AJA
Elit Üye
Bütün evreni dıştan içe doğru saran sevgi enerjisi, varlıklar tarafından çeşitli derecelerde tezahür ettirilmektedir. Buna rağmen, günlük yaşamımızda insanların birbirlerini sevmediklerini gözlemlemekteyiz. İnsanlar birbirini neden sevemez? Bu iktidarsızlık, bu güçsüzlük, bu negatif durum nereden ortaya çıkıyor?
Sebeplerden birisi, otomatik yaşamaktır. Otomatik yaşam, hayatı kurulu bir düzen halinde, belli bir programı aynen tekrarlayan bir sistem gibidir. Nitekim, Gurdjieff’e göre, insan kendini tanımayan ve kontrol edemeyen bir makinedir. Davranışları ve cevapları mekaniktir. Elimiz yandığı zaman geri çekmemiz, taş atıldığı zaman başımızı eğmemiz birer mekanik tepkidir. Aynı şekilde, şartlanmış olduğu bir fikri benimseyerek refleks tarzında karşılıklar verir. Davranışları düşünülmüş değildir. Tıpkı bitki köklerinin suya yönelmesi gibi. Bitkinin kökü rutubetli yere doğru kendiliğinden gider, toprağın çeşitli sertliklerine uyum sağlaya sağlaya, esneklik göstere göstere. İnsan da, “sev seni seveni” gibi otomatik ifadelerde bulunur.
Otomatik insanın sevgisi bedensel ve duygusal tatminlerden ibarettir. Sevgi gibi yüksek ve hareketli enerjinin otomatik davranışlar içindeki bir bünyeden geçebilmesi mümkün değildir. Otomatik replikler bünyemizde dirençler oluşturuyor. Bu yüzden de sevemiyoruz.
İkinci sebep dış tesirlerdir. Çağımız insanını dış tesirlerin yönettiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Çok farklı dış tesirler bizi kendi doğrultularında, kendi amacında kullanmaya çalışıyor. Adeta rüzgara yakalanmış bir yaprağın salınımlar yapmasına benziyoruz. Ailenin ve toplumun baskılı şartlandırmaları, birtakım akli kontroller de gelişimimize engel olmaktadır. Gelişmediğimiz için de, sevgi enerjisini kendi bünyemize alamıyoruz.
Dış tesirler arasında toplumsal gelenek ve görenekler, moda, dinler, radyo, TV ve yayınlar yoluyla yapılan reklam ve şartlandırılmalar bulunmaktadır. Tüm bu mekanik sistemler insanları maddesel rahatlık ve mutluluk peşinde koşturuyor. Doğallık ilkesinden, doğal olmaktan alıkoyuyor. Temelde bunların, insanın aklında ve vicdanında kabul gördükten sonra, gelişmeye açık olarak dikkatle ele alınması gereklidir.
Toplum, insanın neyi sevip sevmemesi gerektiği konusunda onun adına karar verir hale gelmiştir. Medya sürekli tek yönlü alternatiflerle bizlere ısrarlı dayatmalarda bulunmaktadır. Bize zorla bir şeyleri kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Bu durum kendimizi tanımamıza, dolayısıyla kendimizde mevcut birtakım enerjetik akışların doğal bir şekilde hareket etmesine engel olmaktadır. Bu engelleniş ise sevgi ile hareket etmemize veya bir sevgi düşüncesinin zihnimizde oluşmasına imkan vermemektedir.
Sevgi Enerjisini dağıtabilmek ;
Beşer varlığı olarak en büyük vazifelerimizden biri sevgi enerjisini kullanıp dağıtmamızdır. Sevgi, yapıcı bir enerjidir, varoluş enerjisidir. Ruhsal enerjinin madde üzerindeki tasarrufu bu enerjiyle olmaktadır.
Sevgi enerjisini bünyemizden geçirmediğimiz sürece sağlıklı bir bedenimiz de olamaz. Hastalıkların büyük bir kısımı kozmik dengeye ulaşamamızdan ileri geliyor. Kozmosla kendi aramızda bir bozukluk var, oradan gelen tesirleri alamıyoruz. Veya daha üstün hale getirip yansıtamıyoruz. Bu yüzden de sevgisizlik doğuyor. Bunlar bedenimizde somatik, yani bedene yansıyan rahatsızlıklar meydana getiriyor. Özellikle kanser ve AIDS gibi hastalıklar virüsten kaynaklanıyor görünüyorsa da, temelde 20. yy’ın bütün sevgisizliğinin bir reaksiyonudur. Sevgisizliğin meydana getirdiği dengesizlik kanser ve AIDS adlı altında ortaya çıkıyor. Böyle devam ettiği sürece de başka türleri de çıkabilecektir.
Sevgi, eş koşmayla değil, tam tersine terk ile olur. Terk; her şeye ve herkese karşı aklı ve vicdanı kullanarak davranmak, yerinde ve zamanında hareket etmektir. Sevmek, tekel altına almak değil, sevilenin özgürce gelişmesine imkan sağlamaktır. Bu imkanı sağlayabilmek için de eş koşmamak gerekir.
Sevgi ve huzurla , iyi forumlar
Sebeplerden birisi, otomatik yaşamaktır. Otomatik yaşam, hayatı kurulu bir düzen halinde, belli bir programı aynen tekrarlayan bir sistem gibidir. Nitekim, Gurdjieff’e göre, insan kendini tanımayan ve kontrol edemeyen bir makinedir. Davranışları ve cevapları mekaniktir. Elimiz yandığı zaman geri çekmemiz, taş atıldığı zaman başımızı eğmemiz birer mekanik tepkidir. Aynı şekilde, şartlanmış olduğu bir fikri benimseyerek refleks tarzında karşılıklar verir. Davranışları düşünülmüş değildir. Tıpkı bitki köklerinin suya yönelmesi gibi. Bitkinin kökü rutubetli yere doğru kendiliğinden gider, toprağın çeşitli sertliklerine uyum sağlaya sağlaya, esneklik göstere göstere. İnsan da, “sev seni seveni” gibi otomatik ifadelerde bulunur.
Otomatik insanın sevgisi bedensel ve duygusal tatminlerden ibarettir. Sevgi gibi yüksek ve hareketli enerjinin otomatik davranışlar içindeki bir bünyeden geçebilmesi mümkün değildir. Otomatik replikler bünyemizde dirençler oluşturuyor. Bu yüzden de sevemiyoruz.
İkinci sebep dış tesirlerdir. Çağımız insanını dış tesirlerin yönettiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Çok farklı dış tesirler bizi kendi doğrultularında, kendi amacında kullanmaya çalışıyor. Adeta rüzgara yakalanmış bir yaprağın salınımlar yapmasına benziyoruz. Ailenin ve toplumun baskılı şartlandırmaları, birtakım akli kontroller de gelişimimize engel olmaktadır. Gelişmediğimiz için de, sevgi enerjisini kendi bünyemize alamıyoruz.
Dış tesirler arasında toplumsal gelenek ve görenekler, moda, dinler, radyo, TV ve yayınlar yoluyla yapılan reklam ve şartlandırılmalar bulunmaktadır. Tüm bu mekanik sistemler insanları maddesel rahatlık ve mutluluk peşinde koşturuyor. Doğallık ilkesinden, doğal olmaktan alıkoyuyor. Temelde bunların, insanın aklında ve vicdanında kabul gördükten sonra, gelişmeye açık olarak dikkatle ele alınması gereklidir.
Toplum, insanın neyi sevip sevmemesi gerektiği konusunda onun adına karar verir hale gelmiştir. Medya sürekli tek yönlü alternatiflerle bizlere ısrarlı dayatmalarda bulunmaktadır. Bize zorla bir şeyleri kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Bu durum kendimizi tanımamıza, dolayısıyla kendimizde mevcut birtakım enerjetik akışların doğal bir şekilde hareket etmesine engel olmaktadır. Bu engelleniş ise sevgi ile hareket etmemize veya bir sevgi düşüncesinin zihnimizde oluşmasına imkan vermemektedir.
Sevgi Enerjisini dağıtabilmek ;
Beşer varlığı olarak en büyük vazifelerimizden biri sevgi enerjisini kullanıp dağıtmamızdır. Sevgi, yapıcı bir enerjidir, varoluş enerjisidir. Ruhsal enerjinin madde üzerindeki tasarrufu bu enerjiyle olmaktadır.
Sevgi enerjisini bünyemizden geçirmediğimiz sürece sağlıklı bir bedenimiz de olamaz. Hastalıkların büyük bir kısımı kozmik dengeye ulaşamamızdan ileri geliyor. Kozmosla kendi aramızda bir bozukluk var, oradan gelen tesirleri alamıyoruz. Veya daha üstün hale getirip yansıtamıyoruz. Bu yüzden de sevgisizlik doğuyor. Bunlar bedenimizde somatik, yani bedene yansıyan rahatsızlıklar meydana getiriyor. Özellikle kanser ve AIDS gibi hastalıklar virüsten kaynaklanıyor görünüyorsa da, temelde 20. yy’ın bütün sevgisizliğinin bir reaksiyonudur. Sevgisizliğin meydana getirdiği dengesizlik kanser ve AIDS adlı altında ortaya çıkıyor. Böyle devam ettiği sürece de başka türleri de çıkabilecektir.
Sevgi, eş koşmayla değil, tam tersine terk ile olur. Terk; her şeye ve herkese karşı aklı ve vicdanı kullanarak davranmak, yerinde ve zamanında hareket etmektir. Sevmek, tekel altına almak değil, sevilenin özgürce gelişmesine imkan sağlamaktır. Bu imkanı sağlayabilmek için de eş koşmamak gerekir.
Sevgi ve huzurla , iyi forumlar