Hür İrade Bir İllüzyon mu?

Elnora_alila

Elit Üye
Alman filozof Arthur Schopenhauer, 1839 yılında Norveç Kraliyet Bilimler Akademisi’ne sunduğu “Hür İrade Üzerine” başlıklı makalesinde genel olarak insanların “hür irade” diye bir şeye sahip olmadıklarını ileri sürdü. Ona göre insan sadece bir takım öncül sebeplere ve muharriklere tepki veren bir varlıktı.

İnsan istediğini yapmakta hürdür fakat ne isteyeceğini öngörmek insanın elinde değildir.

Schopenhauer’dan yaklaşık bir asır sonra, 1983 yılında Benjamin Libet isimli Amerikalı bilim adamı dünyayı şoka sokan bir keşif gerçekleştirdi. Libet, biyoelektromanyetizmanın insan bilinciyle ilintili olarak nasıl çalıştığını inceliyordu. Gelişen elektronik hassas ölçüm cihazlarıyla yaptığı deneylerle, bir şeyi yapmaya karar vermemizle onu yapmamız arasında yaklaşık 350 milisaniyelik bir gecikme olduğunu ortaya koydu. Biz daha bir fiili gerçekleştirmeyi istediğimizin farkına varmadan önce beynimiz o fiilin emrini veriyordu. Yani gerçekte bir karar, biz daha onu almadan yürürlüğe girmiş oluyordu.

Libet’e göre ne isteyeceğimizi kontrol edemiyorduk ama o isteği hür irademizle reddetmek ya da kabul etmek için saniyenin üçte biri kadar zamanımız vardı.

Kuantum fiziğinde ortaya çıkartılan o meşhur “gözlemci gözleneni değiştirir” ilkesi burada da iş başı yapıyor.

Deneyler gösteriyor ki özgür iradeye sahip olduğuna inanmayan insanlar suç işlemeye, bencilliğe ve depresyona daha eğilimli oluyorlar. Kendi iradesi ile kararlar alıp uyguladığına inanan insanlar ise kurallara uyma, işte başarılı olma, yardımsever ve cömert olma konularında diğerlerinden daha önde oluyorlar. Özgür iradenin olmadığını savunan bazı bilim adamları buradan hareketle şunu söylüyorlar: “Hür irade diye bir şey yok ama insanların bunu bilmesi dünyayı yaşanacak bir yer olmaktan çıkartır. Bencillik, acımasızlık, kötülük ve her türden suç artar. O yüzden bu gerçeğin kitlelerce bilinmemesinde fayda vardır.”

İlk İslâm filozofu sayılan Kindî, insanın kalbine doğan düşüncelerin tesiriyle harekete geçen iradesine bağlı olarak fiillerini meydana getirdiği görüşündeydi.

Fârâbî ve İbn Sînâ’ya göre insanın iradî fiilleri onun niyet ve kastına bağlıydı, niyet fiilden önce mevcut olduğu halde kasıt fiil anında vuku buluyordu. İnsan fiillerinde hür olmakla birlikte bu hürriyet kâinatta hâkim olan küllî nizam ve kanunlarla sınırlıydı.

İbn Rüşd’e göre ise Allah insana fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti vermiş olduğu halde bu insanın bütünüyle hür olduğunu göstermezdi. Zira insan, tamamen ilâhî tasarrufa bağlı bulunan hâricî ve dâhilî sebeplere boyun eğmek mecburiyetindeydi.

O, içinizden, istikamet üzere olmak isteyen kimse içindir. Ve âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir, 28-29)

Cisimlerin yüksekliğinin olmadığı iki boyutlu bir dünyaya ait bir şeklin -mesela üçgenin- üç boyutlu dünyaya ait bir şekli -mesela küreyi- hiçbir zaman tam olarak kavrayamayacak olması gibi biz de sınırlı algımız ve kavrayışımızla kapasitemizi aşan bir işe soyunuyoruz. Kuvvetli bir irade ile açıklamak makul görünmüyor. İnsanın iradesinin üzerinde bir irade olduğunu görmek gerekiyor. Bu o kadar böyle ki hayatımızda ortaya koyduğumuz hiçbir iradenin garantisi yok..

Alıntı_
 
Alman filozof Arthur Schopenhauer, 1839 yılında Norveç Kraliyet Bilimler Akademisi’ne sunduğu “Hür İrade Üzerine” başlıklı makalesinde genel olarak insanların “hür irade” diye bir şeye sahip olmadıklarını ileri sürdü. Ona göre insan sadece bir takım öncül sebeplere ve muharriklere tepki veren bir varlıktı.

İnsan istediğini yapmakta hürdür fakat ne isteyeceğini öngörmek insanın elinde değildir.

Schopenhauer’dan yaklaşık bir asır sonra, 1983 yılında Benjamin Libet isimli Amerikalı bilim adamı dünyayı şoka sokan bir keşif gerçekleştirdi. Libet, biyoelektromanyetizmanın insan bilinciyle ilintili olarak nasıl çalıştığını inceliyordu. Gelişen elektronik hassas ölçüm cihazlarıyla yaptığı deneylerle, bir şeyi yapmaya karar vermemizle onu yapmamız arasında yaklaşık 350 milisaniyelik bir gecikme olduğunu ortaya koydu. Biz daha bir fiili gerçekleştirmeyi istediğimizin farkına varmadan önce beynimiz o fiilin emrini veriyordu. Yani gerçekte bir karar, biz daha onu almadan yürürlüğe girmiş oluyordu.

Libet’e göre ne isteyeceğimizi kontrol edemiyorduk ama o isteği hür irademizle reddetmek ya da kabul etmek için saniyenin üçte biri kadar zamanımız vardı.

Kuantum fiziğinde ortaya çıkartılan o meşhur “gözlemci gözleneni değiştirir” ilkesi burada da iş başı yapıyor.

Deneyler gösteriyor ki özgür iradeye sahip olduğuna inanmayan insanlar suç işlemeye, bencilliğe ve depresyona daha eğilimli oluyorlar. Kendi iradesi ile kararlar alıp uyguladığına inanan insanlar ise kurallara uyma, işte başarılı olma, yardımsever ve cömert olma konularında diğerlerinden daha önde oluyorlar. Özgür iradenin olmadığını savunan bazı bilim adamları buradan hareketle şunu söylüyorlar: “Hür irade diye bir şey yok ama insanların bunu bilmesi dünyayı yaşanacak bir yer olmaktan çıkartır. Bencillik, acımasızlık, kötülük ve her türden suç artar. O yüzden bu gerçeğin kitlelerce bilinmemesinde fayda vardır.”

İlk İslâm filozofu sayılan Kindî, insanın kalbine doğan düşüncelerin tesiriyle harekete geçen iradesine bağlı olarak fiillerini meydana getirdiği görüşündeydi.

Fârâbî ve İbn Sînâ’ya göre insanın iradî fiilleri onun niyet ve kastına bağlıydı, niyet fiilden önce mevcut olduğu halde kasıt fiil anında vuku buluyordu. İnsan fiillerinde hür olmakla birlikte bu hürriyet kâinatta hâkim olan küllî nizam ve kanunlarla sınırlıydı.

İbn Rüşd’e göre ise Allah insana fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti vermiş olduğu halde bu insanın bütünüyle hür olduğunu göstermezdi. Zira insan, tamamen ilâhî tasarrufa bağlı bulunan hâricî ve dâhilî sebeplere boyun eğmek mecburiyetindeydi.

O, içinizden, istikamet üzere olmak isteyen kimse içindir. Ve âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir, 28-29)

Cisimlerin yüksekliğinin olmadığı iki boyutlu bir dünyaya ait bir şeklin -mesela üçgenin- üç boyutlu dünyaya ait bir şekli -mesela küreyi- hiçbir zaman tam olarak kavrayamayacak olması gibi biz de sınırlı algımız ve kavrayışımızla kapasitemizi aşan bir işe soyunuyoruz. Kuvvetli bir irade ile açıklamak makul görünmüyor. İnsanın iradesinin üzerinde bir irade olduğunu görmek gerekiyor. Bu o kadar böyle ki hayatımızda ortaya koyduğumuz hiçbir iradenin garantisi yok..

Alıntı_
HBG hermesci bilimlere Giriş , Franz Bardon sanırım, tavsiye ederim ve jung, gölge...eh, biraz edindiğiniz tecrübeniz varsa muazzam kitaplar...
 
Seçimler küçüldükçe ve sonuçları itibari ile önemsizleştikçe, özgür iradenin hissedilirliği de artar. Seçimler büyüdükçe ve sonuçlarının sorumluluk bilinci de arttıkça özgür irade azalır. En zor seçimlerde ise aslında özgür irade bir noktada orrtadan kalkar.

Konfor alanı içinde yaptığımız tüm mikro seçimler, konfor alanı dışında yapacağımız tek seferlik seçimlerin gizli ilhamlarını oluşturmaya devam ederler.

Yani özgür irade vardır, en saf haliyle de konfor alanımız içindeyken vardır, inkar edilemez. Ama hayatta önemli rol oynayacak seçimlerimizi yaparkenki tüm idrak ve mercimizi oluşturan irademiz, rutinimizdeki bakiyemizden doğar. İşte o büyük seçimlerimizi yaparken aslında kararı çoktan verdiğimizi bilemeyiz. O an o kararı veriyoruz sanıyoruzdur. İşin aslı ise büyük kararların özgür iradesi olmaz. Küçük kararların özgür iradesi olur.


Asıl adaletli olan sistem de zaten işte buradan hakkaniyet bulur. Yani içi içe geçmiş yarı otomatik bir irade sistemine tabiyiz aslında ve tüm başımıza gelenleri zaten en baştan vadeli olarak hakediyoruz.
 
Seçimler küçüldükçe ve sonuçları itibari ile önemsizleştikçe, özgür iradenin hissedilirliği de artar. Seçimler büyüdükçe ve sonuçlarının sorumluluk bilinci de arttıkça özgür irade azalır. En zor seçimlerde ise aslında özgür irade bir noktada orrtadan kalkar.

Konfor alanı içinde yaptığımız tüm mikro seçimler, konfor alanı dışında yapacağımız tek seferlik seçimlerin gizli ilhamlarını oluşturmaya devam ederler.

Yani özgür irade vardır, en saf haliyle de konfor alanımız içindeyken vardır, inkar edilemez. Ama hayatta önemli rol oynayacak seçimlerimizi yaparkenki tüm idrak ve mercimizi oluşturan irademiz, rutinimizdeki bakiyemizden doğar. İşte o büyük seçimlerimizi yaparken aslında kararı çoktan verdiğimizi bilemeyiz. O an o kararı veriyoruz sanıyoruzdur. İşin aslı ise büyük kararların özgür iradesi olmaz. Küçük kararların özgür iradesi olur.


Asıl adaletli olan sistem de zaten işte buradan hakkaniyet bulur. Yani içi içe geçmiş yarı otomatik bir irade sistemine tabiyiz aslında ve tüm başımıza gelenleri zaten en baştan vadeli olarak hakediyoruz.
Alışkanlık üzerinden değerlendirme yapıyorsun, makul. Fakat özgür irade dediğimizde alışkanlık ile sınırlandırma yapamayız. Kısıtlı bir bireyin seçimlerini onun yerine yapan ailesini örnek aldığımızda, kısıtlı bireyin özgür iradesinden bahsedebilir miyiz ?

İnsan genelinde baktığımızda tek tip akıl, tek tip zeka ile araştırma yapacaksak sonuç her zaman '' var '' çıkar. Çeşitliliği ele aldığımızda, doğduğu andan itibaren yatağından kalkamamış bir birey ile sağlıklı bir bireyin aritmetik ortalamasını hesaplasak varacağımız sonuç irrasyonel olur.
 
Alışkanlık üzerinden değerlendirme yapıyorsun, makul.

Evet 3B'den başladım yorumlamaya. "Alışkanlık" 3B bir tabir bana göre. Otomasyon olarak devam edegelen herşey, Matrix'in içinin tamamı da buna dahil, alışkanlık ile alakalı. Yani otonom akan sistem. İnsana bunu uyarlayınca alışkanlık oluyor sadece.

Alışkanlıklarımız; onları oluşturana kadar belki bize heyecan veren, ruh katan ama bir süre sonra kendi kendilerini bizden onay almadan devam ettiren 3B mekanizmalarımızdır. Bu iyi ya da kötü bir şey değil.

Bu arada 3B'yi küçümsemiyorum. 3B'nin tüm inputlarının 5B'de kendi açılımları var. Yani 3B'de geliştirdiğimiz alışkanlıklar aslında 5B'de kendilerine en uygun enerjilerle mutlaka eşleşirler. Ama kişi 5B' de de devam eden akış algısına uyanabilir mi uyanamaz mı orası muamma kalacaktır.

Fakat özgür irade dediğimizde alışkanlık ile sınırlandırma yapamayız. Kısıtlı bir bireyin seçimlerini onun yerine yapan ailesini örnek aldığımızda, kısıtlı bireyin özgür iradesinden bahsedebilir miyiz ?

Matrixte çok güzel bir sahne var Neo ile Kahinin bankta otururkenki sahnelerinde.

Kahin Neo'ya şeker uzatıyor, Neo şekeri almadan önce kahini kendince test ederek biraz duraksıyor.
Şekeri alacağımı zaten biliyorsun değil mi diye soruyor Kahine.
Bilmeseydim zaten Kahin olmazdım diyor Kahin.
O zaman seçimlerimi nasıl yapabilirim diyor Neo. Eee ? Özgür irade nerde kaldı demeye getiriyor.

Seçimini zaten çoktan yaptın (doğmadan önce) diyor Kahin. Buraya (matrixe) o seçimi neden yaptığını anlamak (özüne biraz daha yaklaşmak) için geldin diyor.
Neo bunu anlamak için mecburen şekeri yiyor. Ve Yani yeni yazılımlar yüklüyor kendine, dolayısıyla da daha yüksek beyin fonksiyonları ile artık daha ileri bir Matrixin dışı perspektif elde ediyor.

Yani sınırlı algı ile kaderi anlamak zaten zor iş. MAntıklı bir tarafı yok çünkü "mantık" kesin olarak 3B bir tabir. 5B'yi anlamak için önce 5B tabirlerimiz olmalı. Ama oralara giden oraları buraya getiremiyor lügat olarak. Sorun burda.
 
Yaratıcıdan başka bir şeyin olmadığı bir kâinata yaşıyoruz.Tamamen ruhun ve zihinin ve bilinç seviyesinin birbiri ile entegre olarak hisssedisinden ibaretiz.
Kelime tehvid sırrına ve bilincine geçiş olduğunda.Bu dünyanin sanal bir hologram gibi olduğunu fark edebilirsiniz.
 
Seçimini zaten çoktan yaptın (doğmadan önce) diyor Kahin. Buraya (matrixe) o seçimi neden yaptığını anlamak (özüne biraz daha yaklaşmak) için geldin diyor.
Bu özgür irade değil.

Bedenlenmeden verilmiş akit, kaderi kabulündür ki zaten her şeyi bilen Allah inancın gereği ; sunulan kadere, ruhsal planda isyan etme gibi bir lüksün olmadığını öyle ya da böyle o kaderi zaten kabul edecek secde ile yaratıldığını hatta planı beğenmedim nazı çeksen dahi ; bu durumun bile kendi içinde bir rol dağılımı olduğunu bilmen gerekir. ( bknz şeytanın isyanı )

Özgür iradeyi ruha bağlayamazsın. Ahzab suresi konuyla alakalı on ikiden vuruş yapıyor ve özellikle belirtiyor : '' Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi. '' Açıkça, kolektif kaderin getirdiği türlü olasılıkları kabul etme bilincinden bahsediyor ayet.

Dışarıdan bakıldığında özgür irade gibi görünse de üzerine düşündüğünde bir görev kabulü olduğunu fark ediyorsun. Demek ki beden örtüsünün altındaki ruh, ruh varlığı olarak görevini devam ettirmek isteyen yanımız. Dürtümüz, sezgimiz, duygumuz.. kısıtlı zaman aralığında itici gücümüz.

Tekrar başa dönersem.. Kaderi kabul eden bir birey özgür iradeden bahsedebilir mi ?
 
Tekrar başa dönersem.. Kaderi kabul eden bir birey özgür iradeden bahsedebilir mi ?

Bahsedebilir bir noktaya kadar.
Şirketiyle iş anlaşması imzalayan biri başka bir şirkette, hatta rakip şirkette çalışamaz gibi birsey bu.

Ama kendi işini de kendi ekolü üzerinden, yani yöntemlerini sorgulatmadan yapacak seçimler önceliklerine de sahiptir.

Kader bana göre akış yönü demektir.
Aynı istikamete giden farklı yollar, farkı güzergahlardan geçebilir. Hatta aynı istikamete giden x yol, bir noktaya kadar zıt istikamete de götürüyor olabilir. Kaderden kaçamamayı ama yırtamamayı Hz Yunus bize zaten öğretiyor.

Kaçmayı seçebilirsin. O seçimi demek ki yapma özgürlüğü var dünyamızda. Ama yollar seni öyle karmaşık örgülerle aynı yere getirir ki zaten biraz insan manzaralarını izlesek sayısız örneği görülüyor.

Mabette bile sayısız konu açılıyor başladığım yere dönüyorum, hep yerimde sayıyorum ilerleyemiyorum diye.
 
Şirketiyle iş anlaşması imzalayan biri başka bir şirkette, hatta rakip şirkette çalışamaz gibi birsey bu.
Örneğinin bağlayıcılığı yok.

Senin ne yapacağını senden önce bilen bir yaratıcıdan bahsediyoruz. Konu genelinde önemli olan bireyler değil, bireylere özgür iradeleri olduğunu düşündüren sistem. Çünkü seçimi nasıl yapacağın, hangi zamanda ve hangi psikoloji ile o yolu seçeceğin zaten belliydi. Sen tam da olman gereken yerde ve saatte, adına düzenlenmiş kaderi kaza yapmakla yükümlüydün.

Kaderi düşünürken aklıma hep Adem takılır. Sürekli de sorgularım.. Meleklere, Adem'e secde edin diyen ayeti hepimiz biliriz. Adem'i yaratan Allah neden Rabbine secde et demek yerine ; melekleri Adem'e secde ettirmek istedi ?
 
Yaratıcı benim ne yapacağımı benden önce biliyor tabiki. Hatta sadece ne yapacağımı değil, her neyi yaparsam yapayım, seçimlerimin bana hangi kadersel kırılmaları beraberinde getireceğini de biliyor. Bunu bildiği için de beni bana rağmen blokluyor bazı seçimlerimi yaparken. Ya da nasibimi artık tükettiysem seçimlerimi yaparken beni gizlice manipüle etmekten vazgeçiyor. (olumlu anlamda)

Yani matematiksel bir kader mekanizması da ayriyetten. Bu da 3B özelinde insanlığın ortak bağlı olduğu bir taban yazılımı olarak okunabilir. Fizik ve timing kuralları temelinde çalışan. Onun haricinde de 4B ara katmanın kendi matematiği ile çalışan daha özel telkinsel girdiler var seçimlerimizi cezbetmek için, Onun da haricinde 5B ve üzeri de taha tinsel bir algıya dayalı mativasyonel alıcılarımız da var.

Seçimlerimizi her bir dış güç, yani 3B, 4B ve 5B+ ayrı ayrı evrenlere uydurabilmek için şekillendirmeye çalışıyor. Bunun varlıklar boyutu da var.


Biz de buna "üst kader alt kaderi yönetir" diyoruz. Bunun hikmeti bu. Mesela 3B de birisi sana tuzak kurar kaderini değiştirmek, seni yolundan döndürmek için, ama 5B den farklı bir dinamik devreye girer ve 3B de kötü gözüken dezavantajlı bir durum, 5B nin ince bir müdahalesi ile kaldıraç görevi görür . Bitti beni alt ettiler dediğin yerde hepsinin önüne geçersin. 5B'den nasipliydin bilmiyordun. Yola bilinçli çıkmamıştın ama kayırıldın o an için.

Yaratıcı bunları biliyor ama kadere inanarak senin de yaşam boyutunu yükseltmeni ve oradaki algı ile seyir etmeni bekliyor. Ama işte 3B ye şartlanmışlıktan sıyrılamıyoruz pratikte.
 
Son düzenleme:
Özgür iradeyi bir ilizyon olarak ele alacaksan, değiştiremeyeceğin dış faktörlerin etkisi altında kaldığında, baskı altındayken sabote olmaman, kendini detone etmemen de lazım. Nabzının bile oynamaması gerekir.

Özgür iradeyi ilizyon olarak kabul edeceksen, seçimlerinden pişmanlık duymaman, başına her geleni özden öze bir mesaj bilmen, kabule geçmen, itiraz etmekle, istop etmekle, şartları temelden değiştirmek için birşeylere başvurmakla hiiiiiiç zaman kaybetmemen gerekir. İlizyon olduğunu bir kere anladın mı bir çok idari mekanizman zemberek gibi kırılır. Çünkü iluzyonu bile bile bilmezlikten gelemezsin artık.

Özgür irade bir ilizyon olsa bile, tanrısal bir ilizyondur. Yani tanrı seninle oyun oynamıyor, yukarıdan yönettiği oyununu aşağıdan "sen" olarak oynuyor gibi düşünmek lazım.

Hayatın sırrı, birinlerinden çok fena kazın yediğinde bile, bunun (kazık atmanın) ne kadar güzel bir şey olduğunu hissetmekten geçer çünkü. Ben aslında bana kazık atan kişiyim. Ben aslında senim. Sen de bensin.
 
Özgür iradeyi bir ilizyon olarak ele alacaksan, değiştiremeyeceğin dış faktörlerin etkisi altında kaldığında, baskı altındayken sabote olmaman, kendini detone etmemen de lazım. Nabzının bile oynamaması gerekir.
Fiziki dünyayı algılama biçimin, o dünyaya atfettiğin zaman ve mekan kavramları ; bilincinin gerçekliği. Tepkilerin ise bilinçaltının eseridir. Bu yüzden insanı sabote eden dış koşullar değil, bilinçaltıdır. Özgür irade sandığımız mekanizmanın oluşumu anne karnındaki 9. hafta ile başlıyor.

Bu bağlamda şartları değiştirmek gözüyle baktığın dış koşullar zaten hükümsüz vasfına yükseliyor. Değiştirmen gereken kök inancın, konfor alanın.

Sen zannediyorsun ki ; özgür irademle karar alıyorum ve başıma ne geliyorsa üst kaderden. Hayır efendim. Sen bilinçaltınla aldığın kararları özgür iraden sanıyorsun. Ve tıpkı senin gibi / benzer inanca sahip olanlar ile kolektif bilinçaltında toplanıyorsun. Bknz toplumsal algı.

Kısacası ; İşletim birimin bilinçaltın, grafik tasarımı yapan da bilincin.
 
Özgür irade var. Sorumluluk sende çünkü . Özgür iradeni oluşturan bilinç altını da küçük küçük özgür iradeciklerini kullanarak kendin ilmek ilmek işliyorsun.

Verdiğin önemi bir kararı o anda vermedin. Ama Sana o kadarı verdirecek olan bilinç altını bir ömür boyunca bizzat kendin inşa ettin. Yani ilizyon aslında burada saklı. Vadeli hesap ilizyonu bu. Zaman aşımı ilizyonu. Birleşik getiri ilizyonu benzeri bir ilizyon var. Kaldıraç var yani.
 
Yaratıcı bize oyun oynamıyor. Oyunu biz olarak oynuyor.
Yaratıcı bize oyun oynamıyor evet.Bize oyun oynayan zihinimizden geçirdiğimiz olumsuz düşünceler sadece.Berrak bir zihin berrak bir evren yansıması.Karmasik bir zihin karmaşık bir evren yansıması.Hersey birdir.Ruhen ve zihinen ve kalben bu algida kaldığımızda seyri haline geçiyoruz artık.
Özgür irademizde var.Yanliz yaratıcınin yaratığı kadar.Hayatimiz seçimlerimiz üzerine kurulu.Ama bize bunlari seçtiren kim?
Hayat koşulları çevre faktörleri toplumsal algılar.Yaraticinin suret vermediği bir şeyi secemiyoruz bile.Hazir önümüze konulmuş seçimler üzerinden başka seçimler yapabiliyoruz.
 
Bu özgür irade değil.

Bedenlenmeden verilmiş akit, kaderi kabulündür ki zaten her şeyi bilen Allah inancın gereği ; sunulan kadere, ruhsal planda isyan etme gibi bir lüksün olmadığını öyle ya da böyle o kaderi zaten kabul edecek secde ile yaratıldığını hatta planı beğenmedim nazı çeksen dahi ; bu durumun bile kendi içinde bir rol dağılımı olduğunu bilmen gerekir. ( bknz şeytanın isyanı )

Özgür iradeyi ruha bağlayamazsın. Ahzab suresi konuyla alakalı on ikiden vuruş yapıyor ve özellikle belirtiyor : '' Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi. '' Açıkça, kolektif kaderin getirdiği türlü olasılıkları kabul etme bilincinden bahsediyor ayet.

Dışarıdan bakıldığında özgür irade gibi görünse de üzerine düşündüğünde bir görev kabulü olduğunu fark ediyorsun. Demek ki beden örtüsünün altındaki ruh, ruh varlığı olarak görevini devam ettirmek isteyen yanımız. Dürtümüz, sezgimiz, duygumuz.. kısıtlı zaman aralığında itici gücümüz.

Tekrar başa dönersem.. Kaderi kabul eden bir birey özgür iradeden bahsedebilir mi ?
ne kadar güzel yazmışsınız❤️
o zaman aklıma şöyle bir soru geldi. şeytan bile rolünü oynuyorsa, bize yazılan kadere teslim olmak mı yani müslümanlık yada Allah ın bizden istediği kulluk? yani olması gereken ya da bizi mutluluğa götürecek olan? madem öyleyse neden ayetlerde hep düşünmez misiniz diyor? ya da bizim özgür irademiz yoksa Allah bizden neden düşünmememizi istiyor. sadece başımıza gelenleri kabullenip ibret alıp teslim olmak mı olması gereken?
 
Örneğinin bağlayıcılığı yok.

Senin ne yapacağını senden önce bilen bir yaratıcıdan bahsediyoruz. Konu genelinde önemli olan bireyler değil, bireylere özgür iradeleri olduğunu düşündüren sistem. Çünkü seçimi nasıl yapacağın, hangi zamanda ve hangi psikoloji ile o yolu seçeceğin zaten belliydi. Sen tam da olman gereken yerde ve saatte, adına düzenlenmiş kaderi kaza yapmakla yükümlüydün.

Kaderi düşünürken aklıma hep Adem takılır. Sürekli de sorgularım.. Meleklere, Adem'e secde edin diyen ayeti hepimiz biliriz. Adem'i yaratan Allah neden Rabbine secde et demek yerine ; melekleri Adem'e secde ettirmek istedi ?
neden ?
 
Fiziki dünyayı algılama biçimin, o dünyaya atfettiğin zaman ve mekan kavramları ; bilincinin gerçekliği. Tepkilerin ise bilinçaltının eseridir. Bu yüzden insanı sabote eden dış koşullar değil, bilinçaltıdır. Özgür irade sandığımız mekanizmanın oluşumu anne karnındaki 9. hafta ile başlıyor.

Bu bağlamda şartları değiştirmek gözüyle baktığın dış koşullar zaten hükümsüz vasfına yükseliyor. Değiştirmen gereken kök inancın, konfor alanın.

Sen zannediyorsun ki ; özgür irademle karar alıyorum ve başıma ne geliyorsa üst kaderden. Hayır efendim. Sen bilinçaltınla aldığın kararları özgür iraden sanıyorsun. Ve tıpkı senin gibi / benzer inanca sahip olanlar ile kolektif bilinçaltında toplanıyorsun. Bknz toplumsal algı.

Kısacası ; İşletim birimin bilinçaltın, grafik tasarımı yapan da bilincin.
şöyle bir inanç vardı, insanlar dünyaya said ya da şaki olarak gelir diye senin yazdığın benzer inanca sahip olanlar ile kolektif bilinçaltında toplanıyor kısmı bana bunu anımsattı. yani bu mantıkla bakınca evrenin bir simülasyon olduğunu kabul edebilirsin rahatça. ama o zaman neden imtihan oluyoruz?
 
Beni ilgilendiren müslümanlık nedir sorusu değil, hiçbir zaman da olmadı. Her zaman maksat sorguladım. Yaratılışın maksadı, Allah'ın yüceliğinin maksadı, nizamın maksadı.. Bu yüzden ; Allah'ın bizden istediği nedir denildiğinde cevabın kişisel olduğunu düşünürüm. Bakış açınız hangi yöndense isteği oradan değerlendirirsiniz.

Arabi der ki : '' İnsan, hür görünümlü mecbur varlıktır. Çünkü ilim ayanı sabiteye mahkumdur. '' ( Teklik )

Tevbe 70 der ki : Gelmedi mi onlara kendilerinden öncekilerin haberi: Nuh kavminin, Ad'ın, Semud'un, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altı üstüne gelmiş kentlerin. Resulleri onlara açık-seçik ayetler getirmişti. Allah onlara zulmediyor değildi; aksine, öz benliklerine onlar zulmediyorlardı.



Benlik dediğimiz insanın hem bilinçli hem de bilinçsiz yönünü temsil eder. Üzüntü, endişe, kaygı, korku, kıskançlık, vesvese gibi duygular benlik adı altında toplanan ben zannının dışa vurumudur. Ben varken, ötekilerde olmalıdır. Böyle bir düzende teklikten bahsedemeyiz. Ve özgür irade de bu düzen içerisinde ; zamansal ve eylemsel bir paradigma olarak, ben zannı ile var olur.

Günümüzde insanların düşünceleri bile bilinç kontrolünde değildir. Bilinçaltı dediğimiz sistem içerisinde bilinçsizce karar veriyor ; kararı verdikten saniyeler sonra verdiğimiz kararı bilinçli bir biçimde oluşturduğumuzu düşünüyoruz.. İyi de neden ?

Dedi: "Kudret ve şerefine yemin olsun ki, onların tümünü azdıracağım."

Demek ki şeytan kulağımıza değil başka noktalarımıza fısıldıyor..

Allah bizden neden düşünmememizi istiyor

Pervaneyi bilir misiniz ? Şem'e düşer.

Işığın etrafında, her seferinde ışığa daha da yaklaşarak döner ve en sonunda o ışığın içine ( ateşin ) düşerek yanar. Çünkü aşığın vuslatı o ışıktadır. Ve insan olmanın maksadı Şem'e düşene kadar dönen devirdedir.

İnsan ; yolun başında cemat ( cansız varlık ) , sonra nebat, sonra hayvan, en son insandır. Tüm bu devirden geçerken yani ikilikten tekliğe ulaşırken her şeyden önce akleder. İnsan candır, ruhtur. Can'ın olduğu yerde ikilik olmaz. Yücelen Allah'tır.


Ve son soruya cevaben ; şahitlik kendinedir.


**

Konu genel olarak derin. Öncelikle benlik konusunu araştırın, derim.
 
Geri
Üst