*AnGeL*
Kayıtlı Üye
Anlamak zihinsel bir süreç değildir. Kendiniz hakkınızda bilgi edinmek ve kendiniz hakkınızda bir şeyler öğrenmek farklı şeylerdir; çünkü hakkınızda topladığınız bilgi daima geçmişe aittir, geçmişin yükünü taşıyan bir zihin de hüzünlü bir zihindir. Bir şeyi anlamak için onunla yaşamanız, onu gözlemlemeniz, bütün içeriğini, doğasını, yapısını, hareketlerini bilmeniz şarttır. Hiç kendinizle yaşamayı denediniz mi? Denerseniz, ‘kendiniz’in durağan bir hal olmadığını, taze, canlı bir varlık olduğunu anlamaya başlarsınız. Canlı bir varlıkla birlikte yaşamak için zihninizin de canlı olması gerekir.
Kendimizi anlamak için ayrıca alçakgönüllülüğe ihtiyacımız var. İşe, “Kendimi tanıyorum,” diyerek başlarsanız kendiniz hakkında yeni şeyler öğrenmeyi zâten bırakmışsınızdır; veya, “Hakkımda öğrenilecek pek bir şey yok çünkü ben bir hatıralar, fikirler, deneyimler ve gelenekler toplamıyım,” derseniz, o zaman da kendinizle ilgili gerçekleri öğrenmeyi bırakmış olursunuz.
Şartlandırılmış olduğunuzun farkında mısınız? Kendinize ilk sormanız gereken soru, şartlandırmadan nasıl kurtulabilirim değil, budur. Şartlandırmadan hiç kurtulamayabilirsiniz ve “Bundan kurtulmalıyım,” derseniz, bir başka şartlandırma türünün tuzağına düşebilirsiniz.
Nasıl şartlanmış olduğunuzu, ancak zevkin devamlılığı ya da acıdan kaçınma konusunda bir sorun olduğunda görebilirsiniz.
Etrafınızdaki herkes kusursuz bir şekilde mutluysa, eşiniz sizi seviyorsa, siz de onu seviyorsanız, güzel bir eviniz, güzel çocuklarınız ve yeterince paranız varsa, şartlanmış olduğunuzun hiç de farkına varmazsınız. Ama rahatsız edici bir durum olunca-eşiniz başka birisine bakınca ya da siz para kaybedince ya da savaş veya başka bir acı veya endişe tehdidi altında kalınca-o zaman şartlandığınızı anlarsınız. Rahatsız edici bir durumla baş etmeye çalışırken ya da kendinizi herhangi bir iç veya dış tehdide karşı korumaya çalışırken şartlanmış olduğunuzun ayrımına varırsınız.
Peki ne yapacağız? Çoğumuzun yaptığı gibi, bu rahatsızlığı kabullenip onunla birlikte mi yaşayacağız? Sırt ağrısıyla yaşamaya alışır gibi, ona alışacak mıyız? Ona tahammül mü edeceğiz?
Hepimiz olaylara tahammül etmeye, alışmaya ve suçu içinde bulunduğumuz duruma atmaya meyilliyiz. “Ah, her şey olması gerektiği gibi olsaydı, farklı olurdum” ya da “Bana fırsat verin, yapmak istediklerimi gerçekleştireyim” ya da “Hayatın adaletsizliği altında eziliyorum” deriz, rahatsızlıklarımızdan dolayı başkalarını, çevremizi ya da ekonomik koşulları suçlarız.
İnsan rahatsızlığa alıştıysa zihni körelmiş demektir, tıpkı insanın etrafındaki güzelliğe artık onu fark etmeyecek kadar alışabilmesi gibi. İnsan kayıtsızlaşır, katılaşır, acımasızlaşır ve zihni gittikçe körelir. Buna alışmazsak bir uyuşturucu madde alarak, siyasî bir gruba katılarak, bağırarak, yazarak, futbol maçına veya bir tapınağa veya kiliseye giderek ya da başka bir eğlence yolu bularak bundan kaçmaya çalışırız.
Şartlanmanızdaki tehlikeyi sâdece zihinsel bir kavram olarak görürseniz, bu konuda hiçbir şey yapmazsınız. Bir tehlikeyi sâdece bir fikir olarak görmek, fikirle hareket arasında bir çatışma yaratır ve o çatışma da bütün enerjinizi alır. Ancak şartlanmayı ve getirdiği tehlikeyi o anda bir uçurumu görür gibi gördüğünüz zaman harekete geçersiniz. Öyleyse görmek harekete geçmektir.
Krishnamurti
Kendimizi anlamak için ayrıca alçakgönüllülüğe ihtiyacımız var. İşe, “Kendimi tanıyorum,” diyerek başlarsanız kendiniz hakkında yeni şeyler öğrenmeyi zâten bırakmışsınızdır; veya, “Hakkımda öğrenilecek pek bir şey yok çünkü ben bir hatıralar, fikirler, deneyimler ve gelenekler toplamıyım,” derseniz, o zaman da kendinizle ilgili gerçekleri öğrenmeyi bırakmış olursunuz.
Şartlandırılmış olduğunuzun farkında mısınız? Kendinize ilk sormanız gereken soru, şartlandırmadan nasıl kurtulabilirim değil, budur. Şartlandırmadan hiç kurtulamayabilirsiniz ve “Bundan kurtulmalıyım,” derseniz, bir başka şartlandırma türünün tuzağına düşebilirsiniz.
Nasıl şartlanmış olduğunuzu, ancak zevkin devamlılığı ya da acıdan kaçınma konusunda bir sorun olduğunda görebilirsiniz.
Etrafınızdaki herkes kusursuz bir şekilde mutluysa, eşiniz sizi seviyorsa, siz de onu seviyorsanız, güzel bir eviniz, güzel çocuklarınız ve yeterince paranız varsa, şartlanmış olduğunuzun hiç de farkına varmazsınız. Ama rahatsız edici bir durum olunca-eşiniz başka birisine bakınca ya da siz para kaybedince ya da savaş veya başka bir acı veya endişe tehdidi altında kalınca-o zaman şartlandığınızı anlarsınız. Rahatsız edici bir durumla baş etmeye çalışırken ya da kendinizi herhangi bir iç veya dış tehdide karşı korumaya çalışırken şartlanmış olduğunuzun ayrımına varırsınız.
Peki ne yapacağız? Çoğumuzun yaptığı gibi, bu rahatsızlığı kabullenip onunla birlikte mi yaşayacağız? Sırt ağrısıyla yaşamaya alışır gibi, ona alışacak mıyız? Ona tahammül mü edeceğiz?
Hepimiz olaylara tahammül etmeye, alışmaya ve suçu içinde bulunduğumuz duruma atmaya meyilliyiz. “Ah, her şey olması gerektiği gibi olsaydı, farklı olurdum” ya da “Bana fırsat verin, yapmak istediklerimi gerçekleştireyim” ya da “Hayatın adaletsizliği altında eziliyorum” deriz, rahatsızlıklarımızdan dolayı başkalarını, çevremizi ya da ekonomik koşulları suçlarız.
İnsan rahatsızlığa alıştıysa zihni körelmiş demektir, tıpkı insanın etrafındaki güzelliğe artık onu fark etmeyecek kadar alışabilmesi gibi. İnsan kayıtsızlaşır, katılaşır, acımasızlaşır ve zihni gittikçe körelir. Buna alışmazsak bir uyuşturucu madde alarak, siyasî bir gruba katılarak, bağırarak, yazarak, futbol maçına veya bir tapınağa veya kiliseye giderek ya da başka bir eğlence yolu bularak bundan kaçmaya çalışırız.
Şartlanmanızdaki tehlikeyi sâdece zihinsel bir kavram olarak görürseniz, bu konuda hiçbir şey yapmazsınız. Bir tehlikeyi sâdece bir fikir olarak görmek, fikirle hareket arasında bir çatışma yaratır ve o çatışma da bütün enerjinizi alır. Ancak şartlanmayı ve getirdiği tehlikeyi o anda bir uçurumu görür gibi gördüğünüz zaman harekete geçersiniz. Öyleyse görmek harekete geçmektir.
Krishnamurti