bu sezginden, sanat, estetik, sevgi, dostluk gibi olasılıklar ortaya çıkar. Bütün yaratma edimleri sezgiseldir.
Ben içgüdü taraftarıyım. Sana açıklamak istediğim sırlardan bir tanesi de bu. Eğer içgüdüne önem verirsen, sezgine giden yolu bulman kolaylaşır. Çünkü farklı seviyelerde varolmalarına rağmen ikisi de aynıdır. Biri maddesel dünya seviyesinde işlerken, diğeri ruhsal seviyede işliyor, içgüdüsel hayatını hiçbir vicdan azabı çekmeden sevinçle kabullenmen, sezginin kapılarını açmana yardımcı olur. Çünkü onlar özde farklı değil, sadece düzlemleri farklı. İçgüdü nasıl sessizce ve güzellikle işliyorsa, sezgi de öyle işler. Hatta çok daha sessiz ve çok daha güzel bir şekilde.
BİLMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
Bilmek demek, sessiz olmak demektir. Tamamen sessiz.
Böylece içindeki o küçük dingin sesi duyarsın.
Bilmek demek, düşünceyi bırakmak demektir.
Tamamen hareketsiz kaldığın zaman
Hiçbir şey sana ulaşmadığı zaman kapılar açılır.
Sen bu gizemli varoluşun bir parçasısın.
Onun bir parçası olarak bilirsin.
Bir katılımcı olarak bilirsin.
Bilmek, budur.
BİLGİ
Bilgi ile bilmek arasında ne fark vardır? Sözlüğe baktığın zaman bir fark yoktur. Ancak gerçek hayatta inanılmaz bir fark bulunur. Bilgi bir teoridir. Bilmek ise bir deneyim. Bilmek demek, gözlerini açıp, gördüğün anlamına gelir. Bilgi ise, birinin gözünü açıp, gördüğünü ve ondan söz ettiğini ortaya koyar. Sen sadece bu bilgiyi toplamaya çalışırsın. Bilgi sen körken bile vardır. Bilgi her zaman vardır. Gözlerin olmadan ışık hakkında birçok şey öğrenebilirsin. Ama eğer körsen bilmen mümkün değildir. Bilmek, ancak gözlerin iyileşirse, eğer görebiliyorsan mümkündür. Bilmek, temelde senin deneyimindir, Bilgi bir toplamadır. Bilgi bir lanettir. Bir felakettir. Bir kanserdir.
Bilgi yüzünden insan bütünden ayrılır. Bilgi mesafe yaratır. Dağlarda yabani bir çiçekle karşılaşırsın ve ne olduğunu bilmezsin. Zihninin bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Zihnin sessiz kalır. Çiçeğe bakarsın ve o çiçeği görürsün. Ama içinden bir bilgi yükselmez. Bir hayranlık vardır. Bir gizem. Çiçek oradadır. Sen oradasın. Bu hayranlıkla çiçekle ayrılmazsın, hatta aranda bağ kurarsın. Ancak eğer bu çiçeğin bir gül, bir papatya ya da başka bir şey olduğunu bilirsen, o bilgi aranızdaki bağı koparır. Çiçek oradadır, sen buradasındır. Arada bir köprü yoktur. Sen biliyorsun. Bilgi mesafe yaratır.
Ne kadar çok bilirsen, mesafe o kadar büyür. Ne kadar az bilirsen, mesafe o kadar kısalır. Ve eğer o bilmeme anını yaşarsan, ortada bir mesafe kalmaz. Bağ oluşturursun.
Bir kadın ya da erkeğe aşık olursun. Aşık olduğun gün arada bir mesafe yoktur. Sadece bir hayranlık, heyecan, coşku ve sevinç vardır. Ama bilgi yoktur. Bu kadının kim olduğunu bilmiyorsun. Bilgi olmayınca sizi ayıran bir şey yok. O yüzden aşkın ilk anları çok güzeldir. O kadınla 24 saat yaşadıktan sonra bile bilgi oluşmaya başlar. Şimdi o kadın hakkında bazı fikirlerin var. Kim olduğunu biliyorsun. Bir imaj var. Yirmi dört saat, bir geçmiş yarattı. O yirmi dört saat, zihninde işaretler bıraktı. Aynı kadına baktığın zaman, artık aynı gizemi yaşamazsın. Tepeden aşağı geliyorsun. O zirveyi kaybettin.
Bunu anlamak çok şeyi anlamaktır. Bilginin böldüğünü, mesafe yarattığını anlamak, meditasyonun sırrını anlamaktır.
Meditasyon bir bilmeme durumudur. Meditasyon bilgi tarafından bozulmamış saf alandır. Evet, İncil'deki hikâye doğrudur. İnsanoğlu bilgi ağacının meyvesini yiyerek, bilgiden aşağı düşmüştür. Dünyada bunu aşan bir yazıt yoktur. Buradaki cümle her şeyi özetliyor. Başka hiçbir cümle bu yüksekliğe ve bu kavrayışa ulaşmamıştır. İnsanoğlunun bilgiden aşağı düşmesi çok mantıksız görünüyor. Mantıksız görünüyor çünkü mantık bilginin bir parçasıdır. Mantık her zaman bilgiyi destekler. Mantıksız görünüyor çünkü insanoğlunun düşüşünün temelindeki asıl neden mantıktır.
Peki sezgi nedir? Sezgi, bazı açılardan içgüdüye benzer. Bazı açılardan da hiç benzemez. Bazı yönleri akla benzer, ama diğer yönleri tamamen akıl karşıtıdır. Onu anlaman gerekir. Çünkü o, içindeki en hissedilmez şeydir.
Sezgi içgüdü gibidir, çünkü onu yönlendiremezsin. O senin bilincinin bir parçasıdır. Tıpkı içgüdünün bedeninin bir parçası olması gibi. Ancak, nasıl içgüdülerinin tatmin olmasına izin verebiliyorsan, sezgine de tam bir özgürlük verip onu tatmin edebilirsin. O zaman içinde varolan güçler seni çok şaşırtacaktır.
Sezgi sana en uçuk soruların yanıtlarını verir. Sözel olarak değil, ama varlıksal olarak.
Gerçek nedir diye sormalısın. İçgüdü duymaz. O sağırdır. Akıl duyar. Ama sadece felsefe oluşturabilir. Kördür. Göremez. Sezgi ise görür, gözleri vardır, gerçeği görür, ortada düşünüp sorgulanacak bir şey yoktur.
İçgüdü ve sezgi senden bağımsızdır. İçgüdü doğanın gücüdür. Bilinçaltı doğasının gücü. Sezgi ise üst bilinç evreninin elleri. Bu bilinç bütün evreni kuşatır. Bu engin bilinç okyanusunda bizler küçük birer adayız. Hatta buzul diyebiliriz. Çünkü içine eriyip, onunla bütünleşebiliriz.
Sezginin bazı yönleri içgüdünün tamamen karşıtıdır. İçgüdü her zaman seni diğerine doğru götürür. Onun tatmini her zaman senin dışında bir şeye bağlıdır. Sezgi seni sadece kendine götürür, hiçbir şeye bağlı değildir, diğerine ihtiyaç duymaz. Güzelliği, özgürlüğü ve bağımsızlığı bundan kaynaklanır. Sezgi, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bütünsel bir olgudur. Kendini o kadar tamamlar ki, başka bir şeye yer kalmaz.
Sezgi, bazı yönleriyle akla benzer. Çünkü zekadır. Akıl ve zeka, görüntüde birbirine benzer. Ama sadece görüntüde. Akıllı bir insan pek zeki olmayabilir. Ve her zeki insanın akıllı olduğu söylenemez. Karşına çıkan bir çiftçi o kadar zeki olabilir ki, büyük bir akıl olan bir profesör bile onun karşısında bir pigme gibi kalır.
Sezgi, kuantum sıçramalarıyla işler.
Herhangi bir metodolojik prosedürü yoktur. Sadece görür.
Görecek gözleri vardır.
Nesne olarak hiç düşünmediğin şeyleri bile görür. Örneğin, sevgi. Sevgiyi hiçbir zaman bir nesne olarak düşünmedin. Ama sezgiye sahip bir kişi, içinde sevgi olup olmadığını görür. Güven olup olmadığını görür. Kuşku olup olmadığını görür. Bunları sanki birer nesneymiş gibi görür.
Benim vizyonumda en yüksek noktada sezgi bulunur. Ben de seni oraya itmeye çalışıyorum.
Temiz olmayan bir bilinçaltı, sana engel olur. Onu temizle. Onu temizlemenin yolu ise, tatmin etmekten geçiyor. O kadar tatmin et ki, sana "lütfen yeter, bu kadarına ihtiyacım yok" desin. Ancak o zaman bırak. Bundan sonra aklın taze bir enerji akışıyla dolar ve zekaya dönüşür. Sonra bu enerji yükselmeye devam eder ve sezginin kapılarını açar. İşte o zaman fiziksel olarak gözlerinle göremediğin şeyleri görmeye başlarsın. Nesne bile olmayan şeyleri
Sevgi bir nesne değildir. Gerçek bir nesne değildir. Güven bir nesne değildir. Ama bunların hepsi birer gerçektir. Sahip olduğun eşyalardan çok daha gerçek. Bunlar sadece sezgi için gerçektir. Onlar vardır. Ve sezgin işlemeye başladığı zaman, ilk kez olarak gerçek insan olursun.
Bilinçaltınla sen bir hayvansın. Bilinçle artık hayvan değilsin. Üst bilinç ile insan olursun.
İnsan olarak potansiyelinin tamamına ulaştığın zaman, artık yuvana kavuşmuş olursun.
Osho