İnsan Hafızası

blcknghtmr

Kayıtlı Üye
İnsan hafızası gördüğü görüntülerin bir kısmını depolar. Depolardaki dosyalar daha sonra kullanılmak üzere sık sık açılır. Örneğin, bir çocuk ilk defa kalem gördüğünde hafızasında kaleme ait bir dosya açılır. Çocuk bir süre sonra tekrar kalem gördüğünde daha önce açılan kaleme ait dosyadan çıkarılan görüntü, otomatik olarak yeni görüntü ile kıyaslanır. Bu sayede çocuk gördüğü şeyin kalem olduğunu anlar.

Aslında bu sistem sadece bebekler ya da çocuklar için geçerli değildir. Bütün insanların beyinleri -buna sizin beyniniz de dahil- günlük hayatta bu işlemleri otomatik olarak yapar. Bir görüntü ile karşılaşıldığında, bu görüntü hemen hafızadaki arşiv görüntülerle karşılaştırılır. Arşivdeki bilgilerle yapılan kıyas sonucunda yeni görüntünün ne olduğuna karar verilir. Eğer çağrışım alanındaki bu işlemler yapılmasaydı kendi çocuğunuzu bile tanıyamazdınız.

Çağrışım alanı hareket kavramının algılanmasını da sağlar. Hareket halinde bir cisim gördüğümüzde, hafıza işlemi devreye girerek o hareketi alıkoyar ve bir sonraki hareketle karşılaştırır.(25) Tıpkı bir film şeridi gibi hareketler ardarda kaydedilir ve bir fotoğraf serisi oluşur. Nesnenin bulunduğu yer bir an önceki bulunduğu yere göre kıyaslanarak hareket olgusu zihinde oluşturulur.
B.jpg
(Şekil 2.6)​
Buraya kadar anlatılan bilgileri gözden geçirelim. Hafızaya birtakım görüntülerin kaydedildiği, daha sonra bunların tekrar kullanılmak üzere geri çağırıldığından bahsedildi. Peki bu görüntüler nereye ve nasıl kaydedilirler? Daha sonra bu görüntüler nereden, kimin kontrolünde, nasıl çıkarılırlar?

Bilgisayar, hafızasına kaydedilecek bilgiyi bir disk üzerinde saklar ki bu diskin kapasitesi ile sınırlıdır. Oysa beyin, böyle bir diske sahip olmadığı halde bir et parçasının içinde milyonlarca görüntüyü saklar. Daha da ilginci şu ana kadar beyinde bir hafıza merkezi de bulunamamıştır.

Bilgisayar diski, mühendisler tarafından tasarlanmış, fabrikalarda üretilmiş, her parçasında onu yapan insanların aklının görüldüğü bir parçadır. Biri ortaya çıkıp demirin, plastik ve camın kendi kendilerine birleşerek, tesadüfen son derece gelişmiş bir bilgisayar oluşturduklarını söylese, hatta bu bilgisayarın günümüz bilgisayarlarının atası olduğunu iddia etse ciddiye alınmaz bile. Oysa bilgisayardan çok daha üstün olan beynin ve kameralarla karşılaştırılamayacak kadar gelişmiş bir gözün varlığı, bazı insanlar tarafından tesadüfle izah edilmeye çalışılır. Ve gerçekte sadece bir aldatmacadan ibaret olan bu izahlar insanlara bilimsellik kılıfı altında sunulmaya çalışılır.

Bunun tek bir sebebi vardır. Bilgisayarı yapan bir aklın olduğunu kabul etmek, bunun tesadüfen değil de, bir fabrikada, insanlar tarafından üretildiğini söylemek insana hiçbir yükümlülük getirmez. Ama beyni ve gözü yaratan bir gücün varlığı kabul edilirse o zaman iş değişir. Yaratılış kabul edilirse, yaratan ve yaratanın emir ve yasakları, yani dini de kayıtsız şartsız kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Bu yüzden kurdukları din dışı sistemlerin devamını sağlamak isteyen kimseler, yaratılışa karşı her dönem evrim teorisi gibi saçma bir varsayımı desteklemişlerdir. Yaptıkları propagandalarla, konu ile ilgili yeterli bilgisi olmayan kimseler evrimi kabul edilmiş bir gerçek olarak görürler. Oysa evrim, doğruluğu hiçbir şekilde ispatlanamadığı gibi tam tersine, geçersizliği ve tutarsızlığı bilimsel bulgularla defalarca kanıtlanmış bir ideoloji ve inançtır.

GÖRSEL HAFIZA
Görme yani bakılan nesnenin algılanması sadece göz ve görme merkezi sayesinde gerçekleşen bir algı değildir. Beynin gördüğü nesneyi algılaması ve yorumunu yapabilmesi için hafızanın yardımına ihtiyacı vardır.(26) Beynin bunu başarabilmesi için "görme asosiyasyon alanları"nın birlikte çalışmaları gereklidir. Asosiyasyon alanının görevi, algıların daha üst düzeyde yorumunu hafıza yardımıyla sağlamaktır.

Geçen yarım yüzyılda nörofizyoloji alanındaki birçok ilerlemeye karşın beynin belki de en önemli fonksiyonu olan hafıza henüz açıklanamamıştır. Bu konuda bilinenler, bilinmeyenler dağının yanında bir hiç kalır.

Görmenin "asosiyasyon" bölgesi olan kısmının tahrip olması veya bu bölgede tümör bulunması körlüğe sebep olmaz. Birincil görme alanının impulslarıyla bu alan harekete geçer fakat kişinin gördüğünü yorumlama yeteneği önemli ölçüde azalır.

Böyle bir kişi genelde kelimelerin anlamlarını tanıma yeteneğini yitirir. Bu duruma kelime körlüğü (dislekzi) adı verilir. Hasta karşısındaki cismi görür ama anlam veremez. Örneğin şahıs yemek tabağını mükemmel şekilde görebilir, fakat bu görme bilgisini bir çatalı doğrudan yemeğe götürmede kullanamaz. Ancak tabağı eliyle yokladıktan sonra çatalı düzgün bir şekilde kullanabilir.(27)

Sağlıklı bir insanın böyle bir rahatsızlığı kafasında canlandırması bile oldukça zordur. Bir cismi gördüğü halde ne işe yaradığını bilememek, üstelik bu problemle cismi her gördüğünde tekrar karşılaşmak insanı son derece aciz bir konuma sokar. Beynin küçücük bir bölümünün tahrip olmasının böyle bir zorluğun başlamasına neden olacağı düşünülürse, beynin yaratılışındaki kusursuz incelik daha iyi anlaşılır.


İKİ GÖZ, TEK GÖRÜNTÜ (BİNOKÜLER GÖRME)
Her insan kendisini iki gözle doğmuş olarak bulur ama hiçbir zaman bunun nedenini merak etmez. Niçin herkes iki gözlüdür? İnsanlar tesadüfen mi iki göze sahip olmuşlardır? Yoksa bunun özel bir sebebi mi vardır?
28.jpg
(Şekil 2.7) Her gözün gördüğü görüntü retinada ortadan ikiye ayrılır. (yukarıdaki şekilde bu iki kısım siyah ve yeşil renklerle gösterilmiştir) Bu bölümlerden gelen sinyaller ayrı ayrı yollardan beyne ulaşır ve burada tekrar birleştirilir. Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi bu görüntülerin parçalanması ve tekrar birleştirilmesi için mükemmel bir geometrik uyumun yanısıra sonsuz işlem gerekmektedir. Daha da ilginci beynin parçalanan görüntüyü tekrar orjinaline uygun olarak birleştirmesi ve görüntüde bir kayma, karmaşa, kopukluk bulunmamasıdır. Bütün bu olup biten olaylar insanın iradesi dışında gerçekleşir. Böylesine özel ve planlı işlemler yapan kusursuz bir yapının kendi kendine, tesadüfen oluşması söz konusu bile olamaz. Çünkü sistem, ancak yapının eksiksiz ve kusursuz olarak bir defada var olması sonucunda çalışabilir. Görüldüğü gibi, evrimin temeli olan 'zaman içinde gelişme süreci' teorisinin hiçbir geçerliliği yoktur. Daha da önemlisi yukarda görülen sistemin anne karnında yoktan var olmasıdır.​

Aslında her göz tek başına görebilir ve her birinde ayrı ayrı görüntü oluşur (şekil 2.7). Gözler arasındaki aralık 5 cm.'den biraz daha fazla olduğu için iki retinada oluşan görüntüler birbirlerinden farklıdır. Her gözden gelen görüntü iki boyutludur. İki gözden gelen bilgiler beyinde üç boyutlu tek bir görüntü haline getirilir. Bu sayede derinlik ve cisimler arasındaki mesafe algılanır.

İki gözün gördüğü görüntüler birbirinden farklıdır, ancak birbirlerini tamamlarlar. Bu iki görüntü arasındaki küçük farklılıkları algılayıp yorumlamamız görüntünün üç boyutlu olmasını sağlar. Eğer iki gözde ayrı ayrı oluşan görüntüler beyinde tam olarak birleştirilmeseydi dünyayı çift ve iki boyutlu görecektik.

Görüntüler arasındaki fark çok basit bir deneyle ispatlanabilir. Bir ağacın dallarına önce iki gözünüzle sonra tek gözünüzle bir süre bakın. Daha sonra iki gözünüzü tekrar açın, dallar daha derin gözükecektir.

Bir başka deney daha yapabiliriz. Tek gözünüzü kapadıktan sonra bir dikiş iğnesine iplik geçirmeye çalışın. Göreceksiniz ki bunu başaramayacaksınız. Çünkü tek gözle derinlik algısı olmayacağından, iğne ile iplik arasındaki küçük mesafe farkını algılayamayacak ve ipliği deliğe geçiremeyeceksiniz.


27c.jpg

(Şekil 2.8) Yandaki şekillerde a) Gözler P noktasına odaklandığında P noktası tek görüntü olarak oluşur. Po noktası odaklama doğrultusunun dışında kaldığından görüntüsü de çift oluşur. b) Gözler F noktasına odaklandığında, bakılan cisim ile göz arasındaki P noktasının görüntüsü çift oluşur. c) Odaklanan F noktasından daha uzaktaki P noktasının görüntüsü çift olur. Görüldüğü gibi iki gözün arasında geometrik açıdan kusursuz bir uyum vardır. İki gözün her birinin yapısı tesadüflerle oluşamayacak kadar karmaşıkken, birbirinden bağımsız iki organın aralarında nasıl olup da bu kadar hassas matematiksel bir ayar olduğu evrim tarafından açıklanamaz.



Cisimlerin gözümüze zaman zaman çift göründüğü de olur. Eğer insanlar çift görmenin farkına varamıyorlarsa, bunun nedeni dikkatin, bakılan cismin dışına yönelmemesidir. Örneğin, iki kalemi arka arkaya tutup, gözümüzü uzaktakine odaklarsak, yakındakini çift; yakındakine odaklarsak uzaktakini çift görürüz. Eğer gözün odaklama yeteneği olmasa, görüntü sürekli çift olacak ve sağlıklı görüntü oluşamayacaktı.
Birbirlerinden bağımsız olarak gören gözlerin görüntülerinin tek bir görüntü haline getirilmesi, bunu yaparken iki boyutlu görüntülere üçüncü bir boyut katılması son derece ince hesaplar gerektiren bir işlemdir. Eğer gözler tesadüfen oluşmuş organlar olsalardı, bu derece büyük bir uyum nasıl gerçekleşirdi? Hangi tesadüf saniyede milyonlarca farklı şifreyi değerlendiren hatta bu şifreleri birbirleriyle birleştiren kusursuz bir mekanizma yaratabilir? Eğer gözler arasında bir uyumsuzluk olsaydı, gönderdikleri sinyaller birbirlerine karışacak ve karmakarışık bir görüntü ortaya çıkacaktı. Ama böyle bir karmaşa söz konusu değildir. Birbirleriyle uyum içinde yaratılan iki gözün gönderdikleri sinyallerin, yine büyük bir uyum ile yaratılan beyin tarafından değerlendirilmesi sonucunda ortaya kusursuz bir görüntü çıkar. Böyle bir sistemin varlığını tesadüflerle açıklamaya imkan yoktur. Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk bir ayette şöyle ifade edilir:
O, biri diğeriyle "tam bir uyum" (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir "çelişki ve uygunsuzluk" göremezsin. İşte gözü çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)

UZAKLIĞIN BELİRLENMESİ
Uzaklığın belirlenmesinde beyin özel bir yöntem kullanır. Boyutları daha önceden bilinen bir cismin uzaklığı, retina üzerine düşen görüntünün büyüklüğünden tespit edilir. Örneğin bir insanın retinadaki görüntüsünün büyüklüğünden ne kadar uzakta olduğu aşağı yukarı hesaplanır.

İnsan hiçbir zaman böyle hesapların kendi beyninde otomatik olarak yapıldığını fark etmez. O sadece baktığı cismin uzak ya da yakın olduğunu fark eder.(28) Eğer böyle hızlı çalışan bir hesap sistemi olmasaydı, uzaklık yakınlık kavramları devamlı karışacağından hayat son derece güçleşirdi. Hiçbir aracı kullanamaz, yolda bile yürüyemezdik. Dış dünya perspektifi olmayan karmaşık şekiller yığını haline gelirdi. Buraya kadar verilen örneklerde de görüldüğü gibi Allah insana bildiği ve bilmediği pek çok nimet vermiştir. Allah kullarına karşı sonsuz şefkat sahibi ve merhametli olandır. Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hac Suresi, 65)

25 Lennart Nilsson, Jan Lindberg Little, Behold Man, Boston: Brown and Company, s. 190.
26 Bilim ve Teknik, Sayı 203, s. 25.
27 New Science, 20 Ocak 1983, s.155.
28 Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 16

Kaynak: İnternet
 
Hafızanız hakkında ne kadar çok şey bilirseniz onu nasıl geliştirmeniz gerektiğini de o kadar iyi bilirsiniz. Bu yüzden de hafızanızın nasıl işlediğini anlatan bu yazıda kendiniz için yeterli bilgi bulabileceğinizi düşünüyoruz. Bebeğinizin ilk ağlayışı… Büyükannenizin yaptığı kurabiyelerin tadı… Okyanus esintisinin kokusu. Bunlar hayatınızın devam eden tecrübelerini oluşturan hatıralardır. Size kendinizi anlatırlar. Tanıdığınız insanlarlayken ve yerlerdeyken bu anılar geçmişinizle şimdiniz birbirine bağlar, geleceğinizin iskeletini oluşturur. Yani bizi biz yapan şey hatıralarımızdır.

Çoğu insan hatırlar sahip oldukları bir şeymiş gibi konuşur. İyi görmeyen gözleri ya da güzel saçları gibi. Fakat hafıza vücudunuzun bir parçası gibi varlığını sürdürmez. Dokunabileceğiniz bir şey değildir. Hafıza, hatırlama sürecine işaret eden bir kavramdır.
Geçmişte çoğu uzman hafızayı, içinde bilgilerin saklandığı ayrı hafıza dosyaları gibi anlatmayı severdi. Diğerleriyse hafızayı, insan kafasının altında bulunan nöral süperbilgisayarlara benzetiyordu. Fakat bugün uzmanlar, hafızanın bundan çok daha karmaşık ve anlaşılmaz olduğuna, beynin tek bir noktasında bulunmadığına ve beynin genelinde gerçekleşen bir süreç olduğuna inanıyor.

Bu sabah kahvaltıda ne yediğinizi hatırlıyor musunuz? Aklınıza yalnızca bir tabak içinde peynir zeytin geliyorsa bunu sıra dışı bir nöral yoldan çekip almamışsınız demektir. Bu anı, son derece karmaşık bir yapıcı gücün, her birimizde varolan ve beyne yayılmış ağ biçimli hücrelerden gelen bambaşka izlenimleri bir araya getiren bir gücün sonucudur. ‘Hafızanız’ her biri anıların yaratılması, depolanması ve yeniden hatırlanması konusunda farklı roller oynayan bir sistemler grubundan oluşur. Beyin bilgiyi normal olarak işledikten sonra tüm bu farklı sistemler mükemmel bir biçimde birlikte çalışarak bağlı düşünceleri oluşturur.

Tek bir anı gibi görünen şey, aslında karmaşık bir yapıdır. Eğer bir nesneyi düşünürseniz (örneğin kalem diyelim) beyniniz bu nesnenin adını, biçimini, fonksiyonunu ve sayfaya değdiğinde çıkardığı sesi hatırlayacaktır. Bir kalemin nasıl olduğuna dair anıların her bir parçası, beynin farklı bölgelerinden gelir. Kalemin bütüncül olarak imgesi, beyin tarafından farklı bölgelerden aktif olarak yeniden yapılandırılır. Nörologlar, bu bölümlerin tutarlı bir bütün oluşturmak üzere nasıl bir araya geldiklerini henüz anlamaktadır.

Bisiklete biniyorsanız bisikleti nasıl kullandığınızın hatırası, bir dizi beyin hücresinden gelir. Buradan başka bir adrese nasıl gittiğinizin hafızası başka bir hücreden gelir. Bir araba tehlikeli biçimde size yaklaştığında hissettiğiniz korku hafızası da başka bir hücreden gelir. Fakat farklı farklı gerçekleşen bu zihinsel tecrübeleri siz hiç fark etmezsiniz. Zaten bu anıların beynin başka bölgelerinden geldiğini de bilmezsiniz. Çünkü bir arada çok güzel bir uyum içinde çalışırlar. Aslına bakılırsa uzmanlar nasıl hatırladığınız ve nasıl düşündüğünüz arasında kesin bir farklılık olmadığını bile söylüyor.

Elbette bu bilim adamlarının sistemin nasıl işlediğini tam olarak buldukları anlamına gelmez. Hâlâ hatırlama işini tam olarak nasıl gerçekleştirdiklerini ya da hatırayı çağırma sürecinde neler olduğunu anlayabilmiş değiller. Beynin hatıraları nasıl düzenlediği ve bu hatırların nereden alınıp nerede depolandığına dair araştırmalar, onlarca yıldır beyin araştırmacıları için bitmek bilmeyen bir konu olmuştur. Fakat bilinçli tahminler yürütebilecek kadar bilgi vardır. Hafıza süreçleri kodlamayla başlar, depolamayla sürer ve sonunda da geri getirme gerçekleşir.

Hafıza Kodlama
Hafızanın oluşturulmasında ilk adım kodlamadır. Bu, kökenini duyulardan alan ve algıyla başlayan biyolojik bir fenomendir. Örneğin âşık olduğunuz ilk kişinin hatırasını düşünün. O kişiyle karşılaştığınızda görsel sisteminiz büyük olasılıkla göz ve saç rengi gibi fiziksel özellikleri kaydetmiştir. İşitsel sisteminiz de gülüşlerinin tınısını almış olabilir. Büyük olasılıkla kokuları da aklınızda yer edindi. Dokunuşlarını hissetmiş bile olabilirsiniz. Bu ayrı duyguların her biri beynin bu algıları tek bir tecrübe altında, o kişiye ait tecrübeniz altında toplamasını sağlayan beyin çıkıntısı isimli kısmına gider.

Uzmanlar, frontal korteks adı verilen beynin bir başka kısmıyla beraber beyin çıkıntısının bu çeşitli sensör girdileri analiz etmekle ve hatırlanmaya değer olup olmadığına karar vermekle yükümlü olduğuna inanıyor. Eğer öylelerse uzun dönemli hafızanızın bir parçası olabiliyorlar. Daha önce de belirtildiği üzere bu farklı bilgi parçaları, beynin farklı bölgelerinde depolanıyor. Bu parçaların daha sonra nasıl tanımlanıp geri getirildiği ve tutarlı bir hafıza oluşturduğuysa henüz bilinmiyor.

Hafıza algıyla başlasa da elektrik ve kimya dili kullanılarak kodlanır ve depolanır. Çalışma biçimi de şudur: Sinir hücreleri, sinir kavşağı adı verilen bir noktada diğer hücrelerle bağlanır. Beyindeki tüm faaliyetler, mesajlar taşıyan elektrikli dürtülerin hücreler arasındaki boşluklardan atladığı bu sinir kavşaklarında olur.

Bir nabzın bu boşluktan elektrikle atımı, sinir taşıyıcısı (nörotransmitter) adı verilen kimyasal ileticilerin salınımını tetikler. Bu sinir taşıyıcıları hücreler arasındaki boşluklarda dağılarak kendilerini yakınlardaki hücrelere bağlarlar. Her bir beyin hücresi, buna benzer binlerce bağlantı kurarak tipik bir beyne yaklaşık 100 trilyonluk sinir kavşağı verebilir. Bu elektrikli dürtüleri algılayan beyin hücresi kısımlarına dendrit adı verilir. Dendritler, yakınlardaki beyin hücrelerine ulaşabilen beyin hücresi tüyleridir.

Beyin hücreleri arasındaki bağlantı kesin değildir. Sürekli değişir. Beyin hücreleri, farklı bilgi işleme türlerinde uzmanlaşan gruplar hâlini alarak bir ağ içinde çalışır. Bir beyin hücresi bir diğerine sinyal gönderirken ikisi arasındaki sinir kavşağı kuvvetlenir. Aralarındaki sinyal gönderisi ne kadar artarsa bağ da o kadar artar. Böylece her yeni tecrübeyle beyniniz fiziksel yapısını yavaşça değiştirir. Aslında beyninizi nasıl kullandığınız, beyninizin nasıl organize olacağına karar vermesinde yardımcı olur. Bilim adamlarının yoğrukluk adını verdiği bu esneklik sayesinde beyniniz hiç hasar almamış gibi kendini yeniden programlayabilir.


Dünyayı öğrenip deneyimledikçe ve sinir kavşaklarıyla dendritlerde değişimler yaşandıkça beyninizde daha fazla bağ yaratılır. Beyin tecrübelerinize bir cevap olarak kendini tekrar tekrar düzenler; tecrübe, eğitim ya da çalışmayla ortaya çıkan dış girdilerin etkileriyle tetiklenerek hatırları oluşturur.

Bu değişimler kullanımla güçlenir ve siz yeni bilgiyi öğrenip tekrar ettikçe beyinde karmaşık bilgi ve hafıza devreleri yapılanır. Örneğin bir şarkıyı arka arkaya çalarsanız belli hücrelerin belli bir sırayla canlandırılması, bu canlandırmanın daha sonraları kolayca yapılmasını sağlar. Sonuç: O şarkıyı çalmada daha başarılı olursunuz. Daha hızlı ve daha az hatayla çalarsınız. Yeterince pratik yaparsanız mükemmel denilecek seviyeye ulaşırsınız. Fakat birkaç hafta çalışmaya ara verir, sonra da şarkıyı çalmaya kalkarsanız artık mükemmel olmadığınızı fark edebilirsiniz. Beyniniz, kısa bir süre önce çok iyi bildiğiniz bir şeyi unutmaya başlamıştır bile.

Bir hafızayı hiç silinmeyecek biçimde kodlamak için öncelikle dikkat vermelisiniz. Her zaman her şeye dikkat edemeyeceğinizden günlük karşılaştığınız şeylerin çoğu bir filtreden geçer ve yalnızca birkaç uyarıcı bilincinize geçer. Farkına vardığınız her şeyi hatırlıyor olsaydınız hafızanız daha sabah evden çıkmadan ağzına kadar dolardı. Bilim adamlarının emin olmadığı şey, uyarıcının sensör girdi evresinde mi yoksa beyin onun önemini algıladıktan sonra mı denetlendiği. Bilinen şeyse bilgiye verilen dikkatin hatırlama konusunda en önemli faktörü oluşturuyor olabileceği.

Kısa ve Uzun Süreli Hafıza
Bir hatıra oluşturulduğunda depolanması gerekir (ne kadar kısa olsa da). Çoğu uzman, hatırları üç biçimde sakladığımızı söyler: Önce sensör evrede, sonra kısa süreli hafızada, nihayetinde de (bazı hatıralar için geçerlidir) uzun süreli hafızada. Her şeyi beynimizde depolama ihtiyacı duymadığımızdan insan hafızasının farklı evreleri, bizi günlük olarak karşılaştığımız bilgi selinden koruyacak bir filtre görevi görür.

Hatıraların yaratılışı algıyla başlar. Algı sırasında bilginin işlenmesi, genelde saniyenin çok küçük bir parçası kadar süren kıs asensör evrede gerçekleşir. Görsel biçimler, ses ya da dokunma gibi bir algının uyarıcı geldikten bir süre sonra daha devam etmesine izin veren şey sensör hafızanızdır.

Bu ilk parıltıdan sonra algılanan his kısa süreli hafızada depolanır. Kısa süreli hafızanın oldukça sınırlı bir kapasitesi vardır. Aynı anda yirmi ya da otuz saniyeliğine yediden fazla bilgiyi tutamaz. Çeşitli hafıza stratejileri kullanarak bu kapasiteyi artırabilirsiniz. Örneğin 8005840392 gibi on haneli bir sayı kısa süreli hafızanız için çok uzun olabilir. Fakat telefon numarasıymış gibi bölümlere ayrıldığında 800-584-0392 siz telefon açana kadar kısa süreli hafızanızda kalabilir. Aynı şekilde bu numarayı kendinize tekrar ederek de kısa süreli hafıza saatini yeniden başlatma işlemini durdurabilirsiniz.

Önemli bilgiler yavaş yavaş kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya aktarılır. Bilgi ne kadar sık tekrarlanır ya da kullanılırsa uzun süreli hafızaya geçmesi ya da ‘kalması’ ihtimali o kadar fazla olur (Bu yüzden ders çalışmak insanların sınavlarda daha iyi sonuçlar almasını sağlar). Sınırlı olan, hızla kaybolan sensör ve kısa süreli hafızaların aksine uzun süreli hafıza, sınırsız ölçüde bilgiyi sonsuz bir zaman diliminde saklayabilir.
İnsanlar, önceden bildikleri bir şeylerle ilgili bilgileri daha kolay saklama eğilimindedirler, çünkü bu bilgi onlara daha çok şey ifade eder ve zaten uzun süreli hafızalarında bulunan bir bilgiyle zihinsel bağlantısını kurabilirler. Bu sebeple de ortalama bir hafızası olan biri belli bir konu hakkında daha derin bilgiler anımsayabilir.
Çoğu insan uzun süreli hafızayı genel olarak ‘hafıza’yı düşünürken kullanır. Ancak çoğu uzman, bilginin önce sensör ve kısa süreli hafızalardan geçmesi gerektiğini, sonra uzun süreli hafıza olarak saklanabileceğini söyler.


Kaynak: İnternet
 
Geri
Üst