muhsin iyi
Kayıtlı Üye
Allah’ın İnsanları Bela Musibetlerden Koruması, Saklaması Allah’ın El-Hafîz İsmi
Allah’ın (c.c.) El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) isminin tecellilerini doğada ve insan üzerinde her zaman görebiliriz. Bir bitki tohumunu elimize alıp incelediğimizde onu olumsuz dış koşullara karşı koruyan bir kabukla çevrili olduğunu görürüz. Hayvanlar dünyasında yeni doğan yavruların uzun bir süre annelerinin şefkatli himayeleri altında olduklarını biliriz. Bir tavuk gücüne bakmayarak yavrularını korumak için gerektiğinde bir köpekle savaşır. Hâlbuki o tavuk anne olmadan önce bir köpek gördüğünde kaçacak bir delik arardı. El-Hafîz güzel isminin insan üzerindeki tecellisi bizleri daha derin düşüncelere sevk etmektedir. Daha bebek doğmadan önce anne karnında güvenli bir şekilde korunur. Doğar doğmaz annenin memelerinde oluşan sütle yaşamı için gerekli tüm gıdalar ve su miktarı en mükemmel şekilde ve en ideal bir kıvamda ona sunulur. Anne ve babanın kalplerine yerleştirilen şefkat ve merhamet duyguları ile en itinalı bir biçimde büyütülür. Dünyaya güçsüz ve çaresiz olarak gelen bu bebek, güvenlik duvarları ile etrafı çevrilen bir devlet adamından daha güzel korunur.
Allah (c.c.) sadece nesli korumakla kalmaz. Varlıkların tüm ihtiyaçlarını doğada var ederek yaşamı da güvence altına alır. Bu koruma dünyayı, güneşi, evreni de içine alır. Dünyanın eğimi, izlediği yörünge, güneşe uzaklığı canlı varlıkların yaşamlarını devam ettirmesine olanak sağlayan ve onları koruyan bir hesaba, ölçü ve uyuma göre tespit edilmiştir.
Bela ve musibetler ancak Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile insanlara ulaşır. Sadece deprem, yangın, sel gibi doğal afetler değil, insanlardan da gelebilecek her türlü zarar ziyan, şer de ancak Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana gelir. Allah (c.c.) bela ve musibet konusunda kendisine el açıp sığınan kullarını korur. Hadis-i şeriflerde geçtiği üzere başa gelebilecek bela ve musibetler dua ile üzerimizden kalkabilir; ayrıca sadaka da bela ve musibeti def edebilir. Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi ile Allah’a (c.c.) sığınma adeta can ve mal sigortası yaptırmak gibidir. Kuşkusuz hiçbir insan Allah’ın (c.c.) kaderini yargılama ve eleştirme hakkına sahip değildir. İnanan bir insan için O’ndan gelen şer de olsa mutlaka içinde bir hayır gizlidir. Bu açıdan nasıl bir malı sigorta yaptırdığımızda o mala zarar gelmesini önleyemediğimiz halde bu zararı karşılayacak bir kurum buluyorsak Allah’a (c.c.) bu güzel ismin yüzü suyu hürmetine sığındığımızda başımıza gelen bela ve musibetlerde ancak kendimizin bir sır olarak algılayabileceği bir ilahi yardımı aldığımıza da şahit olabiliriz. Çünkü Allah (c.c.) kimsenin duasını boş çevirmez.
El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) güzel ismi ile kula düşen görev, şu hadis-i şerifle güzelce özetlenmiştir: “Allah’ı koru ki, Allah da seni korusun.” Kuşkusuz Allah’ın (c.c.) korunmaya ihtiyacı yoktur. Burada “Allah’ı koru” ifadesi ile O’nun dinini korumak, yani emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak anlatılmıştır. İşte böyle bir gerekçe yerine getirilirse elbette Allah (c.c.) da o kişiyi, ailesini, malını mülkünü, namusunu bela ve musibetlerden koruyacaktır.
İnsanın başına bela ve musibet ansızın gelebilir. Çünkü bu dünyada imtihan edilmekteyiz. Bela ve musibetler imtihanın en can alıcı noktalarıdır. Böyle anlarda Allah’ın emir ve yasakları dışına çıkmamak kolay olmadığı gibi bela ve musibetlere sabır göstermek de herkesin harcı değildir. Onun için dualarda kaldıramayacağımız yüklerle imtihan edilmemeyi istemek gerekir. Ayrıca ‘Amene resulü’ (ayetlerini) duasını yatmadan önce (veya yatsı namazından sonra) okumak gerekir. Hz. Ömer (r.a) aklı başında olan bir Müslüman’ın bu duayı uyumadan önce okumayı terk edemeyeceğini söylemiştir.
Bir de bela ve musibetlerin beklendiği anlar vardır. Mesela savaş hali böyledir. Her an insanın başına savaşta çeşitli bela ve musibetler gelebilir. Bizleri sevmeyen, bizlerden nefret eden insanlardan da düşmanlıklar, zararlar görebiliriz. İşte böyle durumlarda her daim Allah’a (c.c.) sığınmak ve Allah’ın El-Hafîz güzel ismini daima zikretmek, en azından evden çıkarken ve eve girerken zikretmek büyük yararlar sağlar.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu beyti asırlardır dillerdedir:
Bela gelmez kula kul azmayınca-Kaza gelmez başa Hak yazmayınca
Bela ve musibet kelimeleri birbirine yakın anlama sahiptirler. Onun için birbirlerinin yerine kullanabileceği gibi bizim yaptığımız gibi bir deyim imişçesine birlikte de kullanılabilmektedir. Bela Allah’tan imtihan edilmek için gelir. Musibet ise kulun daha önce işlemiş olduğu günahların sonucu olarak ona isabet eder. Neticede her iki durumda insan imtihan edilmektedir. Başa gelen bela ve musibetler sırasında insanın halini gözden geçirip günahlarına tövbe etmesi çok güzel bir davranıştır. Yüce Allah’ın (c.c.) o kimsenin günahlarını affetmesine vesile olabilir. Kuşkusuz bir insanın başına bela ve musibet gelmeden günahlarına tövbe edip hatasını tamir etmesi çok daha güzel bir davranıştır. Hele bunun için sadakalar vermesi çok yerindedir. Normalde başına gelebilecek bela ve musibetleri önleyebilir. Hadiste belirtilen ‘az sadakanın çok belayı önlemesi’nin sırrı da budur. Yüce Allah (c.c.) kin sahibi olmadığı gibi intikam almada da ısrar etmez. Musibetler insanın başına kulun azması, günahlarını bilmek istememesi, günahlarına tövbe etmemesi, hatalarını düzeltmemesi üzerine iner. Onun için insanların Allah’ın El-Hafîz güzel ismine sığınmadan önce hallerini düzeltmeleri gerekir. Yoksa bu zikrin yararını pek göremezler.
Günahlar sadece ahrette insanın başına bela olmaz. Dünyada da birer musibet kaynağıdırlar.
Bela ve musibet öncesinde ve sonrasında Allah’a (c.c.) sığınmak gerekir. Ama bela ve musibet öncesinde Allah’a (c.c.) sığınmak en güzel tedbirdir. Sonrasında sığınmanın da büyük yararları varsa da öncesinde sığınmak kadar değildir.
Her insanın muhtelif korkuları ve kaygıları vardır. Düşmanı olmayan insan yok gibidir. Bir insan önce günahlarına tövbe edip sonra halini Allah’ın razı olduğu şekilde değiştirirse (yani Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir yaşam biçimine girerse) daha sonra da düşmanlarından gelebilecek zararlara karşı Allah’a (c.c.) sığınıp Allah’ın El-Hafîz güzel ismini çokça zikrederse yüce Allah onu elbette koruyacaktır. Düşmanlarının ona zarar vermesini engelleyecektir. Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi o kadar tesirlidir ki, yaşananlar ona sanki birer mucize gibi gelecektir. Böyleleri adeta şu ayet-i celilenin kapsamı içerisine alınırlar: ‘Kendilerine savaş açılan kimselere karşı koymaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme uğradılar. Şüphesiz Allah onları muzaffer kılmaya herhalde kadirdir (Hacc suresi, 39).’
İnsanın halini düzeltmeden Allah’ın El-Hafîz güzel ismine sığınmak istemesi, her şeyden önce bu isteğinde samimi olmadığını gösterir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Farz edelim ki, bir evlat babasına karşı asidir. Onun namaz emrini dinlememektedir. Babasıyla kavga eder, evden ayrılır. Başka bir yerde yaşamaya başlar. Ama başı belaya girer. Babasından yardım umar. Şimdi böyle bir evladın babasından yardım ummadan önce babasının isteğini yerine getirmesi, babasına karşı hatasını anlayıp halini düzeltmesi gerekmez mi? Kuşkusuz halini düzeltmeden kendisine sığınan evladını bir babanın koruması da güçtür. Çoğu kez onun buna müstahak olduğunu düşünür. İşte aynı kanun yüce Allah (c.c.) için de geçerlidir. Çoğu kişi başına bir bela ve musibet geleceğini sezer. Çaresizlikle ne yapacağını şaşırır. Kapana kısılmış fare gibi aynı şeyleri, alacağı tedbirleri, çareleri gözden geçirir. Hâlbuki sebeplerin gerisinde yüce Allah’ın (c.c.) elini unutur. Hayır da şer de Allah’tandır. Tövbe edip halini düzeltip Allah’a sığınacağına çeşitli tedbirlerine ve çarelerine güvenir. Başına bela ve musibet geldiğinde çarelerinin ve tedbirlerinin ne kadar boş olduğunu görür. Ama bu sefer de iş işten geçmiştir.
Her şeyin bir zamanı vardır. Bela ve musibet başa gelmeden önce Allah’a (c.c.) sığınmak insana büyük yarar sağlar. Bunun için de insanların günahlarına tövbe edip kendilerini düzeltmeleri, hatalarını telafi etmeleri gerekir. Bir atasözümüzde denildiği gibi ‘Araba devrilince yol gösteren çok olur.’ Ama o zaman da yol göstermenin bir yararı olmaz. Mesele insanın başına (beklediği) bela ve musibet gelmeden önce doğru, Allah’ın rızasına uygun hareket etmesidir.
‘Başınıza azap gelmeden önce tövbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız. Haberiniz olmadan, ansızın başınıza azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun, onu hayatınıza uygulayın (Zümer suresi, 54,55).’
Allah’a sığınmak, Allah’ın (c.c.) El-Hafîz güzel ismini zikretmek bir nasip meselesidir. Düşmanlarından korkanlara değil gerçekten Allah’tan korkanlara, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inananlara bu güzel ismi gereğince zikretmek nasip olur.
Yüce Allah(c.c.) bela ve musibetler başımıza gelmeden önce günahlarımıza tövbe etmeyi, halimizi düzeltmeyi, emir ve yasakları istikametinde yaşamayı nasip eylesin. Bizleri El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) güzel isminin hürmetine bela ve musibetlere karşı korusun. Âmin.
Muhsin İyi
Allah’ın (c.c.) El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) isminin tecellilerini doğada ve insan üzerinde her zaman görebiliriz. Bir bitki tohumunu elimize alıp incelediğimizde onu olumsuz dış koşullara karşı koruyan bir kabukla çevrili olduğunu görürüz. Hayvanlar dünyasında yeni doğan yavruların uzun bir süre annelerinin şefkatli himayeleri altında olduklarını biliriz. Bir tavuk gücüne bakmayarak yavrularını korumak için gerektiğinde bir köpekle savaşır. Hâlbuki o tavuk anne olmadan önce bir köpek gördüğünde kaçacak bir delik arardı. El-Hafîz güzel isminin insan üzerindeki tecellisi bizleri daha derin düşüncelere sevk etmektedir. Daha bebek doğmadan önce anne karnında güvenli bir şekilde korunur. Doğar doğmaz annenin memelerinde oluşan sütle yaşamı için gerekli tüm gıdalar ve su miktarı en mükemmel şekilde ve en ideal bir kıvamda ona sunulur. Anne ve babanın kalplerine yerleştirilen şefkat ve merhamet duyguları ile en itinalı bir biçimde büyütülür. Dünyaya güçsüz ve çaresiz olarak gelen bu bebek, güvenlik duvarları ile etrafı çevrilen bir devlet adamından daha güzel korunur.
Allah (c.c.) sadece nesli korumakla kalmaz. Varlıkların tüm ihtiyaçlarını doğada var ederek yaşamı da güvence altına alır. Bu koruma dünyayı, güneşi, evreni de içine alır. Dünyanın eğimi, izlediği yörünge, güneşe uzaklığı canlı varlıkların yaşamlarını devam ettirmesine olanak sağlayan ve onları koruyan bir hesaba, ölçü ve uyuma göre tespit edilmiştir.
Bela ve musibetler ancak Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile insanlara ulaşır. Sadece deprem, yangın, sel gibi doğal afetler değil, insanlardan da gelebilecek her türlü zarar ziyan, şer de ancak Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana gelir. Allah (c.c.) bela ve musibet konusunda kendisine el açıp sığınan kullarını korur. Hadis-i şeriflerde geçtiği üzere başa gelebilecek bela ve musibetler dua ile üzerimizden kalkabilir; ayrıca sadaka da bela ve musibeti def edebilir. Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi ile Allah’a (c.c.) sığınma adeta can ve mal sigortası yaptırmak gibidir. Kuşkusuz hiçbir insan Allah’ın (c.c.) kaderini yargılama ve eleştirme hakkına sahip değildir. İnanan bir insan için O’ndan gelen şer de olsa mutlaka içinde bir hayır gizlidir. Bu açıdan nasıl bir malı sigorta yaptırdığımızda o mala zarar gelmesini önleyemediğimiz halde bu zararı karşılayacak bir kurum buluyorsak Allah’a (c.c.) bu güzel ismin yüzü suyu hürmetine sığındığımızda başımıza gelen bela ve musibetlerde ancak kendimizin bir sır olarak algılayabileceği bir ilahi yardımı aldığımıza da şahit olabiliriz. Çünkü Allah (c.c.) kimsenin duasını boş çevirmez.
El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) güzel ismi ile kula düşen görev, şu hadis-i şerifle güzelce özetlenmiştir: “Allah’ı koru ki, Allah da seni korusun.” Kuşkusuz Allah’ın (c.c.) korunmaya ihtiyacı yoktur. Burada “Allah’ı koru” ifadesi ile O’nun dinini korumak, yani emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak anlatılmıştır. İşte böyle bir gerekçe yerine getirilirse elbette Allah (c.c.) da o kişiyi, ailesini, malını mülkünü, namusunu bela ve musibetlerden koruyacaktır.
İnsanın başına bela ve musibet ansızın gelebilir. Çünkü bu dünyada imtihan edilmekteyiz. Bela ve musibetler imtihanın en can alıcı noktalarıdır. Böyle anlarda Allah’ın emir ve yasakları dışına çıkmamak kolay olmadığı gibi bela ve musibetlere sabır göstermek de herkesin harcı değildir. Onun için dualarda kaldıramayacağımız yüklerle imtihan edilmemeyi istemek gerekir. Ayrıca ‘Amene resulü’ (ayetlerini) duasını yatmadan önce (veya yatsı namazından sonra) okumak gerekir. Hz. Ömer (r.a) aklı başında olan bir Müslüman’ın bu duayı uyumadan önce okumayı terk edemeyeceğini söylemiştir.
Bir de bela ve musibetlerin beklendiği anlar vardır. Mesela savaş hali böyledir. Her an insanın başına savaşta çeşitli bela ve musibetler gelebilir. Bizleri sevmeyen, bizlerden nefret eden insanlardan da düşmanlıklar, zararlar görebiliriz. İşte böyle durumlarda her daim Allah’a (c.c.) sığınmak ve Allah’ın El-Hafîz güzel ismini daima zikretmek, en azından evden çıkarken ve eve girerken zikretmek büyük yararlar sağlar.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu beyti asırlardır dillerdedir:
Bela gelmez kula kul azmayınca-Kaza gelmez başa Hak yazmayınca
Bela ve musibet kelimeleri birbirine yakın anlama sahiptirler. Onun için birbirlerinin yerine kullanabileceği gibi bizim yaptığımız gibi bir deyim imişçesine birlikte de kullanılabilmektedir. Bela Allah’tan imtihan edilmek için gelir. Musibet ise kulun daha önce işlemiş olduğu günahların sonucu olarak ona isabet eder. Neticede her iki durumda insan imtihan edilmektedir. Başa gelen bela ve musibetler sırasında insanın halini gözden geçirip günahlarına tövbe etmesi çok güzel bir davranıştır. Yüce Allah’ın (c.c.) o kimsenin günahlarını affetmesine vesile olabilir. Kuşkusuz bir insanın başına bela ve musibet gelmeden günahlarına tövbe edip hatasını tamir etmesi çok daha güzel bir davranıştır. Hele bunun için sadakalar vermesi çok yerindedir. Normalde başına gelebilecek bela ve musibetleri önleyebilir. Hadiste belirtilen ‘az sadakanın çok belayı önlemesi’nin sırrı da budur. Yüce Allah (c.c.) kin sahibi olmadığı gibi intikam almada da ısrar etmez. Musibetler insanın başına kulun azması, günahlarını bilmek istememesi, günahlarına tövbe etmemesi, hatalarını düzeltmemesi üzerine iner. Onun için insanların Allah’ın El-Hafîz güzel ismine sığınmadan önce hallerini düzeltmeleri gerekir. Yoksa bu zikrin yararını pek göremezler.
Günahlar sadece ahrette insanın başına bela olmaz. Dünyada da birer musibet kaynağıdırlar.
Bela ve musibet öncesinde ve sonrasında Allah’a (c.c.) sığınmak gerekir. Ama bela ve musibet öncesinde Allah’a (c.c.) sığınmak en güzel tedbirdir. Sonrasında sığınmanın da büyük yararları varsa da öncesinde sığınmak kadar değildir.
Her insanın muhtelif korkuları ve kaygıları vardır. Düşmanı olmayan insan yok gibidir. Bir insan önce günahlarına tövbe edip sonra halini Allah’ın razı olduğu şekilde değiştirirse (yani Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir yaşam biçimine girerse) daha sonra da düşmanlarından gelebilecek zararlara karşı Allah’a (c.c.) sığınıp Allah’ın El-Hafîz güzel ismini çokça zikrederse yüce Allah onu elbette koruyacaktır. Düşmanlarının ona zarar vermesini engelleyecektir. Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi o kadar tesirlidir ki, yaşananlar ona sanki birer mucize gibi gelecektir. Böyleleri adeta şu ayet-i celilenin kapsamı içerisine alınırlar: ‘Kendilerine savaş açılan kimselere karşı koymaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme uğradılar. Şüphesiz Allah onları muzaffer kılmaya herhalde kadirdir (Hacc suresi, 39).’
İnsanın halini düzeltmeden Allah’ın El-Hafîz güzel ismine sığınmak istemesi, her şeyden önce bu isteğinde samimi olmadığını gösterir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Farz edelim ki, bir evlat babasına karşı asidir. Onun namaz emrini dinlememektedir. Babasıyla kavga eder, evden ayrılır. Başka bir yerde yaşamaya başlar. Ama başı belaya girer. Babasından yardım umar. Şimdi böyle bir evladın babasından yardım ummadan önce babasının isteğini yerine getirmesi, babasına karşı hatasını anlayıp halini düzeltmesi gerekmez mi? Kuşkusuz halini düzeltmeden kendisine sığınan evladını bir babanın koruması da güçtür. Çoğu kez onun buna müstahak olduğunu düşünür. İşte aynı kanun yüce Allah (c.c.) için de geçerlidir. Çoğu kişi başına bir bela ve musibet geleceğini sezer. Çaresizlikle ne yapacağını şaşırır. Kapana kısılmış fare gibi aynı şeyleri, alacağı tedbirleri, çareleri gözden geçirir. Hâlbuki sebeplerin gerisinde yüce Allah’ın (c.c.) elini unutur. Hayır da şer de Allah’tandır. Tövbe edip halini düzeltip Allah’a sığınacağına çeşitli tedbirlerine ve çarelerine güvenir. Başına bela ve musibet geldiğinde çarelerinin ve tedbirlerinin ne kadar boş olduğunu görür. Ama bu sefer de iş işten geçmiştir.
Her şeyin bir zamanı vardır. Bela ve musibet başa gelmeden önce Allah’a (c.c.) sığınmak insana büyük yarar sağlar. Bunun için de insanların günahlarına tövbe edip kendilerini düzeltmeleri, hatalarını telafi etmeleri gerekir. Bir atasözümüzde denildiği gibi ‘Araba devrilince yol gösteren çok olur.’ Ama o zaman da yol göstermenin bir yararı olmaz. Mesele insanın başına (beklediği) bela ve musibet gelmeden önce doğru, Allah’ın rızasına uygun hareket etmesidir.
‘Başınıza azap gelmeden önce tövbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız. Haberiniz olmadan, ansızın başınıza azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun, onu hayatınıza uygulayın (Zümer suresi, 54,55).’
Allah’a sığınmak, Allah’ın (c.c.) El-Hafîz güzel ismini zikretmek bir nasip meselesidir. Düşmanlarından korkanlara değil gerçekten Allah’tan korkanlara, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inananlara bu güzel ismi gereğince zikretmek nasip olur.
Yüce Allah(c.c.) bela ve musibetler başımıza gelmeden önce günahlarımıza tövbe etmeyi, halimizi düzeltmeyi, emir ve yasakları istikametinde yaşamayı nasip eylesin. Bizleri El-Hafîz (Kendisine sığınanları koruyan, saklayan) güzel isminin hürmetine bela ve musibetlere karşı korusun. Âmin.
Muhsin İyi