Düşünceler Diyarı ve Volan451

Cılız Efendi

Kayıtlı Üye
Merhabalar ben Cılız Efendi, mahlas olarak neden böyle bir isim seçtiğimi hikayemi okuduğunuzda öğreneceksiniz o yüzden şimdilik es geçiyorum. Bugün size başımdan geçen tuhaf ama bir o kadar da heyecan verici ve eğer lucid dream veya içinde bulunduğum psikolojik durumun sanrı olarak kendini göstermesinden ibaret değilse hayattaki yeni misyonumun başlangıcı olarak kabul edeceğim olayı anlatmak istiyorum.

Geçenlerde çok sıkıldığım ve bunaldığım bir vakit ki son altı aydır süreklilik gösteren bir durum olmasına karşın ilk kez dayanılmaz bir aşırılığa kaçmasından mütevellit, ortaokul zamanlarımda sık sık uğraştığım lakin bir türlü başarı elde edemediğim için vazgeçip denemeyi bıraktığım astral seyahate bir şans daha vermeye karar verdim. Bu uğraşa girişmemin yegane amacı, dakikaların saatlere tekabül ettiği bu çekilmez vakitten, insomnia hastalığından muzdarip olmama rağmen bir ihtimal derdime derman olup beni hasret kaldığım uykuya kavuşturarak kurtulmamı sağlamaktı yoksa öte-âlem varlıklarına rastlama umudu ve korkusuyla engellerin olmadığı bir boyutta gezerken farklı dünyaların kapısını aralamak veya beni şutlayan eski sevgilimin odasında tur atmak falan değildi, olamazdı da zaten, mümkünatı yoktu çünkü geçmişin başarısızlığı, beden dışı deneyimin hurafe olduğunu bana kanıtlamıştı, kendi beceriksizliğimle uzaktan yakından alakası yoktu bu başarısızlığın, ihtimali bile düşünülemezdi. Saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Yatağıma geçip sırt üstü uzandıktan sonra gözlerimi kapadım ve astral seyahat ustalarının maddi bir beklenti içerisine girmeden sırf biz garibanları bilgilendirmek amacıyla çektiği, "YÜZDE YÜZ ÇALIŞIYOR, GARANTİ ÇÖZÜM, UÇMAYA HAZIR MISINIZ, DENEMEYEN KALMASIN" başlıklarıyla süslediği youtube videolarından öğrendiğim bir numaralı taktiği uygulamaya koyuldum. Bedenimi tamamen gevşetip kendimi serbest bıraktıktan sonra gökyüzünden uzanan bir ipin tam üstümde sallandığını hayal ettim ve vadedilmiş topraklara gideceğini düşünen bir israiloğlunun duyacağı şevkle ipe tırmanmaya başladım. Tırmandıkça vücudum titremeye başlıyor, önce ayak uçlarımda ortaya çıkan bir uyuşma sonrasında bacaklarıma ilerliyor, hain bir virüsmüşçesine diğer bölgelere yayılıyor, yavaş yavaş bütün vücudumu ele geçiriyordu. Ateşimin çıktığını hissetmemle beraber görünmez bir elin beni yukarıya doğru çektiğini sezdim fakat anlamlandıramadan silinip gitti. Artık görüntü bulanıklaşmaya başlamış, evimin çatısını geçip bulutlara kadar tırmandığım ip bir anda yok olmuş, gökyüzünün mavi rengi değişime uğrayıp sarımtırak bir renge bürünmüştü. Ortalık sisten görünmüyordu, boşlukta uçuyor gibiydim. Bir an başardığımı düşündüm ama astral seyahat ustalarının deneyimlerinden öğrendiğim kadarıyla böyle olmaması gerekiyordu. Öncelikle odamın içinde, fiziksel bedenimin tam üstünde süzülüp yatakta uzanan bedenime bir kez baktıktan sonra enerji bedenimle fiziksel bedenimden ayrıldığımı idrak etmeliydim, bu işin normali buydu çünkü ama ben bunların hiçbirisini yaşamamıştım. Büyük bir sevinçle, uykuya daldığımı, bunun sadece bir rüya olduğunu düşündüm, başından beri tek gayem buydu zaten, istediğim olmuştu fakat bir tuhaflık vardı, bir rüyaya göre çok gerçekçiydi bu ve bilincim yerindeydi, ne yaptığımın farkındaydım. Belki de lucid dream yapıyorumdur diye düşündüğüm sırada "Hey sen, neler yapıyorsun anlat, dinleyelim, yorumlayalım bakalım." dedi uzaktan gelen bir ses. Tam karşımdan gelen bir kız sesiydi bu ama sisten dolayı kimin seslendiğini göremiyordum. "Sağır mısın yoksa dilin mi yok?" dedi aynı kız, "Belki de ne söylediğimi anlayamayacak kadar gerilmiş bir salaksındır." Sesi güzeldi ama agresif tavrı beni biraz ürkütmüş olacak ki hakaretine cevap veremeden "Siz de kimsiniz, kendinizi gösterin lütfen." demekle yetinebildim. Agresif kız "Tamamdır, sağır veya dilsiz değilmişsin, bu da sen aksini kanıtlayana kadar salak olduğun ihtimalini gerçek kılar." diye cevap verdiği sırada, sislerin içinden ufak bir silüet belirmeye başladı. Kız sonunda kendini göstermişti. Mini minnacık, tavşan kulakları ve burnuna sahip biriydi. Bu görüntü ne kadar sıra dışı olsa da, bundan daha şaşırtıcı olan kısım oyuncu Ahsen Eroğlu'na aşırı benzemesiydi hatta benzemek ne kelime, tıpatıp aynısı denebilirdi. Kız, "Bir o kadar da cılızmışsın ama yapacak bir şey yok, elde sen varsın ne yapalım, yetinmeyi bileceğiz." diye söze devam etti. Bu agresiflik beni her ne kadar sinir etmiş ve karşılık verme isteğiyle dolup taşmış olsam da merak duygumun ağır basmasıyla aklımdaki bütün soruları hızlı bir şekilde sıralamaya karar verdim. "Sen kimsin ve neden tavşan kostümü giymiş Ahsen Eroğlu kılığındasın, burası neresi ve burada ne yapıyorsun?" Sorularıma yanıt olarak kendinden hoşnut bir tavırla, "Gerginliğini atmış gibisin cılız, evet sana cılız diyeceğim sen de bana x diyebilirsin, isimlerimizi bilmemize gerek yok." cevabını verdi. "Madem sen bana cılız diyorsun, ben de sana minnak diye hitap ederim, ayrıca diğer sorularıma da hala cevap vermedin minnak, çok uzatıyorsun, kısa kes." dememin üzerine bozulduğunu belli eden bir edayla, "Sorularının cevapları bende ucube cılız, o yüzden öğrenmek istiyorsan benimle iyi geçinmen senin açından yararlı olur." karşılığını verdi. Minnak sinirlenmişe benziyordu ama haklıydı, sorularımın cevabı ondaydı ve bu cevapları istiyorsam sakinleşmesini sağlamam gerekiyordu,çözüm olarak suyuna gitmem gerektiğine karar verdim. "Haklısın minnak, durumun absürtlüğünden dolayı biraz gerildim ve sana patladım, özür dilerim, şimdi daha iyiyim, sen devam et lütfen." Minnak bu hamlemi yutmuşa benzemiyordu, gözleri içimi okuyor, tavşan kulakları ruhumu dinliyordu sanki, istifini bozmadan konuşmasına devam etti. "Burası genel adıyla Düşünceler ve Duygular Diyarı cılız, burada her şey enerjiden oluşur, ne düşünürsen olur, ne hissedersen onu çağırırsın, beni tavşan kostümü giymiş Ahsen olarak görmenin sebebi de budur, bilinçaltın benim enerji bedenimi bu şekilde tasvir etmiştir." Elini, avuç içini açarak öne doğru uzattıktan sonra avucunun içinde bir anda patates renginde bir kurbağa belirdi, "Bu kurbağanın adı Lisa,onu şu an yarattım," dedi. "Anladın mı şimdi cılız, hadi sen de dene." Yaşadığım şokun etkisini hala üzerimde hissediyor olmama rağmen bu durum beni çok keyiflendirmişti, burada adeta birer Tanrı gibiydik. Elimi öne doğru uzattım ve o an en çok istediğim iki şeyi düşündüm, bir dal sigara ve çakmak. Tam sigaramı yakıyordum ki minnak çıldırmış bir şekilde "Onu burada yakamazsın görgüsüz ucube cılız," diye bağırdı. "Pis dumanını yüzüme üfleme hakkın yok." Deccal bu kız, diye düşündüm. Rahatsız olduğunu düzgün bir dille ifade edebilirdi, ben de görgü sahibi biri olarak yanından uzaklaşıp başka bir köşede içerdim, tıpkı sigara dumanından haz etmeyen arkadaşlarımın yanında yaptığım gibi. Bunları, minnağın yüzüne karşı ne kadar çok söylemek istesem de suyuna gitme taktiğimi hatırladım ve kendimi frenledim, nitekim sigara ve çakmak artık düşünce çöplüğünü boylamıştı, hevesim de onlarla birlikte gitmişti tabi. "Senin burada ne işin var peki?" diye sordum minnağa. Minnak bir anda ocakta yemeğini unutmuş Müjgan teyzemin yüzündeki korku ve gerilimin aynısını yansıtan bir telaşla kolunda aniden beliren saatine baktıktan sonra "Fanusuma gitmeliyiz cılız, bizi orada duyamazlar," dedi. "Hiç ne fanusu diye sorma vaktimiz kısıtlı, varınca açıklarım." Minnak elimden tuttu ve gözlerini kapattı, ne olduğunu anlamadığım bir anda aniden cam bir fanusun içinde buldum kendimi. İçeride bir kara tahta vardı ve üstünde "KÜFÜR ETMEK YASAK!" yazıyordu. Minnak ciddi bir tavır takınarak "Cılız, sana açıklamam gereken şeyler var, buna hazır mısın?" sorusuyla cevap verdi. "Ne gelecek bilmiyorum ama hazırım minnak, bu gördüklerimden sonra beni hiçbir şey şaşırtamaz, merak etme." Minnak kısa süreliğine sinsi bir gülümseme takındı, avcının tuzağına yakalanmış bir av gibi hissettim, gerçekten de tam bir deccaldi. Ufak bir iç çekmeden sonra minnak konuşmaya başladı. "Bir savaş var cılız, 23 yıldır devam eden gizli bir savaş. 2000 yılında, enerjilerin değişimiyle, evren, algısı aralanmış, üçüncü gözü açık bazı insanlara bilgiyi açma görevi verdi. Amaç, insanoğlunu, bundan 150 yıl sonra geçeceğimiz gizli ilimler çağına yavaş yavaş hazırlamaktı. Görev, sınırlı sayıda konuyu sadece sembollerle insanoğluna duyurmaktı, fazlası değil. Fakat lakabı sapık marsu olan bir görevli, sahip olduğu tüm bilgileri para karşılığında Pentagon'a sattıktan sonra işler çığrından çıkmaya başladı. 51.Bölge'yi duymuşsundur cılız, işte orada sapık marsudan edindikleri bilgileri kullanarak şu an bulunduğumuz diyarı yarattılar, sence neden?" Hiç beklemeden "İnsanların duygu ve düşüncelerini bilirsen onları kontrol edebilirsin minnak, işte bunun için." cevabını verdim. "Aferin cılız, sandığım kadar aptal değilmişsin. Pentagon'u kontrol eden Amerika'yı kontrol eden İsrail'i kontrol eden Reptilyan ırkına mensup Rockefeller ve Rotschfild aileleri bu operasyonun başındaydı. İlluminati dahil pek çok gizli örgütün de arkasında olan bu aileler, 2000 yılından itibaren yeni dünya düzeni adını verdikleri nihai amaçları uğruna pek çok savaş çıkarmıştır, Amerika'nın Irak'a girmesi de bunlardan biri."Peki bu aileler nasıl bu kadar güçlü olabiliyor minnak, ülkeleri kontrol altına alacak gücü nasıl elde ettiler?" diye sordum. "Cevap basit cılız, küresel sömürü mantığı. Bazı aileler korsancılıktan gelmiştir, bunlar da onlardan ikisi. Zamanında korsancılığın çok yaygın olduğu dönemlerde, korsanlar bütün o yağma ve gasplardan sonra o kadar ciddi bir maddi güce kavuşuyor ki, rüşvetle resmen devletleri beslemeye yeni bir düzen oluşturmaya başlıyorlar. Güya yaptıkları katkılarla, "resmi denizcilik araştırma ve keşif faaliyetleri", "ticari yol rehberliği" gibi ünvanlarla sicilleri de temizleniyordu. İşte bu adamlar diplomasiyi öğrenmiş oldu, korsan ahlakıyla siyasetçilik yapmaya başladılar, her yere sızdılar, güçlendikçe güçlendiler. Artık şahsi kişisel servetleri on ülkeye bedel olmuş durumda. Bunlar bu yeni dünya düzenine katkı sunan ve bu yolda çalışan ailelerin başında geliyor. İşin temelinde bu aileler birbirlerini çıkarları devam ettiği sürece desteklemeye devam edecekler. Bu tür bir birliktelik de tabiat kuralları gereği elbet bir gün bozulacak. Dünya üstündeki dengeler her belli periyodda bir değişir, kim ne düzeni kurarsa kursun, çıkarlara dayalı bir düzen er geç yok olacak cılız, işte biz de burada devreye giriyoruz. Bu düzeni yıkmak için yeni görevli timi kuruldu cılız efendi, işte ben de sen de onlardan biriyiz, ben bir telepatım ve diğer görevlilere ulaşıp onları örgütlemekle görevliyim, seni buraya getiren de bendim hatta getirmek değil de çekip çıkardım diyelim." Beni buraya getirenin o olduğunu bu zamana kadar anlamadığımı düşündüyse bu minnak aşırı safmış diye düşündüm içimden. "Bunu zaten anlamıştım minnak, düşündüğün kadar salak değilim. Diğer görevlilerden bahsettin, kaç kişiyiz ve geri kalanlar kim?" Minnak tekrar saatine baktıktan sonra yüzünü ekşitti. "Zamanımız kalmadı cılız, bana bizimkiler yine temizlik görevi verdi, akşama da düğün var, bu son sorun olsun, cevaplayıp kaçacağım." dedi ve bir süre oflayıp pufladıktan sonra devam etti. "İkimiz dahil dört kişiyiz, diğer görevlilerin lakapları bücür ve minnoş, zamanı gelince onlarla da tanışacaksın fakat şu anlık konuşmamızı burada bitirmemiz gerekiyor," dedi ve ekledi. "Benimle gel, çıkışı göstereceğim." Fanustan dışarı çıktık, tam karşımızda altından bir kapıyı koruyan iki gardiyan gördüm, ikisi de bir doksan boylarında, kumral, kaslı erkeklerdi ancak bir tuhaflık da vardı, bu gardiyanlar uzun gagalara sahiplerdi, tabi burası için konuşursak bu bir tuhaflık olarak düşünülemezdi çünkü burada tuhaflık normdu, normal olmak asıl tuhaflıktı. Minnak gardiyanları gördüğü gibi yüzünü çevirdi, korkmuşa benziyordu. "Onlar kim, neden korktun minnak?" diye sordum. "Onlar rüya bekçileri cılız, bizim rüya görenlerin evrenine, rüya görenlerin de bu evrene geçmesine engel olmakla görevliler, neden korktuğuma gelirsek de, gagaları var cılız, gagalar korkunçtur, gözlerini yerinden çıkarabilirler." Minnak elini yumruk yapıp öne uzattı, gözlerini kapadı ve hemen ardından üstünde civciv resimleri olan pembe bir kapı belirdi. "İşte çıkış burası cılız, bu kapıdan geçtiğimiz gibi uyanacağız ve normal hayatına bir süreliğine geri döneceksin ama unutma, kimseye tek laf etmek yok, bir hafta sonra yine aynı saatte yatağına uzan ve gözlerini kapa, tekrar buluşacağız ve bu sefer ekibin kalanı da bizle olacak." Minnak kapıyı açtı, kapının diğer tarafı görünmüyordu, kapkaranlıktı. Adımını attıktan sonra durup sorgulayıcı bir bakış attı, "Gitmeden söylemek istediğin bir şey var mı?" Biraz düşündüm ve bir anda aklıma geldi, "İyi ki sordun, ekibimizin bir adı var mı ve aynı saatte tekrar yatağıma uzanıp gözlerimi kapamamı söyledin ama ben saatin kaç olduğunu unuttum, bana söyler misin?" Minnak alaycı bir şekilde sırıtarak, "Salak olduğun kadar da unutkansın cılız, uyandığında saate bak sana kaç olduğunu söyleyecek burada zaman akmaz, ekibimizin adı da Volan451 bunu da unutma sakın." dedi. "Evet minnak çok unutkanım," dedim. "Hatta o kadar unutkanım ki şu ana kadar söylediğin her şeyi unuttum, sen en iyisi hemen bir kağıt kalem çıkar da söylediğin her şeyi oraya not al ve fanusundaki kara tahtana as, bir dahaki gelişimde ona bakarım, tekrar anlatmak zorunda kalmazsın. "Minnak gülmeye başladı, o kadar güldü ki bir an dalağı böbreği bırakacak zannettim. "Cılız kağıt ne demek doğrusu kâğıt olacak, diksiyonun da hafızan kadar kötü durumda bu şekilde dünyayı falan kurtaramazsın ama hiç merak etme, sana yardım edeceğim iyi olacaksın." Minnak deccalinin diksiyonumla dalga geçmesi beni çok sinir etmişti, hem bir kelimeyi yanlış telaffuz ettim diye bütün diksiyonuma laf etmek saçma değil miydi? Yine de taktiğime sadık kalıp sinir olduğumu belli etmemek amacıyla sakin bir şekilde "E tamam minnak kâğıt demiştim zaten" dedim. Minnak kapıya iyice yaklaştı, tam adımını atacaktı ki son bir kez daha döndü ve "Tuhafsın cılız" dedikten sonra kapının ardındaki karanlıkta kayboldu. Bu söylediğini çok yadırgamadan ben de kendimi karanlığa bıraktım, önceden çokça duymuştum çünkü. Aniden "Neler oluyor!" diyerek yatakta sıçradım, elektrik çarpmış gibiydi. Hemen saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Minnak haklıydı, gerçekten de o diyarda zaman akmıyordu. Aklıma birden, önceden neden fark edemediğimi çözemediğim bir soru geldi, madem orada zaman akmıyordu, minnak zamanımız kalmadı derken ne demek istiyordu?

Evet arkadaşlar başımdan geçenler bunlar, iki gün sonra bir hafta dolacak ve tekrardan buluşacağız bu sebepten acil cevaplarınıza ihtiyacım var. Sizce bu bir rüya mıydı, eğer değilse minnak adlı kişinin söylediklerine inanmalı mıyım, anlattığı olaylar size mantıklı geliyor mu, sizce gerçekten dünyanın kurtuluşunu sağlayacak dört seçilmiş kişiden biri olabilir miyim? Şimdiden teşekkürler.

Sevgi ve Işıkla...
 
  • Beğendim
Tepkiler: Nis
Merhabalar ben Cılız Efendi, mahlas olarak neden böyle bir isim seçtiğimi hikayemi okuduğunuzda öğreneceksiniz o yüzden şimdilik es geçiyorum. Bugün size başımdan geçen tuhaf ama bir o kadar da heyecan verici ve eğer lucid dream veya içinde bulunduğum psikolojik durumun sanrı olarak kendini göstermesinden ibaret değilse hayattaki yeni misyonumun başlangıcı olarak kabul edeceğim olayı anlatmak istiyorum.

Geçenlerde çok sıkıldığım ve bunaldığım bir vakit ki son altı aydır süreklilik gösteren bir durum olmasına karşın ilk kez dayanılmaz bir aşırılığa kaçmasından mütevellit, ortaokul zamanlarımda sık sık uğraştığım lakin bir türlü başarı elde edemediğim için vazgeçip denemeyi bıraktığım astral seyahate bir şans daha vermeye karar verdim. Bu uğraşa girişmemin yegane amacı, dakikaların saatlere tekabül ettiği bu çekilmez vakitten, insomnia hastalığından muzdarip olmama rağmen bir ihtimal derdime derman olup beni hasret kaldığım uykuya kavuşturarak kurtulmamı sağlamaktı yoksa öte-âlem varlıklarına rastlama umudu ve korkusuyla engellerin olmadığı bir boyutta gezerken farklı dünyaların kapısını aralamak veya beni şutlayan eski sevgilimin odasında tur atmak falan değildi, olamazdı da zaten, mümkünatı yoktu çünkü geçmişin başarısızlığı, beden dışı deneyimin hurafe olduğunu bana kanıtlamıştı, kendi beceriksizliğimle uzaktan yakından alakası yoktu bu başarısızlığın, ihtimali bile düşünülemezdi. Saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Yatağıma geçip sırt üstü uzandıktan sonra gözlerimi kapadım ve astral seyahat ustalarının maddi bir beklenti içerisine girmeden sırf biz garibanları bilgilendirmek amacıyla çektiği, "YÜZDE YÜZ ÇALIŞIYOR, GARANTİ ÇÖZÜM, UÇMAYA HAZIR MISINIZ, DENEMEYEN KALMASIN" başlıklarıyla süslediği youtube videolarından öğrendiğim bir numaralı taktiği uygulamaya koyuldum. Bedenimi tamamen gevşetip kendimi serbest bıraktıktan sonra gökyüzünden uzanan bir ipin tam üstümde sallandığını hayal ettim ve vadedilmiş topraklara gideceğini düşünen bir israiloğlunun duyacağı şevkle ipe tırmanmaya başladım. Tırmandıkça vücudum titremeye başlıyor, önce ayak uçlarımda ortaya çıkan bir uyuşma sonrasında bacaklarıma ilerliyor, hain bir virüsmüşçesine diğer bölgelere yayılıyor, yavaş yavaş bütün vücudumu ele geçiriyordu. Ateşimin çıktığını hissetmemle beraber görünmez bir elin beni yukarıya doğru çektiğini sezdim fakat anlamlandıramadan silinip gitti. Artık görüntü bulanıklaşmaya başlamış, evimin çatısını geçip bulutlara kadar tırmandığım ip bir anda yok olmuş, gökyüzünün mavi rengi değişime uğrayıp sarımtırak bir renge bürünmüştü. Ortalık sisten görünmüyordu, boşlukta uçuyor gibiydim. Bir an başardığımı düşündüm ama astral seyahat ustalarının deneyimlerinden öğrendiğim kadarıyla böyle olmaması gerekiyordu. Öncelikle odamın içinde, fiziksel bedenimin tam üstünde süzülüp yatakta uzanan bedenime bir kez baktıktan sonra enerji bedenimle fiziksel bedenimden ayrıldığımı idrak etmeliydim, bu işin normali buydu çünkü ama ben bunların hiçbirisini yaşamamıştım. Büyük bir sevinçle, uykuya daldığımı, bunun sadece bir rüya olduğunu düşündüm, başından beri tek gayem buydu zaten, istediğim olmuştu fakat bir tuhaflık vardı, bir rüyaya göre çok gerçekçiydi bu ve bilincim yerindeydi, ne yaptığımın farkındaydım. Belki de lucid dream yapıyorumdur diye düşündüğüm sırada "Hey sen, neler yapıyorsun anlat, dinleyelim, yorumlayalım bakalım." dedi uzaktan gelen bir ses. Tam karşımdan gelen bir kız sesiydi bu ama sisten dolayı kimin seslendiğini göremiyordum. "Sağır mısın yoksa dilin mi yok?" dedi aynı kız, "Belki de ne söylediğimi anlayamayacak kadar gerilmiş bir salaksındır." Sesi güzeldi ama agresif tavrı beni biraz ürkütmüş olacak ki hakaretine cevap veremeden "Siz de kimsiniz, kendinizi gösterin lütfen." demekle yetinebildim. Agresif kız "Tamamdır, sağır veya dilsiz değilmişsin, bu da sen aksini kanıtlayana kadar salak olduğun ihtimalini gerçek kılar." diye cevap verdiği sırada, sislerin içinden ufak bir silüet belirmeye başladı. Kız sonunda kendini göstermişti. Mini minnacık, tavşan kulakları ve burnuna sahip biriydi. Bu görüntü ne kadar sıra dışı olsa da, bundan daha şaşırtıcı olan kısım oyuncu Ahsen Eroğlu'na aşırı benzemesiydi hatta benzemek ne kelime, tıpatıp aynısı denebilirdi. Kız, "Bir o kadar da cılızmışsın ama yapacak bir şey yok, elde sen varsın ne yapalım, yetinmeyi bileceğiz." diye söze devam etti. Bu agresiflik beni her ne kadar sinir etmiş ve karşılık verme isteğiyle dolup taşmış olsam da merak duygumun ağır basmasıyla aklımdaki bütün soruları hızlı bir şekilde sıralamaya karar verdim. "Sen kimsin ve neden tavşan kostümü giymiş Ahsen Eroğlu kılığındasın, burası neresi ve burada ne yapıyorsun?" Sorularıma yanıt olarak kendinden hoşnut bir tavırla, "Gerginliğini atmış gibisin cılız, evet sana cılız diyeceğim sen de bana x diyebilirsin, isimlerimizi bilmemize gerek yok." cevabını verdi. "Madem sen bana cılız diyorsun, ben de sana minnak diye hitap ederim, ayrıca diğer sorularıma da hala cevap vermedin minnak, çok uzatıyorsun, kısa kes." dememin üzerine bozulduğunu belli eden bir edayla, "Sorularının cevapları bende ucube cılız, o yüzden öğrenmek istiyorsan benimle iyi geçinmen senin açından yararlı olur." karşılığını verdi. Minnak sinirlenmişe benziyordu ama haklıydı, sorularımın cevabı ondaydı ve bu cevapları istiyorsam sakinleşmesini sağlamam gerekiyordu,çözüm olarak suyuna gitmem gerektiğine karar verdim. "Haklısın minnak, durumun absürtlüğünden dolayı biraz gerildim ve sana patladım, özür dilerim, şimdi daha iyiyim, sen devam et lütfen." Minnak bu hamlemi yutmuşa benzemiyordu, gözleri içimi okuyor, tavşan kulakları ruhumu dinliyordu sanki, istifini bozmadan konuşmasına devam etti. "Burası genel adıyla Düşünceler ve Duygular Diyarı cılız, burada her şey enerjiden oluşur, ne düşünürsen olur, ne hissedersen onu çağırırsın, beni tavşan kostümü giymiş Ahsen olarak görmenin sebebi de budur, bilinçaltın benim enerji bedenimi bu şekilde tasvir etmiştir." Elini, avuç içini açarak öne doğru uzattıktan sonra avucunun içinde bir anda patates renginde bir kurbağa belirdi, "Bu kurbağanın adı Lisa,onu şu an yarattım," dedi. "Anladın mı şimdi cılız, hadi sen de dene." Yaşadığım şokun etkisini hala üzerimde hissediyor olmama rağmen bu durum beni çok keyiflendirmişti, burada adeta birer Tanrı gibiydik. Elimi öne doğru uzattım ve o an en çok istediğim iki şeyi düşündüm, bir dal sigara ve çakmak. Tam sigaramı yakıyordum ki minnak çıldırmış bir şekilde "Onu burada yakamazsın görgüsüz ucube cılız," diye bağırdı. "Pis dumanını yüzüme üfleme hakkın yok." Deccal bu kız, diye düşündüm. Rahatsız olduğunu düzgün bir dille ifade edebilirdi, ben de görgü sahibi biri olarak yanından uzaklaşıp başka bir köşede içerdim, tıpkı sigara dumanından haz etmeyen arkadaşlarımın yanında yaptığım gibi. Bunları, minnağın yüzüne karşı ne kadar çok söylemek istesem de suyuna gitme taktiğimi hatırladım ve kendimi frenledim, nitekim sigara ve çakmak artık düşünce çöplüğünü boylamıştı, hevesim de onlarla birlikte gitmişti tabi. "Senin burada ne işin var peki?" diye sordum minnağa. Minnak bir anda ocakta yemeğini unutmuş Müjgan teyzemin yüzündeki korku ve gerilimin aynısını yansıtan bir telaşla kolunda aniden beliren saatine baktıktan sonra "Fanusuma gitmeliyiz cılız, bizi orada duyamazlar," dedi. "Hiç ne fanusu diye sorma vaktimiz kısıtlı, varınca açıklarım." Minnak elimden tuttu ve gözlerini kapattı, ne olduğunu anlamadığım bir anda aniden cam bir fanusun içinde buldum kendimi. İçeride bir kara tahta vardı ve üstünde "KÜFÜR ETMEK YASAK!" yazıyordu. Minnak ciddi bir tavır takınarak "Cılız, sana açıklamam gereken şeyler var, buna hazır mısın?" sorusuyla cevap verdi. "Ne gelecek bilmiyorum ama hazırım minnak, bu gördüklerimden sonra beni hiçbir şey şaşırtamaz, merak etme." Minnak kısa süreliğine sinsi bir gülümseme takındı, avcının tuzağına yakalanmış bir av gibi hissettim, gerçekten de tam bir deccaldi. Ufak bir iç çekmeden sonra minnak konuşmaya başladı. "Bir savaş var cılız, 23 yıldır devam eden gizli bir savaş. 2000 yılında, enerjilerin değişimiyle, evren, algısı aralanmış, üçüncü gözü açık bazı insanlara bilgiyi açma görevi verdi. Amaç, insanoğlunu, bundan 150 yıl sonra geçeceğimiz gizli ilimler çağına yavaş yavaş hazırlamaktı. Görev, sınırlı sayıda konuyu sadece sembollerle insanoğluna duyurmaktı, fazlası değil. Fakat lakabı sapık marsu olan bir görevli, sahip olduğu tüm bilgileri para karşılığında Pentagon'a sattıktan sonra işler çığrından çıkmaya başladı. 51.Bölge'yi duymuşsundur cılız, işte orada sapık marsudan edindikleri bilgileri kullanarak şu an bulunduğumuz diyarı yarattılar, sence neden?" Hiç beklemeden "İnsanların duygu ve düşüncelerini bilirsen onları kontrol edebilirsin minnak, işte bunun için." cevabını verdim. "Aferin cılız, sandığım kadar aptal değilmişsin. Pentagon'u kontrol eden Amerika'yı kontrol eden İsrail'i kontrol eden Reptilyan ırkına mensup Rockefeller ve Rotschfild aileleri bu operasyonun başındaydı. İlluminati dahil pek çok gizli örgütün de arkasında olan bu aileler, 2000 yılından itibaren yeni dünya düzeni adını verdikleri nihai amaçları uğruna pek çok savaş çıkarmıştır, Amerika'nın Irak'a girmesi de bunlardan biri."Peki bu aileler nasıl bu kadar güçlü olabiliyor minnak, ülkeleri kontrol altına alacak gücü nasıl elde ettiler?" diye sordum. "Cevap basit cılız, küresel sömürü mantığı. Bazı aileler korsancılıktan gelmiştir, bunlar da onlardan ikisi. Zamanında korsancılığın çok yaygın olduğu dönemlerde, korsanlar bütün o yağma ve gasplardan sonra o kadar ciddi bir maddi güce kavuşuyor ki, rüşvetle resmen devletleri beslemeye yeni bir düzen oluşturmaya başlıyorlar. Güya yaptıkları katkılarla, "resmi denizcilik araştırma ve keşif faaliyetleri", "ticari yol rehberliği" gibi ünvanlarla sicilleri de temizleniyordu. İşte bu adamlar diplomasiyi öğrenmiş oldu, korsan ahlakıyla siyasetçilik yapmaya başladılar, her yere sızdılar, güçlendikçe güçlendiler. Artık şahsi kişisel servetleri on ülkeye bedel olmuş durumda. Bunlar bu yeni dünya düzenine katkı sunan ve bu yolda çalışan ailelerin başında geliyor. İşin temelinde bu aileler birbirlerini çıkarları devam ettiği sürece desteklemeye devam edecekler. Bu tür bir birliktelik de tabiat kuralları gereği elbet bir gün bozulacak. Dünya üstündeki dengeler her belli periyodda bir değişir, kim ne düzeni kurarsa kursun, çıkarlara dayalı bir düzen er geç yok olacak cılız, işte biz de burada devreye giriyoruz. Bu düzeni yıkmak için yeni görevli timi kuruldu cılız efendi, işte ben de sen de onlardan biriyiz, ben bir telepatım ve diğer görevlilere ulaşıp onları örgütlemekle görevliyim, seni buraya getiren de bendim hatta getirmek değil de çekip çıkardım diyelim." Beni buraya getirenin o olduğunu bu zamana kadar anlamadığımı düşündüyse bu minnak aşırı safmış diye düşündüm içimden. "Bunu zaten anlamıştım minnak, düşündüğün kadar salak değilim. Diğer görevlilerden bahsettin, kaç kişiyiz ve geri kalanlar kim?" Minnak tekrar saatine baktıktan sonra yüzünü ekşitti. "Zamanımız kalmadı cılız, bana bizimkiler yine temizlik görevi verdi, akşama da düğün var, bu son sorun olsun, cevaplayıp kaçacağım." dedi ve bir süre oflayıp pufladıktan sonra devam etti. "İkimiz dahil dört kişiyiz, diğer görevlilerin lakapları bücür ve minnoş, zamanı gelince onlarla da tanışacaksın fakat şu anlık konuşmamızı burada bitirmemiz gerekiyor," dedi ve ekledi. "Benimle gel, çıkışı göstereceğim." Fanustan dışarı çıktık, tam karşımızda altından bir kapıyı koruyan iki gardiyan gördüm, ikisi de bir doksan boylarında, kumral, kaslı erkeklerdi ancak bir tuhaflık da vardı, bu gardiyanlar uzun gagalara sahiplerdi, tabi burası için konuşursak bu bir tuhaflık olarak düşünülemezdi çünkü burada tuhaflık normdu, normal olmak asıl tuhaflıktı. Minnak gardiyanları gördüğü gibi yüzünü çevirdi, korkmuşa benziyordu. "Onlar kim, neden korktun minnak?" diye sordum. "Onlar rüya bekçileri cılız, bizim rüya görenlerin evrenine, rüya görenlerin de bu evrene geçmesine engel olmakla görevliler, neden korktuğuma gelirsek de, gagaları var cılız, gagalar korkunçtur, gözlerini yerinden çıkarabilirler." Minnak elini yumruk yapıp öne uzattı, gözlerini kapadı ve hemen ardından üstünde civciv resimleri olan pembe bir kapı belirdi. "İşte çıkış burası cılız, bu kapıdan geçtiğimiz gibi uyanacağız ve normal hayatına bir süreliğine geri döneceksin ama unutma, kimseye tek laf etmek yok, bir hafta sonra yine aynı saatte yatağına uzan ve gözlerini kapa, tekrar buluşacağız ve bu sefer ekibin kalanı da bizle olacak." Minnak kapıyı açtı, kapının diğer tarafı görünmüyordu, kapkaranlıktı. Adımını attıktan sonra durup sorgulayıcı bir bakış attı, "Gitmeden söylemek istediğin bir şey var mı?" Biraz düşündüm ve bir anda aklıma geldi, "İyi ki sordun, ekibimizin bir adı var mı ve aynı saatte tekrar yatağıma uzanıp gözlerimi kapamamı söyledin ama ben saatin kaç olduğunu unuttum, bana söyler misin?" Minnak alaycı bir şekilde sırıtarak, "Salak olduğun kadar da unutkansın cılız, uyandığında saate bak sana kaç olduğunu söyleyecek burada zaman akmaz, ekibimizin adı da Volan451 bunu da unutma sakın." dedi. "Evet minnak çok unutkanım," dedim. "Hatta o kadar unutkanım ki şu ana kadar söylediğin her şeyi unuttum, sen en iyisi hemen bir kağıt kalem çıkar da söylediğin her şeyi oraya not al ve fanusundaki kara tahtana as, bir dahaki gelişimde ona bakarım, tekrar anlatmak zorunda kalmazsın. "Minnak gülmeye başladı, o kadar güldü ki bir an dalağı böbreği bırakacak zannettim. "Cılız kağıt ne demek doğrusu kâğıt olacak, diksiyonun da hafızan kadar kötü durumda bu şekilde dünyayı falan kurtaramazsın ama hiç merak etme, sana yardım edeceğim iyi olacaksın." Minnak deccalinin diksiyonumla dalga geçmesi beni çok sinir etmişti, hem bir kelimeyi yanlış telaffuz ettim diye bütün diksiyonuma laf etmek saçma değil miydi? Yine de taktiğime sadık kalıp sinir olduğumu belli etmemek amacıyla sakin bir şekilde "E tamam minnak kâğıt demiştim zaten" dedim. Minnak kapıya iyice yaklaştı, tam adımını atacaktı ki son bir kez daha döndü ve "Tuhafsın cılız" dedikten sonra kapının ardındaki karanlıkta kayboldu. Bu söylediğini çok yadırgamadan ben de kendimi karanlığa bıraktım, önceden çokça duymuştum çünkü. Aniden "Neler oluyor!" diyerek yatakta sıçradım, elektrik çarpmış gibiydi. Hemen saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Minnak haklıydı, gerçekten de o diyarda zaman akmıyordu. Aklıma birden, önceden neden fark edemediğimi çözemediğim bir soru geldi, madem orada zaman akmıyordu, minnak zamanımız kalmadı derken ne demek istiyordu?

Evet arkadaşlar başımdan geçenler bunlar, iki gün sonra bir hafta dolacak ve tekrardan buluşacağız bu sebepten acil cevaplarınıza ihtiyacım var. Sizce bu bir rüya mıydı, eğer değilse minnak adlı kişinin söylediklerine inanmalı mıyım, anlattığı olaylar size mantıklı geliyor mu, sizce gerçekten dünyanın kurtuluşunu sağlayacak dört seçilmiş kişiden biri olabilir miyim? Şimdiden teşekkürler.

Sevgi ve Işıkla...
2 gün sonra gidebileceğinizi düşünmüyorum. Sır sır olarak kalmalıydı eğer bu bir halisülasyon değilse...
 
Merhabalar ben Cılız Efendi, mahlas olarak neden böyle bir isim seçtiğimi hikayemi okuduğunuzda öğreneceksiniz o yüzden şimdilik es geçiyorum. Bugün size başımdan geçen tuhaf ama bir o kadar da heyecan verici ve eğer lucid dream veya içinde bulunduğum psikolojik durumun sanrı olarak kendini göstermesinden ibaret değilse hayattaki yeni misyonumun başlangıcı olarak kabul edeceğim olayı anlatmak istiyorum.

Geçenlerde çok sıkıldığım ve bunaldığım bir vakit ki son altı aydır süreklilik gösteren bir durum olmasına karşın ilk kez dayanılmaz bir aşırılığa kaçmasından mütevellit, ortaokul zamanlarımda sık sık uğraştığım lakin bir türlü başarı elde edemediğim için vazgeçip denemeyi bıraktığım astral seyahate bir şans daha vermeye karar verdim. Bu uğraşa girişmemin yegane amacı, dakikaların saatlere tekabül ettiği bu çekilmez vakitten, insomnia hastalığından muzdarip olmama rağmen bir ihtimal derdime derman olup beni hasret kaldığım uykuya kavuşturarak kurtulmamı sağlamaktı yoksa öte-âlem varlıklarına rastlama umudu ve korkusuyla engellerin olmadığı bir boyutta gezerken farklı dünyaların kapısını aralamak veya beni şutlayan eski sevgilimin odasında tur atmak falan değildi, olamazdı da zaten, mümkünatı yoktu çünkü geçmişin başarısızlığı, beden dışı deneyimin hurafe olduğunu bana kanıtlamıştı, kendi beceriksizliğimle uzaktan yakından alakası yoktu bu başarısızlığın, ihtimali bile düşünülemezdi. Saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Yatağıma geçip sırt üstü uzandıktan sonra gözlerimi kapadım ve astral seyahat ustalarının maddi bir beklenti içerisine girmeden sırf biz garibanları bilgilendirmek amacıyla çektiği, "YÜZDE YÜZ ÇALIŞIYOR, GARANTİ ÇÖZÜM, UÇMAYA HAZIR MISINIZ, DENEMEYEN KALMASIN" başlıklarıyla süslediği youtube videolarından öğrendiğim bir numaralı taktiği uygulamaya koyuldum. Bedenimi tamamen gevşetip kendimi serbest bıraktıktan sonra gökyüzünden uzanan bir ipin tam üstümde sallandığını hayal ettim ve vadedilmiş topraklara gideceğini düşünen bir israiloğlunun duyacağı şevkle ipe tırmanmaya başladım. Tırmandıkça vücudum titremeye başlıyor, önce ayak uçlarımda ortaya çıkan bir uyuşma sonrasında bacaklarıma ilerliyor, hain bir virüsmüşçesine diğer bölgelere yayılıyor, yavaş yavaş bütün vücudumu ele geçiriyordu. Ateşimin çıktığını hissetmemle beraber görünmez bir elin beni yukarıya doğru çektiğini sezdim fakat anlamlandıramadan silinip gitti. Artık görüntü bulanıklaşmaya başlamış, evimin çatısını geçip bulutlara kadar tırmandığım ip bir anda yok olmuş, gökyüzünün mavi rengi değişime uğrayıp sarımtırak bir renge bürünmüştü. Ortalık sisten görünmüyordu, boşlukta uçuyor gibiydim. Bir an başardığımı düşündüm ama astral seyahat ustalarının deneyimlerinden öğrendiğim kadarıyla böyle olmaması gerekiyordu. Öncelikle odamın içinde, fiziksel bedenimin tam üstünde süzülüp yatakta uzanan bedenime bir kez baktıktan sonra enerji bedenimle fiziksel bedenimden ayrıldığımı idrak etmeliydim, bu işin normali buydu çünkü ama ben bunların hiçbirisini yaşamamıştım. Büyük bir sevinçle, uykuya daldığımı, bunun sadece bir rüya olduğunu düşündüm, başından beri tek gayem buydu zaten, istediğim olmuştu fakat bir tuhaflık vardı, bir rüyaya göre çok gerçekçiydi bu ve bilincim yerindeydi, ne yaptığımın farkındaydım. Belki de lucid dream yapıyorumdur diye düşündüğüm sırada "Hey sen, neler yapıyorsun anlat, dinleyelim, yorumlayalım bakalım." dedi uzaktan gelen bir ses. Tam karşımdan gelen bir kız sesiydi bu ama sisten dolayı kimin seslendiğini göremiyordum. "Sağır mısın yoksa dilin mi yok?" dedi aynı kız, "Belki de ne söylediğimi anlayamayacak kadar gerilmiş bir salaksındır." Sesi güzeldi ama agresif tavrı beni biraz ürkütmüş olacak ki hakaretine cevap veremeden "Siz de kimsiniz, kendinizi gösterin lütfen." demekle yetinebildim. Agresif kız "Tamamdır, sağır veya dilsiz değilmişsin, bu da sen aksini kanıtlayana kadar salak olduğun ihtimalini gerçek kılar." diye cevap verdiği sırada, sislerin içinden ufak bir silüet belirmeye başladı. Kız sonunda kendini göstermişti. Mini minnacık, tavşan kulakları ve burnuna sahip biriydi. Bu görüntü ne kadar sıra dışı olsa da, bundan daha şaşırtıcı olan kısım oyuncu Ahsen Eroğlu'na aşırı benzemesiydi hatta benzemek ne kelime, tıpatıp aynısı denebilirdi. Kız, "Bir o kadar da cılızmışsın ama yapacak bir şey yok, elde sen varsın ne yapalım, yetinmeyi bileceğiz." diye söze devam etti. Bu agresiflik beni her ne kadar sinir etmiş ve karşılık verme isteğiyle dolup taşmış olsam da merak duygumun ağır basmasıyla aklımdaki bütün soruları hızlı bir şekilde sıralamaya karar verdim. "Sen kimsin ve neden tavşan kostümü giymiş Ahsen Eroğlu kılığındasın, burası neresi ve burada ne yapıyorsun?" Sorularıma yanıt olarak kendinden hoşnut bir tavırla, "Gerginliğini atmış gibisin cılız, evet sana cılız diyeceğim sen de bana x diyebilirsin, isimlerimizi bilmemize gerek yok." cevabını verdi. "Madem sen bana cılız diyorsun, ben de sana minnak diye hitap ederim, ayrıca diğer sorularıma da hala cevap vermedin minnak, çok uzatıyorsun, kısa kes." dememin üzerine bozulduğunu belli eden bir edayla, "Sorularının cevapları bende ucube cılız, o yüzden öğrenmek istiyorsan benimle iyi geçinmen senin açından yararlı olur." karşılığını verdi. Minnak sinirlenmişe benziyordu ama haklıydı, sorularımın cevabı ondaydı ve bu cevapları istiyorsam sakinleşmesini sağlamam gerekiyordu,çözüm olarak suyuna gitmem gerektiğine karar verdim. "Haklısın minnak, durumun absürtlüğünden dolayı biraz gerildim ve sana patladım, özür dilerim, şimdi daha iyiyim, sen devam et lütfen." Minnak bu hamlemi yutmuşa benzemiyordu, gözleri içimi okuyor, tavşan kulakları ruhumu dinliyordu sanki, istifini bozmadan konuşmasına devam etti. "Burası genel adıyla Düşünceler ve Duygular Diyarı cılız, burada her şey enerjiden oluşur, ne düşünürsen olur, ne hissedersen onu çağırırsın, beni tavşan kostümü giymiş Ahsen olarak görmenin sebebi de budur, bilinçaltın benim enerji bedenimi bu şekilde tasvir etmiştir." Elini, avuç içini açarak öne doğru uzattıktan sonra avucunun içinde bir anda patates renginde bir kurbağa belirdi, "Bu kurbağanın adı Lisa,onu şu an yarattım," dedi. "Anladın mı şimdi cılız, hadi sen de dene." Yaşadığım şokun etkisini hala üzerimde hissediyor olmama rağmen bu durum beni çok keyiflendirmişti, burada adeta birer Tanrı gibiydik. Elimi öne doğru uzattım ve o an en çok istediğim iki şeyi düşündüm, bir dal sigara ve çakmak. Tam sigaramı yakıyordum ki minnak çıldırmış bir şekilde "Onu burada yakamazsın görgüsüz ucube cılız," diye bağırdı. "Pis dumanını yüzüme üfleme hakkın yok." Deccal bu kız, diye düşündüm. Rahatsız olduğunu düzgün bir dille ifade edebilirdi, ben de görgü sahibi biri olarak yanından uzaklaşıp başka bir köşede içerdim, tıpkı sigara dumanından haz etmeyen arkadaşlarımın yanında yaptığım gibi. Bunları, minnağın yüzüne karşı ne kadar çok söylemek istesem de suyuna gitme taktiğimi hatırladım ve kendimi frenledim, nitekim sigara ve çakmak artık düşünce çöplüğünü boylamıştı, hevesim de onlarla birlikte gitmişti tabi. "Senin burada ne işin var peki?" diye sordum minnağa. Minnak bir anda ocakta yemeğini unutmuş Müjgan teyzemin yüzündeki korku ve gerilimin aynısını yansıtan bir telaşla kolunda aniden beliren saatine baktıktan sonra "Fanusuma gitmeliyiz cılız, bizi orada duyamazlar," dedi. "Hiç ne fanusu diye sorma vaktimiz kısıtlı, varınca açıklarım." Minnak elimden tuttu ve gözlerini kapattı, ne olduğunu anlamadığım bir anda aniden cam bir fanusun içinde buldum kendimi. İçeride bir kara tahta vardı ve üstünde "KÜFÜR ETMEK YASAK!" yazıyordu. Minnak ciddi bir tavır takınarak "Cılız, sana açıklamam gereken şeyler var, buna hazır mısın?" sorusuyla cevap verdi. "Ne gelecek bilmiyorum ama hazırım minnak, bu gördüklerimden sonra beni hiçbir şey şaşırtamaz, merak etme." Minnak kısa süreliğine sinsi bir gülümseme takındı, avcının tuzağına yakalanmış bir av gibi hissettim, gerçekten de tam bir deccaldi. Ufak bir iç çekmeden sonra minnak konuşmaya başladı. "Bir savaş var cılız, 23 yıldır devam eden gizli bir savaş. 2000 yılında, enerjilerin değişimiyle, evren, algısı aralanmış, üçüncü gözü açık bazı insanlara bilgiyi açma görevi verdi. Amaç, insanoğlunu, bundan 150 yıl sonra geçeceğimiz gizli ilimler çağına yavaş yavaş hazırlamaktı. Görev, sınırlı sayıda konuyu sadece sembollerle insanoğluna duyurmaktı, fazlası değil. Fakat lakabı sapık marsu olan bir görevli, sahip olduğu tüm bilgileri para karşılığında Pentagon'a sattıktan sonra işler çığrından çıkmaya başladı. 51.Bölge'yi duymuşsundur cılız, işte orada sapık marsudan edindikleri bilgileri kullanarak şu an bulunduğumuz diyarı yarattılar, sence neden?" Hiç beklemeden "İnsanların duygu ve düşüncelerini bilirsen onları kontrol edebilirsin minnak, işte bunun için." cevabını verdim. "Aferin cılız, sandığım kadar aptal değilmişsin. Pentagon'u kontrol eden Amerika'yı kontrol eden İsrail'i kontrol eden Reptilyan ırkına mensup Rockefeller ve Rotschfild aileleri bu operasyonun başındaydı. İlluminati dahil pek çok gizli örgütün de arkasında olan bu aileler, 2000 yılından itibaren yeni dünya düzeni adını verdikleri nihai amaçları uğruna pek çok savaş çıkarmıştır, Amerika'nın Irak'a girmesi de bunlardan biri."Peki bu aileler nasıl bu kadar güçlü olabiliyor minnak, ülkeleri kontrol altına alacak gücü nasıl elde ettiler?" diye sordum. "Cevap basit cılız, küresel sömürü mantığı. Bazı aileler korsancılıktan gelmiştir, bunlar da onlardan ikisi. Zamanında korsancılığın çok yaygın olduğu dönemlerde, korsanlar bütün o yağma ve gasplardan sonra o kadar ciddi bir maddi güce kavuşuyor ki, rüşvetle resmen devletleri beslemeye yeni bir düzen oluşturmaya başlıyorlar. Güya yaptıkları katkılarla, "resmi denizcilik araştırma ve keşif faaliyetleri", "ticari yol rehberliği" gibi ünvanlarla sicilleri de temizleniyordu. İşte bu adamlar diplomasiyi öğrenmiş oldu, korsan ahlakıyla siyasetçilik yapmaya başladılar, her yere sızdılar, güçlendikçe güçlendiler. Artık şahsi kişisel servetleri on ülkeye bedel olmuş durumda. Bunlar bu yeni dünya düzenine katkı sunan ve bu yolda çalışan ailelerin başında geliyor. İşin temelinde bu aileler birbirlerini çıkarları devam ettiği sürece desteklemeye devam edecekler. Bu tür bir birliktelik de tabiat kuralları gereği elbet bir gün bozulacak. Dünya üstündeki dengeler her belli periyodda bir değişir, kim ne düzeni kurarsa kursun, çıkarlara dayalı bir düzen er geç yok olacak cılız, işte biz de burada devreye giriyoruz. Bu düzeni yıkmak için yeni görevli timi kuruldu cılız efendi, işte ben de sen de onlardan biriyiz, ben bir telepatım ve diğer görevlilere ulaşıp onları örgütlemekle görevliyim, seni buraya getiren de bendim hatta getirmek değil de çekip çıkardım diyelim." Beni buraya getirenin o olduğunu bu zamana kadar anlamadığımı düşündüyse bu minnak aşırı safmış diye düşündüm içimden. "Bunu zaten anlamıştım minnak, düşündüğün kadar salak değilim. Diğer görevlilerden bahsettin, kaç kişiyiz ve geri kalanlar kim?" Minnak tekrar saatine baktıktan sonra yüzünü ekşitti. "Zamanımız kalmadı cılız, bana bizimkiler yine temizlik görevi verdi, akşama da düğün var, bu son sorun olsun, cevaplayıp kaçacağım." dedi ve bir süre oflayıp pufladıktan sonra devam etti. "İkimiz dahil dört kişiyiz, diğer görevlilerin lakapları bücür ve minnoş, zamanı gelince onlarla da tanışacaksın fakat şu anlık konuşmamızı burada bitirmemiz gerekiyor," dedi ve ekledi. "Benimle gel, çıkışı göstereceğim." Fanustan dışarı çıktık, tam karşımızda altından bir kapıyı koruyan iki gardiyan gördüm, ikisi de bir doksan boylarında, kumral, kaslı erkeklerdi ancak bir tuhaflık da vardı, bu gardiyanlar uzun gagalara sahiplerdi, tabi burası için konuşursak bu bir tuhaflık olarak düşünülemezdi çünkü burada tuhaflık normdu, normal olmak asıl tuhaflıktı. Minnak gardiyanları gördüğü gibi yüzünü çevirdi, korkmuşa benziyordu. "Onlar kim, neden korktun minnak?" diye sordum. "Onlar rüya bekçileri cılız, bizim rüya görenlerin evrenine, rüya görenlerin de bu evrene geçmesine engel olmakla görevliler, neden korktuğuma gelirsek de, gagaları var cılız, gagalar korkunçtur, gözlerini yerinden çıkarabilirler." Minnak elini yumruk yapıp öne uzattı, gözlerini kapadı ve hemen ardından üstünde civciv resimleri olan pembe bir kapı belirdi. "İşte çıkış burası cılız, bu kapıdan geçtiğimiz gibi uyanacağız ve normal hayatına bir süreliğine geri döneceksin ama unutma, kimseye tek laf etmek yok, bir hafta sonra yine aynı saatte yatağına uzan ve gözlerini kapa, tekrar buluşacağız ve bu sefer ekibin kalanı da bizle olacak." Minnak kapıyı açtı, kapının diğer tarafı görünmüyordu, kapkaranlıktı. Adımını attıktan sonra durup sorgulayıcı bir bakış attı, "Gitmeden söylemek istediğin bir şey var mı?" Biraz düşündüm ve bir anda aklıma geldi, "İyi ki sordun, ekibimizin bir adı var mı ve aynı saatte tekrar yatağıma uzanıp gözlerimi kapamamı söyledin ama ben saatin kaç olduğunu unuttum, bana söyler misin?" Minnak alaycı bir şekilde sırıtarak, "Salak olduğun kadar da unutkansın cılız, uyandığında saate bak sana kaç olduğunu söyleyecek burada zaman akmaz, ekibimizin adı da Volan451 bunu da unutma sakın." dedi. "Evet minnak çok unutkanım," dedim. "Hatta o kadar unutkanım ki şu ana kadar söylediğin her şeyi unuttum, sen en iyisi hemen bir kağıt kalem çıkar da söylediğin her şeyi oraya not al ve fanusundaki kara tahtana as, bir dahaki gelişimde ona bakarım, tekrar anlatmak zorunda kalmazsın. "Minnak gülmeye başladı, o kadar güldü ki bir an dalağı böbreği bırakacak zannettim. "Cılız kağıt ne demek doğrusu kâğıt olacak, diksiyonun da hafızan kadar kötü durumda bu şekilde dünyayı falan kurtaramazsın ama hiç merak etme, sana yardım edeceğim iyi olacaksın." Minnak deccalinin diksiyonumla dalga geçmesi beni çok sinir etmişti, hem bir kelimeyi yanlış telaffuz ettim diye bütün diksiyonuma laf etmek saçma değil miydi? Yine de taktiğime sadık kalıp sinir olduğumu belli etmemek amacıyla sakin bir şekilde "E tamam minnak kâğıt demiştim zaten" dedim. Minnak kapıya iyice yaklaştı, tam adımını atacaktı ki son bir kez daha döndü ve "Tuhafsın cılız" dedikten sonra kapının ardındaki karanlıkta kayboldu. Bu söylediğini çok yadırgamadan ben de kendimi karanlığa bıraktım, önceden çokça duymuştum çünkü. Aniden "Neler oluyor!" diyerek yatakta sıçradım, elektrik çarpmış gibiydi. Hemen saate baktım, onbeş yirmiüçü gösteriyordu. Minnak haklıydı, gerçekten de o diyarda zaman akmıyordu. Aklıma birden, önceden neden fark edemediğimi çözemediğim bir soru geldi, madem orada zaman akmıyordu, minnak zamanımız kalmadı derken ne demek istiyordu?

Evet arkadaşlar başımdan geçenler bunlar, iki gün sonra bir hafta dolacak ve tekrardan buluşacağız bu sebepten acil cevaplarınıza ihtiyacım var. Sizce bu bir rüya mıydı, eğer değilse minnak adlı kişinin söylediklerine inanmalı mıyım, anlattığı olaylar size mantıklı geliyor mu, sizce gerçekten dünyanın kurtuluşunu sağlayacak dört seçilmiş kişiden biri olabilir miyim? Şimdiden teşekkürler.

Sevgi ve Işıkla...
Cok begendim cilizz bey bayildimm lutfen devam edin yazmayaa
 
Bu konuyu paylaşmamanız söylenmiş eğer rüya değil de farklı bir olaysa zaten anlattığınız için sırra vakıf olamayacağınızı düşünüyorum.
Evet öyle söyledi ama paylaştığım takdirde sırra vakıf olamayacağımı söylediğini hatırlamıyorum bence gizli kalsın, düşmanlarımız toplandığımızı öğrenemesin diye söylemiştir ki büyük ihtimal zaten biliyorlardır ve takma isimler kullandığımız için de bir sıkıntı çıkacağını düşünmüyorum minnak biraz paranoyak gibi.
 
2 gün sonra gidebileceğinizi düşünmüyorum. Sır sır olarak kalmalıydı eğer bu bir halisülasyon değilse...
Minnak abartıyor bence buradan size söylememin bir zararı olmaz ki zaten takma isimler kullanıyoruz aşırı paranoyak bu kız ama bir buluşalım ben konuşacağım onunla halledebilirim umarım çok agresif biri
 
Minnak abartıyor bence buradan size söylememin bir zararı olmaz ki zaten takma isimler kullanıyoruz aşırı paranoyak bu kız ama bir buluşalım ben konuşacağım onunla halledebilirim umarım çok agresif biri
Kolay gelsin diyelim🙏 bu arada uykusuzluk için bir ilaç içtiniz mi tam bu olaydan önce hani yanlış anlamayın olayı anlamak için soruyorum yani sanrı olabilir belki diye
 
Ne diyorsun sen ya hadsiz burada emek verilmis yazmis ne guzel sen yazamiyorsun diye neden kiskaniyorsun

Ne diyorsun sen ya hadsiz burada emek verilmis yazmis ne guzel sen yazamiyorsun diye neden kiskaniyorsun
Lütfen hitaplarimizi düzgünce yapalım konu sahibi kendini savunacak veya ifade edecek yaşta ve durumda.. gerçekten hoş olmamış hitap şekliniz..
 
Kolay gelsin diyelim🙏 bu arada uykusuzluk için bir ilaç içtiniz mi tam bu olaydan önce hani yanlış anlamayın olayı anlamak için soruyorum yani sanrı olabilir belki diye
Teşekkür ederim, içine 3 xanax attığım papatya çayımı içerken bir yandan da I-Doser arşivimden Sleeping Angel dozumu dinledim ama her gün yaptığım bir aktivite olduğundan sanrıya sebebiyet vereceğini düşünmüyorum
 
Geri
Üst