Bir Kabalist, Bir Genetikçi ve Yaşamın Anlamı

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan aris
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

aris

Kayıtlı Üye
Bir Kabalist, Bir Genetikçi ve Yaşamın Anlamı

Cömertliğin, iyi niyetten ve başkalarını düşünmekten kaynaklandığını sanıyorsunuz demek! Bir daha düşünün… Yeni genetik araştırmaların sonuçlarına bakılırsa, bunun da tek sorumlusu genler olabilir. Kabala çalışanlar içinse, bunun yeni bir haber olduğu söylenemez. İşte bu yüzden, Gen Bilimci Prof. Ebstein ile Kabalist Dr. Laitman’i buluşturmanın harika olacağını düşündük…

Dr. Michael Laitman

Kabalist, Ontoloji ve Bilgi Teorisi Profesörü, Felsefe ve Medikal Sibernetik Konularında Uzman. Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nün Kurucusu ve Başkanı. Otantik Kabala konusunda otuzu aşkın kitabın yazarı.

Prof. Richard P. Ebstein

Hebrew Üniversitesi, Scheinfeld Sosyal Bilimler için İnsan Genetiği Araştırmaları Merkezi’nin Müdürü; İsrail’deki Herzog Memorial Hastanesi Araştırma Laboratuarı’nda Araştırmacı. İki yüzün üzerinde makalesi var ve ‘‘yenilik-arayışı’’ genini keşfetti.

‘‘Genler, Beyin ve Davranış’’ isimli bilimsel dergide, Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nde yapılmış bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Bu sonuçlar, belli bir gen dizisine sahip kişilerin, cömertliğe %50 daha yatkın olduklarını gösteriyor.

Bu araştırmanın yürütücüsü, Prof. Richard P. Ebstein, yeni bulgularının ne anlama geldiğini tartışmak üzere, Kabalist Dr. Micheal Laitman ile buluştu. Büyüleyici sohbetleri sırasında, Dr. Ebstein; genlerimizin, davranışlarımızdan kısmen sorumlu olduğunu söyledi. Peki, neden kısmen? Çünkü genlerimiz tarafından belirlenmeyen her şey, toplumun etkisi ile belirleniyormuş. Nedense, bu açıklama Kabalist Dr. Laitman’i hiç şaşırtmadı.

Prof. Ebstein: Bazı genlerin özgecil davranış üzerinde etkisini araştırarak başladık işe… Bunun için çok basit bir oyun geliştirdik: birine, zarf içinde bir miktar para veriyoruz. Bütün parayı alabilir ya da bir miktarını, hakkında hiçbir şey bilmediği (paraya ihtiyacı olup olmadığını bilmeden) başka bir kişiye verebilir.

Bu örnekten bahsettiğimde, kimileri; ‘‘Hadi canım, kim paranın bir kısmını başkasına vermek ister ki? Herkes, paranın tümünü alıp eve gider. Ne diye bir başkasına vermek istesin ki?’’, dediler.

Ama insanların sadece %20’si paranın tamamını aldı. Üçte bire yakını ise, paranın yarısını, ihtiyacı olup olmadığını bile bilmediği birine verdi.

Dr. Laitman: Peki, bunu neden yaptılar?

Prof. Ebstein: Emin değiliz. Ekonomistler, bunun özgecil davranış olduğunu söylüyorlar.

Dr. Laitman: Bu noktada, Kabala sizinle hemfikir değil. Kabala’ya göre, hepimiz egoistiz. ‘‘Özgecil’’ davrananlar da aslında egoistler. Sadece, farklı bir güdüyle hareket ediyorlar. Neticede, bir çeşit teşvik (güdülenme) olmadan, eylem de olmuyor.

Birine bir şey verebilmek için, ‘‘yakıt’’ ya da enerjiye, yani bir itici güce ihtiyacım var. Bir eylemde bulunabilmek için, ‘‘geçerli’’ bir sebebim olması lazım. Bedenimin yahut da ‘‘benliğimin’’, bu eylemden kar sağlayacağına inanması gerekiyor. Alarak kar edebileceğim gibi, bazen vererek de kar sağlayabilirim. Her halükarda, yaptığım, içsel olarak bakıldığında, alma davranışıdır. Dışarıdan bakınca özgecil gözükse bile…

Prof. Ebstein: Bazılarına göre, insan parayı başkasına vermiş bile olsa, bir çeşit ödül alıyor. En azından beyninde bir ödül alıyor. Ve özgecil davranışa teşvik edenin bu olduğu söyleniyor. Yani, bir haz almayacak olsa, insan böyle bir davranışta bulunmaz deniyor. Beyin araştırmacılarına göre, insanın aldığı ödül, beyninde salgılanan bir kimyasaldan ötürü duyduğu haz. O açıdan bakılırsa, haklısınız, sonunda bir ödül olmayan özgecil davranış yok. Başka bir şekilde, insanda özgecil güdü oluşması mümkün gözükmüyor.

Dr. Laitman: Yani, insanın içinde öyle bir mekanizma var ki, özgecil eylemle harekete geçiyor ve ona zevk veren bir maddenin salgılanmasına sebep oluyor. Bu da kişinin verme eylemini yerine getirebilmesi için gerekli güdülenmeyi sağlayan mekanizma. Doğru mu?

Prof. Ebstein: Evet.

Dr. Laitman: Ve her insanda bu salgılamanın miktarı farklı. Bazılarında az, bazılarında çok. Ama bu, insanın içine önceden yerleştirilmiş bir mekanizma. Yani, ortada, ‘‘egoist’’ ya da ‘‘özgecil’’ insanlar yok. Her şey, kişinin doğal gelişimi içinde önceden programlanmış. Kişi, bu şekilde doğuyor.

Prof. Ebstein: Doğru, ama eylemi belirleyen, %100 genler değil. Bugün birçok kişi, toplumun etkisinin de önemli olduğu konusunda hemfikir.

Dr. Laitman: Nasıl?

Prof. Ebstein: Genlerin etkisini belirlemek, toplumun etkisini ve kişinin doğumdan itibaren tam olarak nasıl bir etki altında kaldığını anlamaktan çok daha kolay. Ama bu konuda çalışan araştırmacılar var.

Mesela, bugün biliyoruz ki, saldırganlığı destekleyen bir gen var. Bu genin varlığı, kişinin sabıka kaydını ve kötülüğe meyilli oluşunu kısmen açıklayabilir. Araştırma sonuçları, bu genin etkin olup olmamasının, insanın nasıl bir çocukluk geçirdiğine bağlı olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, bu genin kişiyi saldırgan yapması için, bireyin, çocukken şiddete maruz kalmış olması gerekiyor. Toplumun bu etkisi olmadan, gen etkisiz kalıyor.

Dr. Laitman: Yani, başka bir etkenin, bu eğilimin ortaya çıkmasına izin vermesi ya da sebep olması gerekiyor…

Prof. Ebstein: Evet. Birçok bileşen bir araya gelerek, etki ediyor. Eylemlerimizi; eğitim, aile, okul ve toplumun etkisi belirliyor. Ama genlerin etkisi de çok önemli. Yaptıklarımızdan, %50 gibi bir oranda sorumlular. İçimize ‘‘işlenmiş’’ tabir ettiğimiz özellikler, genlerin etkisi.

Dr. Laitman: Size bir soru sormama izin verin lütfen: günümüzde, dünyada olup bitenleri ve tüm bu bahsettiklerimizi göz önünde bulundurursak; insanoğlunu iyileştirmenin ve toplumun yararına özgecil davranışlarda bulunmaya yöneltmenin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz? Belki, dış etkileri, özgecil genleri daha aktif hale getirmek için kullanabiliriz… Ne dersiniz?

Prof. Ebstein: Doğruyu söylemek gerekirse, bu konuda genetiğin bize yardımcı olabileceğini düşünmüyorum. Bir genetikçi olmama rağmen, kişinin davranışlarını değiştirmenin en etkili yolunun eğitim ve toplumsal baskılar olduğu kanısındayım.

Dr. Laitman: Kabala, insanlığın içinden geçtiği süreci gözler önüne sermemiz gerektiğinden bahsediyor. Egonun, her nesilde biraz daha büyüdüğünü ve şimdi de insanlığa gerçek bir tehdit oluşturacak boyutlarda olduğunu, herkesin görmesi gerekiyor. Çevremiz üzerindeki yıkıcı etkimizin farkına varmaya başladığımız gibi…

Yaşanan süreci açıkça görebilirsek, medya, bu konuda, her birimizi kişisel olarak etkileyecek mesajlar vermeye başlayacaktır. Doğal eğilimimiz, toplumun standartlarına uymaya çalışmak olduğundan, kısa zamanda her birey, insanlığın gidişatı konusunda duyarlık kazanacaktır. Bizim tek yapmamız gereken, olayların sebeplerini ve amacını anlatmak, Doğa’nın düzenini açıklayıp, bizi nereye yönlendirmek istediğini insanlara göstermek.

Bu noktada, muhabir Oren Levi, araya girip birkaç soru sormaya karar verdi.

Oren Levi: Burada oturmuş, büyüleyici sohbetinizi dinliyorum. Ve birkaç soru sormak zorunluluğunu hissettim. Prof. Ebstein, insanın davranışlarını genlerin belirlediğini söyledi. Peki, bu durumda, seçim yapmamız gibi bir şey söz konusu değil mi?

Prof. Ebstein: Bir keresinde, BBC ile bir radyo röportajında, mahkemelerin ‘‘gen mazereti’’ kabul edip etmediği sorusuna maruz kalmıştım. Cevap olumsuz; etmiyorlar. Ama diyelim ki; ‘‘kötü genler’’ ile doğmuş ve alkolik bir babadan eziyet görerek büyümüş 25 yaşındaki genç, barda çıkan kavgada, birinin ölümüne sebep olmuş olsun. Bu genç hakkındaki kişisel görüşümü soruyorsunuz diyelim… Suçlu mu, değil mi?

Bir taraftan; genetik, sosyoloji ve antropoloji bilimlerinden edindiğim izlenimler var. Onlara bakarak, bu adamın pek de fazla seçme şansı olmadığını söylemek durumundayım. Belki, son anda, bıçağı çekip birini öldürmenin hiç de iyi bir fikir olmadığına karar vermeliydi. Ama adamın dünyasına bir bakın… Her şey kötü gidiyordu, bütün kartlar aleyhineydi. Ölüm fikri, yaşamının çok erken safhalarında kendini göstermişti. Öte yandan, toplumun onu affetmesi de mümkün değil.

Oren Levi: Az önce, kişinin davranışlarının, %50 genler tarafından belirlendiğini söylediniz. Peki, geri kalan %50 nedir?

Prof. Ebstein: Geri kalanı, toplumdan, kişinin ailesinden ya da okuldan aldığı eğitimden geliyor.

Oren Levi: Tamam. Bu ikisinin toplamı %100 etti. %50 genler ve %50 toplum… Peki, ‘‘Ben’’ nerdeyim? Kişinin kendisinden gelen bir şey yok mu?

Prof. Ebstein: İşte, soru bu.

Oren Levi: Peki, Dr. Laitman, Kabala’nın bakış açısıyla, bu konuda ne söyleyecek?

Dr. Laitman: Ne diyebilirim ki? Seçme özgürlüğü diye bir şey yok. Onu burada bulamayız. Kabala ilmine göre; dünyamızda, özgür seçim diye bir şey yok. Burada özgür değiliz. Birey olarak, neyle doğacağımızı biz seçmiyoruz. Sadece genler için söylemiyorum. Ailemizi, okulumuzu, çevremizi, hiçbir şeyi biz seçmiyoruz. Ve yetişkin hale geldiğimizde, diyelim ki 25 yaşında, kendimize ait hiçbir şeyimiz yok. Her şey bize dışarıdan aşılandı. Yani, bu aslında ‘‘ben’’ değilim, çünkü henüz ‘‘ben’’ diyebileceğim bir şeye sahip değilim.

Yaşamlarımızı, medyanın ve toplumun etkisi altında sürdürmeye başladığımızda da kendimizi ifade etme fırsatımız tamamen ortadan kalkmış oluyor. Mevcut varoluşun ötesine geçme potansiyelimizi fark etme fırsatımız bile olmuyor.

Kabalaya göre, kişide benlik hissiyatının kendini göstermesi, doğasının üzerine çıkmak ve manevi dünyayı keşfetmek için duyduğu içsel dürtü vasıtasıyla olur. Özgür irade ancak burada söz konusu olabilir. Ama bizim dünyamızda, kesinlikle seçme özgürlüğünün varlığından bahsedilemez.

Oren Levi: Yani Kabala, insanoğlunun halen, evriminin ya da gelişiminin son durağına ulaşmadığını mı savunuyor?

Dr. Laitman: Sanırım, Prof. Ebstein ve ben, hala gelişmemiz gerektiği konusunda hemfikiriz. İnsani seviye gelişiminin tepe noktasında değil. Henüz, açığa çıkarabileceği iyiliği tam anlamıyla göremiyoruz.

Yine Kabalaya göre, insanın, Doğanın tüm Üst Güçlerini kendisinde toplayabilmesi için, Üst Gücün seviyesini edinmiş olması gerekir. Yani insan, tüm hakikati edinmeli ve anlamalıdır. Biz burada insanın gerçek gelişiminden söz ediyoruz. Neyi anladığından, nasıl düşündüğünden ve araştırdığından değil, kendi içinde nasıl geliştiğinden bahsediyoruz.

Bilim adamlarının, kendiliklerinden; içsel değişim olmadan maddenin derinliklerini, içindeki ve ardındaki güçleri anlayıp araştıramayacaklarını fark edeceklerini umuyorum. Maddenin içinde ve ardında işleyen güçleri bir şekilde belirlemeleri gerekecek ve bunu, egoist aklımızla ürettiğimiz yöntemlerle yapmaları mümkün değil. Doğaya zıt halimizi, onunla benzerliğe dönüştürmemiz gerekecek. Eninde sonunda, Doğanın özgecil olduğunun ve bu nedenle de yaşamın zuhur ettiğinin farkına varacağız.

Bunu anlamak için kendi hücrelerimize ve çalışma şekillerine bakmamız yeterli. Hücreler uyum içinde çalışıyor olmasaydı, vücudumuz var olamazdı. Her bir hücre, tüm organizmanın iyiliği için çalışıyor. Ve Doğa, bütünüyle bu şekilde çalışıyor. Doğanın dengesizlik yaratan tek parçası bizleriz. Bunu kabul edip düzeltmek zorunda kalacağız. Kabala’nın konusu da budur.

Doğanın gerçek işleyişini edinebilmek için, O’nun kanunlarına uygun hareket etmekten başka yol olmadığını, bilim vasıtasıyla keşfedeceğimizi umuyorum.

Prof. Ebstein: Size katılıyorum. Ancak, bilimin o doğrultuda ilerlediğini düşünmüyorum. Bence, bilim adamları arasında bir çeşit gurur meselesi var. Bazıları, kendi akıl ve araçlarıyla evreni diğerlerinden daha iyi anladıkları zannındalar.

Dr. Laitman: Modern dünyanın getirisi olan bu durumdan bir çıkış yolu bulacağımızı ve her şeyi içine alan Sonsuzluk Bilimi’nde birleşeceğimizi ümit edelim.
alıntı
 
Geri
Üst