URUMHAMATAHAYİL
Yönetici
- Katılım
- 5 Haz 2008
- Mesajlar
- 7,156
- Tepkime puanı
- 4,862
- İş
- Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
EVRENSEL ZAMAN BOYUTLARI
BOYUTLARDA
“ZAMAN BİRİMİ” DEĞİŞİR Mİ?
Ölümü tadışla birlikte bildiğimiz tüm zaman ölçüleri altüst olur!. Fizik bedenin yitirilişi ve dünyanın gece-gündüz şartlarının dışına çıkışı ile birlikte, kişinin zaman mefhumu tümüyle kalkar!
Esasen, evrensel zaman boyutlarını şu anda bizim hafsalamızın almasına imkân yoktur. Bir güneş senesi, şu andaki anlayışımıza göre 255 milyon senedir. Acaba bu rakamın ne demek olduğunu farkında mıyız?.. Dünyanın varoluşundan bu yana milyarlarla seneler geçmiştir. İlk insanın yeryüzünde görülmesinden bu yana geçen senelerin sayısı yüz milyonlarla ölçülmektedir.
Okuduğumuz zaman, sanki birkaç saatin içinde olup bitiverecekmiş gibi gelen mahşer yeri - sırat kaçışı devresi bugünkü zaman ölçülerimizle belki de yüz binlerle yıl sürecektir. Bunun bilincinde miyiz?..
Yahûdîlerin, Tevrat'tan naklen uydurduğu 7000 sene meselesi esasen son derece kısıtlı kafaların uydurup, bizlerin de üzerinde hiç düşünmeden kabul ettiğimiz rakamlardır ki, bunların hiç bir gerçekle alâkası yoktur!.
Ölüm ötesi yaşam zamanını “bir gün eşittir 50 bin sene” boyutları ile anlamaya çalışmak asgarî şarttır.
Kezâ çeşitli hadîs-i şerîflerde belirtilen ölüm ötesi ile ilgili zaman birimlerini dahi gene asgarî bu şartlar içinde değerlendirmek gerekir.
Yeryüzü ve semâların oluşumu ile alâkalı olarak bahsedilen “Altı gün” “Yedinci gün” gibi tâbirlerdeki her bir “Gün” kavramını dahi, Evren boyutlarından “GÜN”ler olarak değerlendirip, “Allahindindeki GÜNLER” olarak anlayıp, bunların bizim şu andaki zaman anlayışımıza göre milyarlarla seneyi içine alacağına özel bir dikkat göstermek mecburiyetindeyiz.
SAYISIZ BOYUT ALGILAYICILARININ
ALGILADIĞI SAYISIZ EVRENLERİN
İÇİNDE YER ALDIĞI BOYUT
“Dünya” adını taktığımız uydunun tâbi olduğu, kendinden 1.333.000 defa daha büyük olan Güneş…
Güneş türünden, 400 milyar yıldızdan oluşan bir galaksi…
Bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran, varlığını algıladığımız evren!
Algılama boyutumuza GÖRE, bize hitâb eden bu evren gibi, sayısız algılama boyutlarına hitâb eden, evren içre nîce evrenler!
Nihâyet, bu sayısız boyut algılayıcılarının algıladığı sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının yaratıldığı TEK NOKTA, TEK AN...
DEHR!
İndinde, sayısız “an”lar ve “nokta”lar; ve o “nokta”lardan meydana gelen açılar içinde sayısız evren içre evrenler yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan “ALLAH” ismi!
HERŞEY “DEHR” BOYUTU İTİBARİYLE,
OLMUŞ BİTMİŞTİR!
Zaman, kişiye göredir.
Gerçekte ise ZAMAN “Tek”tir. Ezel-ebed, tümüyle Allah katında tek bir “An”; “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.
Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabullendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izâfî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
"ALLAH İsmiyle İşaret Edilen” indinde “An”, tek bir ân’dır; DEHR’dir!.
Her şey, bu boyut itibariyle olup bitmiştir!. Gerisi ise, suya atılan bir taşın etrafında oluşan küre halkalar gibi sayısız boyutlardaki oluşlardan başka bir şey değildir.
Bir boyutta yaşanmakta olan, bir önceki boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir!.
“Zaman” kavramı yaratılmış, yâni, sonradan olmuş mahlûklar için geçerli olan bir kavramdır.
Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (“Kudret sıfatı”dır) eğer tâbiri câiz ise.
Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!.
İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay, olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.
Zirâ, Ezel-Ebed, esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!.
Ehli hakikatın tasavvufta bildirmiş olduğu şu sır da buradan kaynaklanmaktadır:
-Esasen tecellî tek bir tecellîdir!. “Tecellî-i Vâhid”dir!. İkinci bir tecellî olmamıştır!. Görülen, yaşanan, hissedilen, idrâk edilen, tahayyül ve tefekkür edilen her şey bu Tecellî-i Vâhid’in tafsilinden ibarettir!.
İşte bu anlatılan husus, tasavvufta “Ân-ı dâim” tâbiri ile dile getirilmeye çalışılmıştır.
Aslında işin orijinine ulaşabilen “Zâtiyyûn” için bu “an-ı dâim” dahi bir “ân-ı muhayyel” diye izâha çalışabileceğimiz, “İlm-i Allah”tan başka bir şey değildir.
Ve varlığın tümü, Allah katında bir ilmî hükümden başka bir şey değildir!. Yâni, o boyut itibariyle âlemin bir varlığı söz konusu değildir!.
Bu sebepledir ki, bu hakîkata işaret etmek isteyen ehlullah, “Âlemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!.” demişlerdir.
BOYUTLAR
LÂHUT BOYUTU (ZÂT ÂLEMİ)
Lâhût Âlemi ise "ZÂT Âlemi”dir ki, bu âlemin ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Ne anlatabilmek mümkündür, ne de bilgi edinerek yaşayabilmek!.
Her mânâ ve özellikten arı bir halde sadece "ben varım bilinci”, kişinin “Lâhût Boyutu”nu teşkil eder. Aynı zamanda bu boyuta "ZÂT Âlemi” de denilir.
İnsan "Zâtı" itibariyle Lâhût Âlemi’nde yaşar.
Ceberût âlemi, Mutmainne nefs durumunda yaşanmaya başlanıp Mardiye’de zirvesine çıkılır; ki bu âleme de “Hakikat Âlemi” denilir. Ki bunun da neticesi Lâhût Âlemi’dir.
“NEFS” yâni Mutlak BEN”liğin, kendini, isimlerinin mânâları yönünden seyri, tanıyışı, “Ceberût Âlemi”dir!.
İsimler ve mânâları yollu olmaksızın salt, sırf, “Samediyyet” yollu Ahadiyyet’e yöneliş, eniyyet ve hüviyyete yöneliş âlemi ise “Lâhût”tur. “İlim bir noktadır”, “Zâtıyla Zâtını seyretmektedir; gayrı sözkonusu değildir”, “Allah â’mâ ‘dadır” gibi cümleler hep bu âlemi çeşitli vecheleriyle tanımlamak içindir.
"Allah'ın ZÂTI hakkında tefekkür etmeyiniz!"
hükmü, bu tefekkürün imkânsız oluşu dolayısıyla verilmiştir.
Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, "Allah'ın Zâtı üzerinde tefekkür etmeyiniz" buyruğu, tefekkürün kaynağının sıfat mertebesinden kaynaklanması dolayısıyla Zât'a erişmesinin imkânsız olduğuna işaret etmek içindir.
Zîra sıfattan meydana gelen şeyin, Zât’ı ihâtâsı imkânsızdır.
AHADİYET-VÂHİDİYET-RAHMÂNİYET-
MELİKİYET-RUBÛBİYET-ULÛHİYET
Vâhid’in, zâtî sıfatları yollu kendini seyri “Rahmâniyet”; efâl‘i meydana getirecek isimleri yollu seyri “Melîkiyyet”; o isimlerle ef’âl ‘i oluşturması ise “Rubûbiyet”tir!
Vâhidiyet’in bâtını Ahadiyyet, zâhiri ise Rahmâniyet’tir. Topluca adı ise Ulûhiyet’tir.
ARŞ, ARŞ’IN ÜSTÜ VE ARŞ’IN ALTI
Arş, soyut olan sırf mânâ ile çokluk arasındaki sınırdır.
İlimde vahdetin kesrete dönüştüğü sınırdır! Yâni İLM-İ İLÂHİ ile Esmâ ve Ef’al boyutu arasındaki sınır!
İlmin zuhûr mahallidir!
Milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran yapının ilim boyutudur.
Milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran, kapsamına alan yapının bilinç; yâni dinî tâbirle ilim boyutu; tasavvufî deyimiyle Esmâ âlemi, o günde “Arş” kelimesi ile izah ediliyor!
Arş, mekânsal değil boyutsaldır!. Yâni belirli bir mekânda ve mesafede değil; her birimin, birimiyetinden özüne doğru gidişte yer alan bir boyuttadır "ARŞ"!.
İlmin, fiillere dönüş sınırı olarak konan “ARŞ” isminin kapsamı altındaki herşey, Allah isimlerinden bir terkibin mânâsını ortaya koyan sonsuz-sınırsız varlıkları kapsamına alır.
“Arş’ın Üstü”, ‘’İlmi ilâhi’’dir!
İsimler, yâni ALLAH’ın ilminde bulduğu özellikler âlemidir!
Tamamıyla mücerred(soyut) âlem olan CEBERÛT BOYUTUDUR!”
“Arş’ın Altı”, Ef’âl boyutunu kapsayan alandır!
Arş’ın boyutsal altı için bir diğer tanımlama ile “Kâinat” ya da “Evren”diyebiliriz!
Ama, mutlak mânâsıyla “Evren”!. Yoksa, bugün dünya üzerinde konuşulagelen “evren”, yâni “insanın evreni” değil!.
BOYUTLARDA
“ZAMAN BİRİMİ” DEĞİŞİR Mİ?
Ölümü tadışla birlikte bildiğimiz tüm zaman ölçüleri altüst olur!. Fizik bedenin yitirilişi ve dünyanın gece-gündüz şartlarının dışına çıkışı ile birlikte, kişinin zaman mefhumu tümüyle kalkar!
Esasen, evrensel zaman boyutlarını şu anda bizim hafsalamızın almasına imkân yoktur. Bir güneş senesi, şu andaki anlayışımıza göre 255 milyon senedir. Acaba bu rakamın ne demek olduğunu farkında mıyız?.. Dünyanın varoluşundan bu yana milyarlarla seneler geçmiştir. İlk insanın yeryüzünde görülmesinden bu yana geçen senelerin sayısı yüz milyonlarla ölçülmektedir.
Okuduğumuz zaman, sanki birkaç saatin içinde olup bitiverecekmiş gibi gelen mahşer yeri - sırat kaçışı devresi bugünkü zaman ölçülerimizle belki de yüz binlerle yıl sürecektir. Bunun bilincinde miyiz?..
Yahûdîlerin, Tevrat'tan naklen uydurduğu 7000 sene meselesi esasen son derece kısıtlı kafaların uydurup, bizlerin de üzerinde hiç düşünmeden kabul ettiğimiz rakamlardır ki, bunların hiç bir gerçekle alâkası yoktur!.
Ölüm ötesi yaşam zamanını “bir gün eşittir 50 bin sene” boyutları ile anlamaya çalışmak asgarî şarttır.
Kezâ çeşitli hadîs-i şerîflerde belirtilen ölüm ötesi ile ilgili zaman birimlerini dahi gene asgarî bu şartlar içinde değerlendirmek gerekir.
Yeryüzü ve semâların oluşumu ile alâkalı olarak bahsedilen “Altı gün” “Yedinci gün” gibi tâbirlerdeki her bir “Gün” kavramını dahi, Evren boyutlarından “GÜN”ler olarak değerlendirip, “Allahindindeki GÜNLER” olarak anlayıp, bunların bizim şu andaki zaman anlayışımıza göre milyarlarla seneyi içine alacağına özel bir dikkat göstermek mecburiyetindeyiz.
SAYISIZ BOYUT ALGILAYICILARININ
ALGILADIĞI SAYISIZ EVRENLERİN
İÇİNDE YER ALDIĞI BOYUT
“Dünya” adını taktığımız uydunun tâbi olduğu, kendinden 1.333.000 defa daha büyük olan Güneş…
Güneş türünden, 400 milyar yıldızdan oluşan bir galaksi…
Bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran, varlığını algıladığımız evren!
Algılama boyutumuza GÖRE, bize hitâb eden bu evren gibi, sayısız algılama boyutlarına hitâb eden, evren içre nîce evrenler!
Nihâyet, bu sayısız boyut algılayıcılarının algıladığı sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının yaratıldığı TEK NOKTA, TEK AN...
DEHR!
İndinde, sayısız “an”lar ve “nokta”lar; ve o “nokta”lardan meydana gelen açılar içinde sayısız evren içre evrenler yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan “ALLAH” ismi!
HERŞEY “DEHR” BOYUTU İTİBARİYLE,
OLMUŞ BİTMİŞTİR!
Zaman, kişiye göredir.
Gerçekte ise ZAMAN “Tek”tir. Ezel-ebed, tümüyle Allah katında tek bir “An”; “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.
Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabullendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izâfî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
"ALLAH İsmiyle İşaret Edilen” indinde “An”, tek bir ân’dır; DEHR’dir!.
Her şey, bu boyut itibariyle olup bitmiştir!. Gerisi ise, suya atılan bir taşın etrafında oluşan küre halkalar gibi sayısız boyutlardaki oluşlardan başka bir şey değildir.
Bir boyutta yaşanmakta olan, bir önceki boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir!.
“Zaman” kavramı yaratılmış, yâni, sonradan olmuş mahlûklar için geçerli olan bir kavramdır.
Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (“Kudret sıfatı”dır) eğer tâbiri câiz ise.
Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!.
İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay, olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.
Zirâ, Ezel-Ebed, esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!.
Ehli hakikatın tasavvufta bildirmiş olduğu şu sır da buradan kaynaklanmaktadır:
-Esasen tecellî tek bir tecellîdir!. “Tecellî-i Vâhid”dir!. İkinci bir tecellî olmamıştır!. Görülen, yaşanan, hissedilen, idrâk edilen, tahayyül ve tefekkür edilen her şey bu Tecellî-i Vâhid’in tafsilinden ibarettir!.
İşte bu anlatılan husus, tasavvufta “Ân-ı dâim” tâbiri ile dile getirilmeye çalışılmıştır.
Aslında işin orijinine ulaşabilen “Zâtiyyûn” için bu “an-ı dâim” dahi bir “ân-ı muhayyel” diye izâha çalışabileceğimiz, “İlm-i Allah”tan başka bir şey değildir.
Ve varlığın tümü, Allah katında bir ilmî hükümden başka bir şey değildir!. Yâni, o boyut itibariyle âlemin bir varlığı söz konusu değildir!.
Bu sebepledir ki, bu hakîkata işaret etmek isteyen ehlullah, “Âlemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!.” demişlerdir.
BOYUTLAR
LÂHUT BOYUTU (ZÂT ÂLEMİ)
Lâhût Âlemi ise "ZÂT Âlemi”dir ki, bu âlemin ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Ne anlatabilmek mümkündür, ne de bilgi edinerek yaşayabilmek!.
Her mânâ ve özellikten arı bir halde sadece "ben varım bilinci”, kişinin “Lâhût Boyutu”nu teşkil eder. Aynı zamanda bu boyuta "ZÂT Âlemi” de denilir.
İnsan "Zâtı" itibariyle Lâhût Âlemi’nde yaşar.
Ceberût âlemi, Mutmainne nefs durumunda yaşanmaya başlanıp Mardiye’de zirvesine çıkılır; ki bu âleme de “Hakikat Âlemi” denilir. Ki bunun da neticesi Lâhût Âlemi’dir.
“NEFS” yâni Mutlak BEN”liğin, kendini, isimlerinin mânâları yönünden seyri, tanıyışı, “Ceberût Âlemi”dir!.
İsimler ve mânâları yollu olmaksızın salt, sırf, “Samediyyet” yollu Ahadiyyet’e yöneliş, eniyyet ve hüviyyete yöneliş âlemi ise “Lâhût”tur. “İlim bir noktadır”, “Zâtıyla Zâtını seyretmektedir; gayrı sözkonusu değildir”, “Allah â’mâ ‘dadır” gibi cümleler hep bu âlemi çeşitli vecheleriyle tanımlamak içindir.
"Allah'ın ZÂTI hakkında tefekkür etmeyiniz!"
hükmü, bu tefekkürün imkânsız oluşu dolayısıyla verilmiştir.
Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, "Allah'ın Zâtı üzerinde tefekkür etmeyiniz" buyruğu, tefekkürün kaynağının sıfat mertebesinden kaynaklanması dolayısıyla Zât'a erişmesinin imkânsız olduğuna işaret etmek içindir.
Zîra sıfattan meydana gelen şeyin, Zât’ı ihâtâsı imkânsızdır.
AHADİYET-VÂHİDİYET-RAHMÂNİYET-
MELİKİYET-RUBÛBİYET-ULÛHİYET
Vâhid’in, zâtî sıfatları yollu kendini seyri “Rahmâniyet”; efâl‘i meydana getirecek isimleri yollu seyri “Melîkiyyet”; o isimlerle ef’âl ‘i oluşturması ise “Rubûbiyet”tir!
Vâhidiyet’in bâtını Ahadiyyet, zâhiri ise Rahmâniyet’tir. Topluca adı ise Ulûhiyet’tir.
ARŞ, ARŞ’IN ÜSTÜ VE ARŞ’IN ALTI
Arş, soyut olan sırf mânâ ile çokluk arasındaki sınırdır.
İlimde vahdetin kesrete dönüştüğü sınırdır! Yâni İLM-İ İLÂHİ ile Esmâ ve Ef’al boyutu arasındaki sınır!
İlmin zuhûr mahallidir!
Milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran yapının ilim boyutudur.
Milyarlarla galaksiyi ilminde barındıran, kapsamına alan yapının bilinç; yâni dinî tâbirle ilim boyutu; tasavvufî deyimiyle Esmâ âlemi, o günde “Arş” kelimesi ile izah ediliyor!
Arş, mekânsal değil boyutsaldır!. Yâni belirli bir mekânda ve mesafede değil; her birimin, birimiyetinden özüne doğru gidişte yer alan bir boyuttadır "ARŞ"!.
İlmin, fiillere dönüş sınırı olarak konan “ARŞ” isminin kapsamı altındaki herşey, Allah isimlerinden bir terkibin mânâsını ortaya koyan sonsuz-sınırsız varlıkları kapsamına alır.
“Arş’ın Üstü”, ‘’İlmi ilâhi’’dir!
İsimler, yâni ALLAH’ın ilminde bulduğu özellikler âlemidir!
Tamamıyla mücerred(soyut) âlem olan CEBERÛT BOYUTUDUR!”
“Arş’ın Altı”, Ef’âl boyutunu kapsayan alandır!
Arş’ın boyutsal altı için bir diğer tanımlama ile “Kâinat” ya da “Evren”diyebiliriz!
Ama, mutlak mânâsıyla “Evren”!. Yoksa, bugün dünya üzerinde konuşulagelen “evren”, yâni “insanın evreni” değil!.