faruki777
Kayıtlı Üye
Günümüzde organ nakli alternatifsiz bir tedavi yöntemi olması yanında, organı veren ve alan iki tarafın da insan olması ve insanın organı üzerinde bir tasarrufta bulunulması yüzünden konu din, hukuk ve ahlâkı ilgilendirmektedir.
XVI. yüzyılda başlayan oto-organ nakli giderek geliştirilmiş, XIX. yüzyılda insandan insana doku ve organ nakline başlanmış, önceleri deri, damar, kas nakli yapılabilirken, kalp, karaciğer, böbrek ve kemik iliği, kornea gibi hayatî organların nakli aşamasına geçilmiştir.
Ehl-i sünnet bilginlerinin ve kelâmcıların çoğunluğu, âhirette haşrin ruh ve bedenle birlikte olacağı görüşündedir.( bk. Tâhâ, 20/55; Hac, 22/5, 7; Nûr, 24/20; Yâsîn, 36/78, 79; Kıyâme, 75/3, 4) Burada, nakledilen organın hangi bedende yer alacağı sorusu akla gelirse de, her gün insandan kopan, ayrılan sayısız hücre ve dokular dikkate alınır, öldükten sonra organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenilmesi düşünülürse böyle bir sorunun anlamı kalmaz. Nitekim Allahü Teâlâ’nın ibret için öldürüp, yüz yıl sonra dirilttiği Uzeyr (a.s)’ın ve arkasından eşeğinin parçalarının bir araya gelerek canlanması, yeniden dirilme konusunda bize fikir vermektedir. (Bakara, 2/259. krş. Kitab-ı Mukaddes, Hezekiel, bab: 37, 1-14)
Takma organın yeni sahibinin, bu organla sevap veya günah işlemesi onun iradesiyle ilgili bir meseledir. Ancak organı verecek kişi veya yakınlarının, dış görünüş bakımından kötüye kullanılacağı belli olan bir nakilde, tercih haklarının bulunduğu da açıktır. (bk. Mâide, 5/2, 32)
Kıyamet gününde organların şahitliği meselesi, onların lisan-ı hal ile konuşması anlamına gelebileceği gibi, dünyadaki günah sahnesini canlandırma yoluyla kişinin hiçbir günahını inkâr edemeyeceği şeklinde de anlaşılabilir.( bk. Nûr, 24/24; Fussılet, 41/19, 21, 22)
İnsan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret durumunda haram fiillerin mübah hale geleceği ve günahın kalkacağı çeşitli âyet (bk. Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; En’âm, 6/119, 145) ve hadislerle (Ebû Dâvûd, Et’ime, 36; A. İbn Hanbel, V, 96, 218) bildirilmiştir. Diğer yandan İslâm hukukçuları, hayatı tehdit eden açlık zarureti karşısında kalan kimsenin insan eti bile yiyebileceğini, tedavi amacıyla haram ve necis şeyleri kullanabileceğini söylemişlerdir.
Günümüz İslâm bilginleri ve fetva kuruluşları, yukarıdaki delillere dayanarak ölüden tedavi amacıyla organ alınmasına ve hastaya nakledilmesine şu şartlarla cevaz vermişlerdir.( T.D.İ.B. Din İş. Y. K. 3.3.1980 Tar. ve 396/13 say. Kararı; Kuveyt Evkâf ve Din İş. Bşk.na bağlı Fetva Kurulu’nun 24.12.1979 Tar. ve 132/79 say., 14.9.1981 Tar. ve 87/81 say. Kar.; İslâm Konf. Teşkilatı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin 11.2.1988 Tar. ve 4/1 say. Kararı)
a) Organ naklinde zaruretin bulunması,
b) Konunun uzmanı olan doktorların, hastanın bu tedavi ile iyileşeceği kanaatinde olması,
c) Organı verecek kişinin veya mirasçılarının onayının alınmış olması,
d) Tıbbî ve hukukî ölümün gerçekleşmiş olması,
e) Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması,
f) Alıcının da buna razı olması.
Ölüden organ naklini caiz görmeyen bazı çağdaş bilginler ise, insan ölüsünün saygınlığını ve dokunulmazlığını esas almışladır. Hadiste şöyle buyurulur: “Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir.”( Ebû Dâvûd, Cenâiz, 60; Mâlik, Muvatta’, Cenâiz, 45) Ayrıca cismânî haşir ve kıyâmet gününde organların şâhitliği inancını, yaratılışı bozmanın caiz olmayacağı ilkesini gerekçe göstermişlerdir. Ancak bu delil ve görüşlerin yukarıda verdiğimiz “zarûret ilkesi, haram ve necisle tedavi ruhsatı” gibi deliller karşısında zayıf kaldığı açıktır.
Bazı çağdaş İslâm bilginleri ve fetva kurulları belli şartlarla diriden diriye organ nakline de fetva vermişlerdir. Bu konuda “ölüden diriye organ nakli” şartlarına ek olarak “organın alınmasının, vericinin hayatını ve sağlığını bozmayacak olması ve bu durumun tıbbî raporla belgelenmesi” şartı eklenmiştir.( Kuveyt ag. Fetva Kurulu’nun 24.12.1979 Tar. ve 132/79 say. kararı; S. Arabistan Dünya İslâm Bir. bağlı Fıkıh Akademisi’nin 19-28.1. 1985 Tar. ve VIII. Dönem kararı; İslam Konf. Teş. na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin 11.2.1988 Tar. ve 4/1. say., 20.3.1990 Tar. ve 6/5-8 say. kararları)
Diriden diriye organ nakli konusu insanın en temel hakkı olan “yaşama ve beden bütünlüğünü koruma” hakkı ile çelişir. Çünkü bir kimsenin hayatı ve kişiliği başkalarından önde gelir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız…”( Bakara, 2/195) “Kendinizi ve aile bireylerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir ateşten koruyun.”( Tahrîm, 66/6) Buna göre, kan ve ilik nakli gibi, diri vericiye herhangi bir zararı olmadığı kesin olarak bilinen nakiller dışında, bedende yedekleri bulunan göz, böbrek, kol, bacak, parmak gibi çift organları diriden diriye nakletme yoluna gidilemez. Çünkü dirinin böyle bir organından rızasıyla vazgeçmesi düşünülemez. Bu nakil ya sevgi veya acıma yüzünden, ya da yoksulluk nedeniyle yapılabilir. Organ nakledilecek kişinin de diriden yapılacak böyle bir nakle razı olmaması gerekir.
XVI. yüzyılda başlayan oto-organ nakli giderek geliştirilmiş, XIX. yüzyılda insandan insana doku ve organ nakline başlanmış, önceleri deri, damar, kas nakli yapılabilirken, kalp, karaciğer, böbrek ve kemik iliği, kornea gibi hayatî organların nakli aşamasına geçilmiştir.
Ehl-i sünnet bilginlerinin ve kelâmcıların çoğunluğu, âhirette haşrin ruh ve bedenle birlikte olacağı görüşündedir.( bk. Tâhâ, 20/55; Hac, 22/5, 7; Nûr, 24/20; Yâsîn, 36/78, 79; Kıyâme, 75/3, 4) Burada, nakledilen organın hangi bedende yer alacağı sorusu akla gelirse de, her gün insandan kopan, ayrılan sayısız hücre ve dokular dikkate alınır, öldükten sonra organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenilmesi düşünülürse böyle bir sorunun anlamı kalmaz. Nitekim Allahü Teâlâ’nın ibret için öldürüp, yüz yıl sonra dirilttiği Uzeyr (a.s)’ın ve arkasından eşeğinin parçalarının bir araya gelerek canlanması, yeniden dirilme konusunda bize fikir vermektedir. (Bakara, 2/259. krş. Kitab-ı Mukaddes, Hezekiel, bab: 37, 1-14)
Takma organın yeni sahibinin, bu organla sevap veya günah işlemesi onun iradesiyle ilgili bir meseledir. Ancak organı verecek kişi veya yakınlarının, dış görünüş bakımından kötüye kullanılacağı belli olan bir nakilde, tercih haklarının bulunduğu da açıktır. (bk. Mâide, 5/2, 32)
Kıyamet gününde organların şahitliği meselesi, onların lisan-ı hal ile konuşması anlamına gelebileceği gibi, dünyadaki günah sahnesini canlandırma yoluyla kişinin hiçbir günahını inkâr edemeyeceği şeklinde de anlaşılabilir.( bk. Nûr, 24/24; Fussılet, 41/19, 21, 22)
İnsan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret durumunda haram fiillerin mübah hale geleceği ve günahın kalkacağı çeşitli âyet (bk. Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; En’âm, 6/119, 145) ve hadislerle (Ebû Dâvûd, Et’ime, 36; A. İbn Hanbel, V, 96, 218) bildirilmiştir. Diğer yandan İslâm hukukçuları, hayatı tehdit eden açlık zarureti karşısında kalan kimsenin insan eti bile yiyebileceğini, tedavi amacıyla haram ve necis şeyleri kullanabileceğini söylemişlerdir.
Günümüz İslâm bilginleri ve fetva kuruluşları, yukarıdaki delillere dayanarak ölüden tedavi amacıyla organ alınmasına ve hastaya nakledilmesine şu şartlarla cevaz vermişlerdir.( T.D.İ.B. Din İş. Y. K. 3.3.1980 Tar. ve 396/13 say. Kararı; Kuveyt Evkâf ve Din İş. Bşk.na bağlı Fetva Kurulu’nun 24.12.1979 Tar. ve 132/79 say., 14.9.1981 Tar. ve 87/81 say. Kar.; İslâm Konf. Teşkilatı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin 11.2.1988 Tar. ve 4/1 say. Kararı)
a) Organ naklinde zaruretin bulunması,
b) Konunun uzmanı olan doktorların, hastanın bu tedavi ile iyileşeceği kanaatinde olması,
c) Organı verecek kişinin veya mirasçılarının onayının alınmış olması,
d) Tıbbî ve hukukî ölümün gerçekleşmiş olması,
e) Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması,
f) Alıcının da buna razı olması.
Ölüden organ naklini caiz görmeyen bazı çağdaş bilginler ise, insan ölüsünün saygınlığını ve dokunulmazlığını esas almışladır. Hadiste şöyle buyurulur: “Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir.”( Ebû Dâvûd, Cenâiz, 60; Mâlik, Muvatta’, Cenâiz, 45) Ayrıca cismânî haşir ve kıyâmet gününde organların şâhitliği inancını, yaratılışı bozmanın caiz olmayacağı ilkesini gerekçe göstermişlerdir. Ancak bu delil ve görüşlerin yukarıda verdiğimiz “zarûret ilkesi, haram ve necisle tedavi ruhsatı” gibi deliller karşısında zayıf kaldığı açıktır.
Bazı çağdaş İslâm bilginleri ve fetva kurulları belli şartlarla diriden diriye organ nakline de fetva vermişlerdir. Bu konuda “ölüden diriye organ nakli” şartlarına ek olarak “organın alınmasının, vericinin hayatını ve sağlığını bozmayacak olması ve bu durumun tıbbî raporla belgelenmesi” şartı eklenmiştir.( Kuveyt ag. Fetva Kurulu’nun 24.12.1979 Tar. ve 132/79 say. kararı; S. Arabistan Dünya İslâm Bir. bağlı Fıkıh Akademisi’nin 19-28.1. 1985 Tar. ve VIII. Dönem kararı; İslam Konf. Teş. na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin 11.2.1988 Tar. ve 4/1. say., 20.3.1990 Tar. ve 6/5-8 say. kararları)
Diriden diriye organ nakli konusu insanın en temel hakkı olan “yaşama ve beden bütünlüğünü koruma” hakkı ile çelişir. Çünkü bir kimsenin hayatı ve kişiliği başkalarından önde gelir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız…”( Bakara, 2/195) “Kendinizi ve aile bireylerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir ateşten koruyun.”( Tahrîm, 66/6) Buna göre, kan ve ilik nakli gibi, diri vericiye herhangi bir zararı olmadığı kesin olarak bilinen nakiller dışında, bedende yedekleri bulunan göz, böbrek, kol, bacak, parmak gibi çift organları diriden diriye nakletme yoluna gidilemez. Çünkü dirinin böyle bir organından rızasıyla vazgeçmesi düşünülemez. Bu nakil ya sevgi veya acıma yüzünden, ya da yoksulluk nedeniyle yapılabilir. Organ nakledilecek kişinin de diriden yapılacak böyle bir nakle razı olmaması gerekir.